08 Nisan 2019

Sanırım bende bir bozukluk var...

Her yolculukta insan, kendinden gider ve kendine gidermiş

Sizin "kendi halim" deyip sığındığınız bir yer var mı?

Ne zamandan beri "kendi halimizle" baş başa kalmadık?

Kentlerin boğucu karmaşasında ne kadar da zor değil mi?

Belki de imkânsız...

Bir yerde bulunuyorsunuz, ama orada yaşadığınızı hissetmiyorsunuz. İçinizde başka bir hayat dolaşırken, dışınız süklüm püklüm.

Giderek ruhunuz felce uğruyor. 

Bazılarına felce uğramış bir ruh iyi bile gelebiliyor.

"Dünyada mutlu yaşamak için, ruhumuzun bazı yönlerini felce uğratmak gerekiyor" demiş Nicolas Chamfort. Mutlaka bir bildiği vardır.

Ortalıkta bunca fıkır fıkır, şıkır şıkır kendini "mutlu" sanan insan varsa ruhları felce uğramış kalabalıklar arasında dolaşıyor olmayalım...

Çok yakın bir arkadaşım, "nerede kötü bir şey varsa onu bulup çıkarıyorsun" diye suçlar beni hep, hatta bunun hastalıklı bir hal olduğunu da sezdirmemeye çalışarak bakar yüzüme. O anlamadığımı sanır, ama ben anlarım.

"Yahu ben bulup çıkarmıyorum, sürekli önüme geliyor" derim, bir türlü inandıramam.

Oyumu verip, seçim sonuçlarına bakıp yola çıkarım diyordum.

Seçim bitti. Bir "İstanbul masalı" başladı.

Oylar yeniden sayılıyor, bir daha sayılıyor, bir daha sayılıyor. Siz bu satırları okurken hâlâ sayılıyor olabilir.

"Eeee ne var bunda, ülkede demokrasi var, hukuk var" di mi ama...

Ben de tam "ama" diye başlayacakken vazgeçiyorum. Her şeyin kötüsünü bulup çıkaran bir adam halim aklıma geliyor, vazgeçiyorum.

Bazı zamanlar oturup düşünüyorum, bende kalabalıkların dışında bir haller var diyorum. Bir bozukluk var diyorum. Psikiyatriye merak sarmaya başladım, ne varsa okuyorum, ne varsa dinliyorum.

Baktım hemen hemen hepsi bana uyuyor.

Anksiyete, stres, depresyon, bipolar, paranoid, şizoid, narsistik, say say bitmiyor.

Hepsinden bir tutam alıp mikserde karıştırıyorum. İşte ben.

Yok yok olmadı, biraz şizofreni azıcık da psikopat ekleyeyim tam olsun...

Fakat okumalar arttıkça kafam karışıyor.

Bu aralar kendime en çok şizofreni yakıştırıyorum. Hele geçen gün bitirdiğim Arno Gruen'in "Normalliğin Deliliği" kitabından sonra "tamam budur" dedim.

"Gerçek dünyada insani değerlerin yitimine katlanamayanlar 'deli' kabul edilirken insani köklerinden kopmuş olanlar 'normal' olarak onay bulur. Bizim iktidara yetkin gördüklerimiz ve yaşamımız, geleceğimiz adına karar vermelerine izin verdiklerimiz de onlardır..."

Benim en sevdiğim yere gelince, şöyle demiş Gruen:

"Şizofrendeki yarılma, duygu bütünlüğünü, yani iç dünyasıyla temasını koruma çabasıdır. Onun 'deliliği', aslında bütünlük olmayan, dayatılmış, ısmarlanmış bir 'bütünlüğe' karşı çıkıştır."

Hah, işte budur. Bunları o çok bilmiş arkadaşıma da en kısa zamanda okutmam lazım.

Çok mu zırvaladım...

Olsun, seviyorum bu halimi...

Yola çıkma, dağlara kavuşma zamanım yaklaştıkça bi hoş oluyorum. Her yolculukta insan, kendinden gider ve kendine gidermiş. Valla ben Cem Mumcu'nun yalancısıyım:

"Yola çıkın. Kendinizle zehirlenmemek, aidiyetlerin esiri olmamak, 'Ben, benim' diyebilmek için… Akamayan” hayatlar yaşıyoruz. Aidiyetlerle hapsedilmiş, kendimizle zehirlenmiş, 'ben, benim' diyemediğimiz hayatlar. Yolculuk, mahkumu olduğumuz konforu bozacak deneyime atılan ilk adımdır. 'Kendinden' 'kendine' gidiştir aslında..."

Dağlara gidiş, kendime gidiş mi bilemiyorum. 

İda'nın büyüsü tamam beni esir alıyor da, "kendi halim" dediğim yer acaba orası mı, onu da bilmiyorum.

Orada da bazı zamanlar kendimi yaşamıyor hissedebiliyorum. 

Evet, bir uyumsuzluk halim var, bunu kabul ediyorum.

Bu konuda da bir destekçi buldum kendime. Jeanette Winterson'a sığınıyorum:

"Çivisi çıkmış dünyaya uyum sağlayamamak, ruhsal bozukluk değildir..."

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar

"
"