06 Haziran 2016

Yıkılan kentler, yas tutan filler...

"Ben kabuslar gördüm; ancak siz onları gerçek kıldınız..."

 Her şey tribünleri gözlemekle başlıyor…

Gözünüz kalabalıklarda olduğunda artık siz siz değilsiniz, onlarsınız…

Güzel görünmek, ilgi çekmek, öne çıkmak, başarılı olmak, mutluymuş gibi oynamak, seviniyor gibi yapmak, seviyor gibi, tapınıyor gibi…

Gibi, gibi, gibi…

Yetmiyor…

Daha fazlası, daha fazlası…

 Yaranmak için taklalar atmak, yalakalık yapmak, yalanlara sığınmak, nefret etmek, zehirlenmek, çöp olmak… 

Hadi bunlara "insanlık halleri" deyip geçelim…

Geçelim de o fotoğraflar neyin halleri?

Yerle bir olmuş binalar, enkaz yığınına dönüşmüş kentler, içi kan ağlayan insanlar…

 Yıkıntılar Türk bayraklarıyla sarmalanmış.

Neden, kime karşı?

İnsanın aklı duruyor. Kabus sanıyor, ama gerçek. Tıpkı Kafka'nın söylediği gibi:

"Ben kabuslar gördüm; ancak siz onları gerçek kıldınız..."

Aslında yazının başlığı da gidişatı da başkaydı. Ama şu an, tam şu an bir dostum "hayvanseverhaber" sayfasından fillerle ilgili bir paylaşımda bulundu. 

Yazıyı kafamdaki biçimiyle sürdürmekten vazgeçtim. Anlatacaklarımdan çok daha kıymetli ve vurucuydu fillerin hikayesi…

Çevre korumacı Lawrence Anthony, fillerle iletişim kurabilmesiyle, kontrol edilemez derecede agresif filleri sakinleştirmesiyle tanınıyor. Anthony, arazilerine girdiği ya da saldırdığı için insanlar tarafından vurulan filleri, iyileştiriyor, sakinleştiriyor ve tehdit olmaktan vazgeçiriyor.

Anthony, Afrika’da yaşadığı evde ani bir kalp krizi geçirip yaşamını yitirdikten 12 saat sonra asıl "öykü" başlıyor.

Kurtardığı fillerden bir grup tek sıra halinde yürüyerek 12 saatlik yoldan Anthony'nin evinin önüne geliyor. İki gün boyunca evin etrafında kalıyorlar. 

Başka uzak yerden bir fil sürüsü de saatler sonra geliyor. Onların da yürüdüğü uzaklığa bakıldığında, yola Lawrence Anthony’nin öldüğü an çıktığı anlaşılıyor.

Bu iki fil sürüsü, kendilerine bakan, iletişim kurabildikleri, sevdikleri insanın ölümüne yas tutmaya gelmişler. 

Biliyorsunuz filler, ölüme yas tutan ender hayvanlardan. Ölü fil gördüklerinde kendi gruplarından olsun olmasın, yas tutar, bedeni açıkta kaldıysa üzerini dallarla ve yapraklarla örterler. Müthiş bir hafızaları var.

Anthony’nin öldüğünü nasıl anladılar bilmiyoruz. Ama kendilerinden çok farklı birine tuttukları yası görebiliyoruz…

Biz insanız, onlar fil…

Biz sözüm ona "etle tırnak"ız, onlar fil…

Ölülerini yollarda sürükleyen, çıplak bedenleri teşhir eden insan, ölülerinin üzerini dallarla kapatan, yas tutan fil…

 Biz insanız, onlar fil…

 Onların tribünleri yok…

 Kalabalıklara hava atma gereksinimleri yok…

 Onların gözyaşları var, bizim yok…

 Onlar fil, biz insan...

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar

"
"