28 Ekim 2023

Kutlu olsun, biraz da mutlu olsun!

Cumhuriyet çocuklara, gençlere, kadınlara bilhassa bir ufuk açtı… O günler için bir dolu fazlayla ve bugünler için bir dolu eksikle. En büyük sorunu "herkesin cumhuriyeti" olamamasıydı bir türlü. Derken, kendilerini dışlanmış sayanların, bir gün, yani 22 yıl önce iktidar olduktan sonra, adım adım, derken koşar adım, kendilerinden olmayanları dışladıkları bir 100'üncü yıla vardık

"Devlete olan inancımı kaybettim. Çocuğumu ilk defa devlete emanet ettim ama devlet benim çocuğuma 20-25 gün bakamadı."

Cumhuriyetin 100'üncü yılında, "Cumhuriyetin emanet edilmiş olduğu" gençlerden biri, "emanet edildiği devlet"in yurdunda, kıdemli arızalı asansörde can verdi.

Bu acılı insanların çoğu öyle de iyi insanlar ki, evladının cenazesini alırken, devlete sitem ederken bile, başka çocukları, öteki gençleri düşünüyor, "Bari başkasının canı yanmasın" diyebiliyor.

Ve böyle kendi halinde "Cumhuriyet vatandaşları"ndan bazılarını, mesela işlere işçi alıyor, 10 yılda 20 binden fazlasını iş kazası denen katliamda öldürüyorsunuz.

Cumhuriyetin yolunu açan Milli Mücadele ve İstiklal Savaşı'nın, yani savaşın, muharebelerin "şehit" bilançosu 100 yıl önce "Muharebede 662 subay, 8 bin 505 er" olarak çıkmıştı.

147 subay ile 22 bin 543 er ise, çoğu salgın hastalıklardan olmak üzere hastanelerde son nefesini vermişti. Karşılaştırın işte!

100 yıl sonra…

Memleketi yöneten kadroların çok yakını iş adamının inşaatında asansörle betona çakılmış 10 işçinin can verdiği yerde yükselen gökdeleni "büyüme, gelişme" sayıyor…

Bol keseden açılmış üniversitelerde, kötü eğitim ve kötü beslenmelerle gençlikleri törpülenen, zihinleri ve umutları köreltilen gençlerin bunalım intiharlarında yahut yurt felaketlerinde can vermelerini de "kaza" biliyorsunuz!

Cumhuriyet çocuklara, gençlere, kadınlara bilhassa bir ufuk açtı… O günler için bir dolu fazlayla ve bugünler için bir dolu eksikle. En büyük sorunu "herkesin cumhuriyeti" olamamasıydı bir türlü. Derken, kendilerini dışlanmış sayanların, bir gün, yani 22 yıl önce iktidar olduktan sonra, adım adım, derken koşar adım, kendilerinden olmayanları dışladıkları bir 100'üncü yıla vardık.

Bunca gelişmeye, onca değişime ve imkâna karşılık, aynı hafta içinde umutsuz bir genci intihara sürükleyen, belki umutlu bir genç kızı, Zeren'i uyarılara rağmen bakımı yapılmayan asansörde yok eden, emekleriyle yaşamak isteyenlerin arasından her gün birer ikişer can alan, demokrasi ve insan hakları adına vaatleri rendelenmiş, otoriterliğe batmış, batırılmış cumhuriyet.

Kimimiz kendisini de vatandaş yapmış, haklarla donatmış cumhuriyetten nefret ediyor… kimimiz bir türlü eşit vatandaş olamamanın acısını çekiyor… Kimimiz bugüne tepkiyle, cumhuriyeti sadece kutlama, sadece 100 yıl önceyi anma, sadece ondan nefret edenlere nazire yapma vesilesi sayabiliyor.

Oysa…

Sanırım 9 yıl önce de benzer duygular varmış, şu paragrafı yazarken gazetede:

"Burası Türkiye ya…

Burada her acının 'düşman' sayılan bir de kardeşi var.

Ama ne hayata, ne ölüme öyle bakıyoruz.

Kendimizi bırak, acıları dahi kardeş sayamıyoruz.

Yüzü maskeli olanlar ile maskeleri yüzsüz olanlar da öyle bakmıyor zaten.

Cumhuriyet biraz öyle bakmış olsaydı; demokrasi de böyle sakar ve hiddet-şiddet dolu olmazdı!

Demokrasi öyle bakmış olsaydı; cumhuriyet de biraz özgürlük, eşitlik, kardeşlik kokardı."

Ya neden böyle!

Bundan 15 yıl önceki bir başka yazımdan. Değiştiyse, uyarın, değiştireyim:

"Sevgili okur, sevgili vatandaş…

İtirazım yok: Kutsal gördüğünüz dini, milli, etnik, laik kimliklerle filan keskin cephelere bölündünüz.

Ve bu arada, memlekette 'köle düzeni' hüküm sürmekte.

İşsiz bırakırken köleci, çalıştırırken köleci, borç verip hayatını rehin alırken köleci.

Alttakinin üstüne abanan, asıl ilkeleri her gün çiğnenen bir cumhuriyet, demokrasi, anayasa, hukuk, ahlak, sosyal devlet vesaire.

Acı olan şu:

Hangi cephede iseniz…

Cumhuriyet aslında bu olmamalıydı!

Demokrasi aslında bu olmamalıydı!

Hukuk aslında bu olmamalıydı!

'Piyasa' böyle işliyor ama.

'Düzen' böyle.

İktidar böyle olunuyor.

Her türlü iktidar ve güç böyle.

İktidar bu düzeni sürdüren ve alttakiler lehine değiştirmeyen, sadaka sistemini benimserken hak ve hukuk ilkelerini umursamayan bir yerde.

AB, cumhuriyet, demokrasi, hukuk veya ahlaktan çok bahseden, başta büyükler, iş dünyası bu açıdan yüz karası.

Cumhuriyeti de demokrasiyi de ahlakı da hukuku da çok sevenlerin 'köle düzeni'ne itiraz etmeyen, onu pekiştiren yüzü, yüzsüzlüğü!"

İlk 100 yıl kutlu, ikinci 100 yıl biraz mutlu olsun o zaman!

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest), Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aklı ve duyguları esir düşürmemek!

Bu dayatmalara, bu esaret zincirine, bu zihinsel ve duygusal işgale karşı, gerçekten ülkeleri ve çocukları için özgür, adil, hakkaniyetli, bilime ve eleştirel düşünceye dayalı bir gelecek isteyen aileler "evde eğitim"e de önem vermeli. Ne yapıp edip önce öğrenerek belki; zaman ayırarak sıkılmadan

Av avlayanın, Kemer bağlayanın!

Bu 1 Mayıs'ın en büyük kazanımı, yüzlerce polisin kemer önündeki "selfie"si oldu. Böylece bütün dünya, küçücük kalmış polislerin üzerinde heybetiyle yükselen, sessizce asırları devirmiş, imparatorların, imparatorlukların düşüşüne tanık olmuş Bozdoğan ya da Valens Kemeri'yle tanıştı. Tarihe bir "Game of Thrones" sahnesi bırakmış oldu devletimiz

Siz yokken de 1 Mayıs vardı!

1 Mayıs sonsuz rakamların ilk sayısıdır; sonsuz imkanların, sonsuz hayallerin, sonsuz umutların, sonsuz dayanışmaların, sonsuz mücadelelerin, sonsuz devrimlerin! 1 Mayıs, yılbaşı değilse bile, Umutbaşı'dır