Aaa! Bir de “KÜTÜK” var. O da “aman geciktim” diye tatlı bir telaş içinde, yine bağımsız, özerk, etik, özgürlükçü bir ruhla yasaklıyor da yasaklıyor. Sahi, şunu da unutuyordum az kalsın: Aynı anda “dünyanın en büyük barosu”nda seçilerek gelmiş yönetim görevden alınıp “kayyım kuyyum” tayin ediliyor, ki muhtemelen o yönetimin başkanı profesör ile hukukçuların diplomaları da ya geçersizse, dimi mi?
Ben buna hakikaten “demokratik hukuk devleti” derim, yetinmem “bağımsız yargı” da derim, yine kifayetsiz olur, “özerk üniversite”yi de eklerim. Siz isterseniz su sıkın, plastik mermi atın, yedi kişi tek kişiyi coplayın, tekmeleyin. Derim. Yaşasın şu uyum, var olsun o kayyum, kahrolsun bu huyum!
“Bağımsız yargı”yı şuradan da anlıyoruz: İktidar belediyelerinin, bizzat iktidarın, bizzat iktidar şahsiyetlerinin, devlet harcamalarının, devlet haraçlarının, devlet kaldıraçlarının, devlet dolambaçlarının, devlet ile aliCengiz servet bulamaçlarının hepsinden bağımsız bu ön-yargı. “Özerk üniversite” ise cumhurbaşkanı adayı olma ihtimali bulunanın 30 yıl önceki diplomasına bakıyor da çoktan olmuş olanınkini merak etmiyor, çünkü o meraktan özerk.
Sonra sınıflara, amfilere gidiyorlar, adalet, hukuk devleti, demokrasi filan anlatıyorlar. Ama o da ne? Sınıfta öğrenci kalmamış, özerkleşmiş, özgürleşmişler. Bir gün geçersiz sayılabilecek diplomaların bilimsel bilgisiyle her gün geçerli olabilecek yaratıcı pankartlar döşemişler.
İzmir’deyim. “Thomas Moore ütopyası”nın, “Thomas Pain direnişi”nin Toma’ları yallah tazyik su fışkırtıyor milletinin üzerine. Adı “Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı.” Mobbing kurbanı polisler tek tek yakaladığını kıyasıya dövüyor. Aklıma İzmir’in Çeşme ilçesinde “Umarım bu sayede arkadaşlarım özlük haklarına kavuşur” diyerek, küçücük borçları için özür dileyip evladını bu “toplum”a miras bırakarak… Adliye önünde kafasına silahını dayayıp… polis memuru Erol geliyor. Çok yazdığım için aklımdan çıkmamış zaten. Esas “toplumsal olay” bu. Herkesin insan hakları, haysiyeti. Ezilen polisin de ezilen askerin de. Ezilen halkın. Ezilen adaletin. Ezilen hak ve hakkaniyetin. Ezilen hayatların, hayallerin, umutların, geleceğin.
Toma, “Şair Eşref Bulvarı”nda da tazyikli su sıkıyordu. O zaman ben susayım, Şair Eşref’e bakalım:
Mahalle komiseri Şair Eşref’e kafayı takar. Şimdi pankartlı çıkma yasağı var ya, o devirde geceleri sokağa fenersiz çıkma yasağı var. Komiser Şair Eşref’i nihayet “fenersiz” yakalar, “Yürü lan karakola” der. Şair Eşref direnince komiser bir tokat atar. Şair Eşref, hiciv ustası, o da tokada tokatla karşılık verir. Başka polisler de gelir. Onu hırpalayarak, sürükleyerek karakola götürürler. Gece orada tutulur. Ertesi gün “vazife başındaki memura tokatlı mukavemet” suçlamasıyla savcılığa, o devirdeki adıyla “müstantiklik”e sevk edilir. Müstantik Ohannes Efendi’dir. Soruları kağıda yazıp cevaplaması için Şair’e verir.
Şair Eşref “Suallerinizin topuna cevabımdır” diyerek şunu yazar:
Elinde yok adalet, olsa da sen kim, adalet kim
Kimi maznun görsen, hep ‘kabahat sende’ dersin.
Polisler üstüme saldırdı, ben de sille aşkettim,
Be Müstantik Efendi söyle, sen olsan ne .ok yersin?
“Fazla mesaisiz fazla mesai”den bir ara izinli çıkıp nefes alabilirse, belki bir polis de kendi haline bakar, hanesindeki ana babasının, ailesinin, evladının haline bakar. Aklına belki Erol polis ve diğerleri gelir. Esas “toplumsal olay”ın ne olduğunu kavrar! Neden kıyıları, zeytinlikleri, ormanları, halkın ekmeğini gasp edenleri korumaya da sevk edildiklerini bir düşünür.
Bitirirken, en devlet büyüğümüzün, “laik, sosyal bir demokratik hukuk devleti”nin en başının şu sözünü, sumen altından çıkarıp duvara asmak, “25 Kuşağı”nın pankartlarına eklemek, Saraçhane’ye dikmek, Şair Eşref’in dizelerine katmak istiyorum:
“Bir ülkede halk bunalıyor ve ellerini semaya açarak adalet istiyorsa, orada yargı sisteminde bir sorun vardır."
Gözüm TOMA’da, ellerim semada, bayıldım; biber gazı yemeden bile! Al bu sözü, as bağımsız yargıya, as özerk üniversiteye, as etik RTÜK’e, as objektif medyaya, as “toplumsal” karakollara, TOMA’lara, as saraylara, as biat-itaat-yalakalık-kölelik-körlük güruhunun boynuna!
Umur Talu kimdir?
Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.
Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.
Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.
Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.
İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.
Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.
Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.
Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.
Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.
|