21 Aralık 2018

"Kaldıysa hâlâ masumiyetimiz"

Ya hayatımız için hiçbir anlamı olmayan şeylerle kavrulmayı bekleyeceğiz ya da sıçrayıp kurtulacağız...

Gece güzeldir...

Müziğin gerçek tadı gecenin büyüsündedir.

Kelimelerin de öyle.

Gündüzleri ayağınızın biri bilgelikte diğeri ıvır zıvırdadır.

Gece toparlanırsınız, bilgelik tarafında varoluşunuzun gizli dünyasına dalarsınız. Bazen bir sözcük takılır aklınıza, bazen küçük bir tını sizi hayallere götürür. Bazen uzun yıllar ötesinden bir film sizi bugünlere taşır.

Bu gece işte o filmlerden biri geldi.

Ertem Eğilmez'in sinemamıza armağan ettiği, Şener Şen'in harikalar yarattığı o filmi bilirsiniz:

"Namuslu"

Bugünlerde en çok arayıp durduğumuz, bir türlü bulamadığımız, vazgeçtiğimiz, yok saydığımız, görmezden geldiğimiz...

Ali Rıza Bey, kendi halinde dürüst ve namuslu bir mutemettir. Çevresinde ve ailesinde itilip kakılmakta, hor görülmektedir. Birgün, işyerine ait yüklü miktarda parayı çaldırır. Ancak, ne yaparsa yapsın, parayı çaldırdığına kimseyi inandıramaz. Parayı Ali Rıza Bey'in çaldığına inanan herkes, onun etrafında pervane olmaya başlar. Namuslu, namussuz olmadığını anlatmak için ne kadar çırpınırsa çırpınsın nafiledir. Zaman namussuzlar zamanıdır.

Film çevrileli tam otuz üç yıl olmuş.

Bu günlere ne kadar benziyor değil mi?

"Birdenbire namussuz olmak lazım gelseydi, pek az adam namussuz olurdu." diyor Mithat Cemal. Her şey gıdım gıdım oluyor. Tıpkı kurbağanın başına gelenler gibi. 

Kurbağayı kızgın suya bıraktığınızda kendini hemen dışarı atıyor. Aynı kurbağayı ılık suyun içine koyduğunuzda, öylece kalıyor. Suyu yavaş yavaş ısıtmaya başlıyorsunuz. Hiç hareket yok. Su kaynıyor ama kurbağa hala kaçmıyor. Öyle bir rehavet ki kavruluncaya kadar sürüyor.

Kurbağanın başına gelenler ne kadar tanıdık geldi değil mi?

İnsanlıktan çıktığımız, kavrulmaya başlayınca  "dank" ediyor, geç oluyor.

Oysa her şey ne kadar kolay... 

Açık yüreklilikle kendimize bakacağız. "Ben kimim" diye soracağız. Güçlü yanlarımızı, eksik yanlarımızı, dökülen yanlarımızı, yalanlarımızı, doymazlıklarımızı, ıvır zıvırlarımızı, ne idüğü belirsiz alışkanlıklarımızı şöyle bir önümüze koyacağız.

Sonra "tamir" işine girişeceğiz. Farkındalığımız artacak. Rehavete kapılmayacağız. Önümüze gelen her şeye balıklama dalmayacağız. "Neden" diye soracağız.

Yanlış adımlarımızı geri çekmeye başlayacağız. Bir adım daha atmayacağız. Eğer atıyorsak o artık seçimimiz olacak, kavrulmaya razı olacağız. Çok hoşumuza gitse de, içimizi gıdıklasa da ret etmesini öğreneceğiz. Verilenleri sağına soluna bakmadan alıp sonra yakınmalardan, ağlaşmalardan vazgeçeceğiz. Bizi kendimizden geçiren "lay lay lom" günleri sonrası dizlerimizi dövmenin bir anlamı olmadığını içimize iyice sindireceğiz.

Ruhumuza sinmeyeni ilk gördüğümüzde, kendimizi fırlatıp dışarı atacağız. 

Kaçacağız...

Tabii ruhumuz varsa...

Yüzümüz hala kızarabiliyorsa...

Utanma duygumuzu henüz yitirmemişsek... 

Her şey bizde, elimizde, ne yapıyorsak biz yapıyoruz. Önceliklerimizi biz belirliyoruz. Yetmezliği biz seçiyoruz. Oysa bilgeliğe giden yol en azıyla yetinmekten geçiyormuş. Her şeyden az az. Yeteri kadar değil, en az...

Kolombiya’nın dünyaca namlı uyuşturucu baronu Pablo Escobar’ın muhasebe işlerini yürüten kardeşi Roberto Escobar, kartelin en büyük sıkıntısını anlatırken; “Parayla ilgili tek sorunumuz vardı, o da çok fazla olmasıydı!” diyor.

Fazla bizi bozuyor, bizi zıvanadan çıkarıyor, doymaz, arlanmaz hale getiriyor. Çaresiz bırakıyor.

Bizi çok sevsin istiyoruz...

Bizi çok sevsinler istiyoruz...

Bizi çok mutlu etsin istiyoruz...

Hep istiyoruz, hep en çoğunu istiyoruz.

Hep birilerinden istiyoruz hep birilerinden bekliyoruz.

Birilerine bakarken, birilerinden beklerken kendimize bakmayı, kendimizi sevmeyi, kendimizi mutlu etmeyi unutuyoruz. 

Kendimizle baş başa kalmaktan, yalnızlıktan korkuyoruz. Şöyle uzanıp, saatlerce tavana bakmayı delilik sanıyoruz. Oysa beynin en çalışkan olduğu anlar, tavanlara bakıp kaldığımız, boş boş baktığımızı sandığımız anlarmış.

Kolay değil, biliyorum...

Ama top kimsede değil, kimsenin buyruklarında değil...

Top bizde...

Ya hayatımız için hiçbir anlamı olmayan şeylerle kavrulmayı bekleyeceğiz ya da sıçrayıp kurtulacağız...

Çok bunaldık biliyorum...

Hadi size bir gece yarısı şarkısı. Hem de Sezen'den ve aşktan ve de masumiyetten:

"Aşk koruyabilir bir tek
Kaldıysa eğer hâlâ masumiyetimizi
Biz altında imzası olan aşıklar
Böyle yazdık vasiyetimizi"

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar