ABD'de binlerce kadın, ülkenin değişik şehirlerinde, 1 Eylül'de Teksas'ta yürürlüğe giren kürtaj yasasını protesto etmek için meydanlara indi
“Dünyayı kadınlar kurtaracak” hiç bu kadar gerçekçi bir “siyasi hedef” olmamıştı. Artık öyle! Elbette otoriterliğe, diktalara, dayatmalara, tahakküme karşı erkekler ve her toplumsal cinsiyet kimlikleriyle de.
Maçoluk ve demokrasilerin, cumhuriyetlerin de otoriterleşmesi; diktalarla maçoluğun azdırılması, maçoluk ile militarizm, etnik nefret ve şiddet arasındaki bağlar o kadar açık ki.
ABD seçimleri bunu “istatistikler”le de kanıtladı. Üstelik yer yer etnik kimlikleri de aşarak: “Kaçak soydaşları” için “onlara yapacağımız en büyük iyilik bu ülkeden gidişlerinin biletini vermek” diyen “maço ve dikta heveslisi” Başkan’ın; “Latinolar” yani Latin Amerika kökenli erkekler içinde destek oranı yüzde 54’ü buldu. İlk kez “Latino erkekler” Cumhuriyetçi oldular; çoğunlukla Trump’a oy vererek. Oysa “Latino” kadınlarda bu “erkek oran” yüzde 37’de kaldı. Çoğunluğu bir “siyah-beyaz” kadını destekledi.
Kızılderililer yani Amerika’nın yerlileri, rezervlere tıkıştırılmış esas sahipleri peki? Trump-Covid döneminde, ihmal ve imkansızlıklar yüzünden en yüksek ölüm oranına ulaşmışlardı. Son seçimde ise yüzde 64 gibi bir yüksek oranla aynı adamın arkasında durdular. Onlarda kadın-erkek oyları ayrımına dair bir oran göremedim ama belli ki bu çoğunluk da “erkek erkek!”
“Beyaz Amerikalılar”ın ortalama yüzde 55’i Trumpçı iken bu oran “beyaz erkekler”de yüzde 60’ı buluyor. “Beyaz kadınlarda ise yüzde 52. “Siyahlar”da bile, “beyaz erkek aday”a destek oranı erkeklerde yüzde 20’ye, yani beşte bire çıkmış. “Siyah kadınlar”da bu oran sadece yüzde 7. Siyahlarda Trump’ı destekleme oranı kadınlar sayesinde ortalama yüzde 12’de kalıyor ve bu da “Bembeyaz-Simsiyah” bir bölünmeye işaret ediyor.
Bir zamanlar, Fransız kolonisi iken Amerikanlaşan Lousiana’nın “nispeten özgür” Afrika kökenlilerinin bilhassa Güney’in siyahlarını “aşağı zenci” görebilmesi gibi; Latinolar, hatta Kızılderililer bile, özellikle de erkekleri “Beyaz”ı renkliye tercih ediyor olmalı.
Ancak esas mesele sadece “renk” değil. Esas mesele “maçoluk ve otoriterlik, tahakküm kültürü”nün toplumun damarlarındaki gücü. Bu gücü besleyen bir kaynak da otoriteyi kabullenen, boyun eğen kadınların sessizliği yahut “erkek otoritesi ve şiddeti”ni kendi ailelerinde yeniden üreten kadınlar.
“Sessiz epidemi” denen “kadın cinayetleri”nde, daha doğrusu katliamında tüm “gelişmiş ülkeler”e açık ara fark atan ABD’de günde ortalama 3 kadın öldürülüyor. Katillerin yüzde 92’si tanıdıkları erkekler. Yüzde 63’ü zaten ya koca ya eski koca ya da erkek arkadaş. Biz de bu açıdan “gelişmiş ülke” sayılırız!
Erkek çoğunluğuyla (tabii kimi kadınların da desteğiyle) seçilen Başkan’ın ise böyle bir derdi yok. Ona göre “LGBTİ artı” esas ciddi mesele. Kime benzettiniz? Putin’e mi? Başka? Luca Guadigno’nun, Mubifest’in açılış filmi olarak gösterilecek bol ödüllü “sinema sanatı”nı kaymakamlık aracılığıyla yasaklayan bir ülkeyi yönetenlere mi? Bakın “din ayrımı” yok. Papa da nefret ediyor bu filmden. Yasaklatmaya uğraşıyor. Özgürlük direniyor tabii ama kimi ülkede nihayetinde din ve devlet işleri bir!
Kadınların katli, maçoluk, erkek otoriterliği, otoriter devlet, despotizm, dikta, tahakküm elbette sadece kadınların sorunu değil. “İntiharla sürükleyebilen, kişilikleri ezebilen” askerlikte, “dayatma müfredatlı” okulda, “babanın diktatör, annenin ya itirazsız ya gönüllü diktaya yardımcı olduğu” ailede, “patronun, amirin” baskı uyguladığı işyerinde, önlerine polis barikatı dikilen “LGMD ve Dmd hastaları”nın karşısında hep onlar var. Hayatını, ruhunu, insanlığını kaybeden yahut travmalarla, yaralarla hayata devam eden herkesin sorunu. Mesele farkında olmak. Mesele bunun bir sistem olduğunu görmek. Mesele itaa-biat boyunduruğundan aklını ve kalbini kurtarabilmek.
Neden öncelikle kadınlar? Çünkü her yerde, bir biçimde bu manevi ve maddi şiddeti, baskıyı, tahakkümü en çok hisseden onlar. Küçücük bir Narin de olabiliyorlar, büyüyüp bir sokakta kendi kanına başını uzatıp yatmış bir genç kadın da. Ya da yaşanmamış yaşatılmamış hayatların hayal kırıklıklarına boğularak yaşlanıyor, ruhları tükenmiş bir anne, bir nine! Farkındalıkları daha yüksek çünkü. Çünkü bizzat yaşıyorlar, bizzat öldürülüyorlar!
Öncelikle kadınlar, çünkü, bir erkeğin yetişmesi, “maço modeli”ne terk edilemeyecek kadar öncelikle onların da sorumluluğunda. Otoriter baba yaygınlığına rağmen.
İkinci paragrafta “Maçoluk ve demokrasilerin, cumhuriyetlerin de otoriterleşmesi; diktalarla maçoluğun azdırılması, maçoluk ile militarizm, etnik nefret ve şiddet arasındaki bağlar o kadar açık ki” diye yazmıştım.
Sadede geleyim: Maçoluk ile faşizm arasındaki bağları da zaten tarih yazdı, yazıyor!
Umur Talu kimdir?
Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.
Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.
Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.
Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.
İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.
Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.
Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.
Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.
Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.
|