25 Haziran 2024

Sen yanmasan, ben yanmasam, nasıl çakar ampul bu karanlığa!

Ampul yanıyor ama yakıyordu da işte!

Diyarbakır ve Mardin arasında çıkan yangından (21 Haziran 2024) 

Kurban bayramı vesilesiyle 15 insan da yangına kurban oldu.

Bayram mıydı, tatil neydi, katil kimdi?

Diyarbakır ve Mardin il sınırları içinde, muhtemelen isimleri değiştirilmiş köyler "mutlu mutlu" adlar taşıyordu hem de:

Şenyuva da yandı, Yazçiçeği de. Ağaçsever de yandı, Yücebağ da.

15 yaşındaki çocuk da, 17-18 yaşlarındaki gencecikler de, 20'li yaşlarında dört genç de, 50'li yaşlarında iki kadın da. 6 Demir yaşamıyor artık; 3 Yılmaz gitti, iki de Erdemli ailesi kadını.

Ekili araziler gitti, ürün gitti, hayvanlar gitti.

"Anız yangını" denince, suç tabii köylülerindi, etiyle kemiğiyle yananlarındı, dumanda boğulup ölenlerindi. Bilirkişinin ilk raporu ise, köylüler gibi, elektrik direklerini işaret etti: Zaten eski olan ağaçtan direklerde, sigorta yerine iletken tel kullanılmış, tel kopmuş, anızı, otları yakmıştı!

Tabii Valilik elektrik şirketini sorumlu gösteren bu ilk raporu "yetersiz" buldu. Yanan köylerden biri "Yetkinler" idi; muhtemelen elektrik şirketi de çok yetkindi, olamazdı böyle bir şey!

Olmaz mı? Mümkün değil mi? İnsanlar hep kaderlerinin ve suçlarının kurbanı mı? 8 saat elektrik verilip 8 saat kesilen, zaten zor nefes alan bir yangın coğrafyasındaysanız, kurban olmakla kalmıyor, kendi celladınız da sayılıyordunuz. Öyle ya, kimimize göre "cezalarını bile bulmuşlardı." Vicdansızlığımızın sınır içi operasyonları o kadar da etnik nefret ile dolabiliyor, üstüne bir de "zaten kaçak elektrik kullanıyorlar" diye "ceza"nın bir suçunu daha alınlara yazıyordu.

Peki ya elektrik şirketi suçluysa? Ne olacak? Muhtemelen en fazla birkaç işçinin üstüne kalacak.

Peki, ben o zaman sizi bir elektrik şirketi işçisiyle, bir zamanlar defalarca yazdığım Feridun Öztürk ve arkadaşları ile tanıştırayım.

Şirket aynı şirket, ölüm yine ölüm, umursamazlık da unutkanlık da yine aynı!

1. Feridun Öztürk elektrik şirketi işçisiydi. 39 yaşındaydı.
2. Şirket onu ve dört arkadaşını, Aşkale'de buz tutmuş gölet içinde kalan (aslında orada olmaması gereken direklerdeki) elektrik hattındaki arızayı onarmakla görevlendirdi.
3. Bot arızalı, ama deniz bisikleti vardı. Göl de buz tutmuştu ya!
4. Hatta deniz bisikletiyle ulaşmaya çalışan işçiler, Titanik gibi, bir buz kütlesine çarptılar, buza tutunmak istediler, buzun içine düştüler, yüzmeye çalışan dondu, donan yüzemedi.
5. Ben böyle hızla özetliyorum ama siz o dakikaları bir düşünün. Umut, umutsuzluk, çırpınış, teslim oluşla geçen anları.
6. Donmuş cesetlerin bazıları daha sonra bulunabildi.

Şirket yetkilileri hemen, işçilerin bu ölüm yolculuğunu kendi inisiyatifleriyle yaptıklarını söyledi.

Doğru ya, işçi inisiyatifi denen bir şey çok meşhurdu ve insanlar işlerini kaybetmemek için kolayca hayatlarını kaybetmiyordu buralarda.

Aşkale'nin elbette başka "donuk" hatıraları da vardı ama şimdi konumuz elektrik ve işçisi ve şirketi.

Ne oldu biliyor musunuz?

Bir, Milli Egemenlik mi desem, Çocuk Bayramı mı, işte bir 23 Nisan zamanı, işçilerin canlarını kurban ettiği şirket, ölü işçisi Feridun Öztürk'ün matem evinde elektriği kesti.

Ödenmiş can bedava, ödenememiş fatura 34 liraydı!

O zaman, şirketin, devletin ve ilgisiz milletin 23 Nisan'ını şöyle kutlamışım:

Allah sizin elektriğinizi versin!..

Büyümeniz dursun da, aklınız, vicdanınız gelsin!

Bir ampul bir insandan ne kadar değerli olabilir!

Ah sahi, bir Ampul, parlattıkları hariç, herkesten kıymetliydi bu ülkede!

Tabii sadece elektrik kesmiyordu, elektrik de veriliyordu ülkede. İşkence manasında demiyorum ama işkence gibi:

Hatırlıyorsunuz, değil mi?

Unuttunuz mu hemen!

Hani Şehit Birol vardı; "Sıfır çocuklar" diye de yazmıştım.

Katliam olan bir saldırıda öldürülmüştü Birol Elmas da.

O ölünce anlaşıldı ki, engelli kardeşiyle birlikte geride bıraktığı annesinin elektriği borç yüzünden kesilmiş, Birol "bayraklı" tabuta girince sıvasız ve elektriksiz matem evinde alelacele elektrik açılmıştı!

Mübyen Hanım'ın oğlu söndü, ampul yandı… demişim.

Ampul yanıyor ama yakıyordu da işte!

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet) , Dipsiz Medya (İletişim) , Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Devletinizi seviniz, o da sizi çok seviyor! 

Devlet, sözde hukuki sayılan kanun kuvvetiyle, sözde milletin sayılan kolluk kuvvetiyle, sözde halkın sayılan "iktidar meclisiyle" ve sıradan insanlara "milli, dini, otoriter, militer" aşı üstüne aşı yaparak, onları bastırmak, batırmak, batırıp çıkarmak, kendi gerçeklerinden kopartıp hayatlarından da önce vicdanlarını tüketmek de mi demek?

Aklın vicdanı, vicdanın aklı!

Chomsky 96 yaşında. Dün ölmedi, yarın ölecek elbette. Aklımızla da hissetmemiz gereken, o ve onun gibilerin, "üstlerine vazife" sayılmayanları da mesele edinip insanlık tarihine, ortak zihnine ve kalbine kattıkları. Bu tür insanların sadece fikri ve sözü sınırları aşmakla kalmıyor; o sınırları ve sınırlamaları yıkarak, bir "vicdan enternasyonali" de inşa ediyorlar bıkmadan!

Al hüznünü, götür bayram yerine!

Alın tüm sevginizi, tüm neşenizi, bayramı bayramlara götürüverin. Yoklarınızı anarak; varken yok olanlarınızı, varken sizi yok edenleri, yoktan var olanları; bir merhaba esirgeseler bile hep aynı kalple sevdiklerinizi, özlemleri, tutkuları, aşkları, ruhunuza sarılanları sarıp sarmalayarak