Dostum, "Buralarda tek başına sıkılmıyor musun" diye sorduğunda ne yanıt vereceğimi bilemedim.
"Yooo" dedim.
Ne söyleyebilirdim, nasıl anlatabilirdim ki...
"Tek başına olma kapasitesi, aşık olma kapasitesidir. Belki sana çelişki gibi görünür ama değildir. Sadece tek başına olabilme yeteneğine sahip olan insanlar aşk yeteneğine, paylaşım yeteneğine, başka bir insanın özünün daha derinine gitme yeteneğine sahiptir."
O an hemen aklıma gelseydi Osho'nun sözlerini aktarırdım dostuma.
Kendinize bir kahve yapın.
Rahat bir koltuğa oturun, sırtınızı yaslayın.
Hayatınızın ne kadarında tek başına olma yeteneğine sahip oldunuz, bir düşünün. Tek başınıza aslında neler başarabilirmişsiniz de farkında olamamışsınız. Akıp giden zamanın ne kadarını güzelliklerle doldurmuşsunuz da ne kadarını çarçur etmişsiniz. Tek başınıza olduğunuzda yalnızlığınızla ne kadar buluşabilmişsiniz...
Bir "yalnız" insanın tek başına neler başarabildiğini okudum geçen gün.
Ülkesinde tek başına okuma yazma seferliği başlatıyor. Bakıyor ki doğru dürüst bir alfabe bile yok, 500 sayfalık bir alfabe yazıyor bugün de güncelliğini koruyan. Kendi parasıyla dar gelirli çocukların bedava eğitim alacağı okullar açıyor.
Ülkesinde kıtlığın yaklaşmakta olduğunu sezip, yine bir seferberlik başlatıp, aç kalmamanın yollarını gösterip, aşevleri sağlık ocakları kuruyor.
Dünya çapında şiddet karşıtlığı, pasif direniş ve vicdani ret üzerine görüşleriyle bir hareket başlatıyor.
Evet tek başına...
Bitmedi...
Devlet kurumlarını, kiliseyi, çarlık rejimini, hukuksuzluğu açık açık eleştiriyor, daha geniş kitleler de okusun diye kitaplar yazıyor, kimseler basmaya yanaşmadığından matbaalar kurduruyor.
Herkese aynı özenle yaklaşıyor, tüm ziyaretçileriyle görüşüyor, hiçbir mektubu yanıtsız bırakmıyor, elli bin mektup kaleme alıyor.
Tarımla, arıcılıkla ilgileniyor, yaşı ilerlemiş olmasına karşın İbranice ve eski Yunanca öğreniyor. 70 yaşında bisiklete binmeyi öğreniyor ve insanları özendirmek için çeşitli çalışmalar yapıyor.
Eveeet...
Bu arada, başta "Savaş ve Barış" ve "Anna Karenina" olmak üzere sayısı yüze varan kitaplar yazıyor.
Tanıdınız tabii ki..
Tolstoy...
Daha birçok şey yapıyor...
Ayrıntı isteyenler, Everest Yayınlarından çıkan "Tolstoy: Bir Rus Hayatı"ndan yararlanabilir.
Ondan kimse bir şey istemiyor, zorlamıyor, ama o yaşamının tüm anlarını değerlendirmeyi kafaya koymuş bir kere. Üstelik hep tek başına başlatıyor, yapıyor.
"Yav o Tolstoy" dediğinizi duyar gibiyim.
Tolstoy olmamız şart mı?
Şu an kahvemizi içerken bir düşünelim, neler yapabilirmişiz. Neler yapmamışız. "Ivır zıvıra" harcadığımız hayatlardan kim bilir ne hayatlar çıkarabilirmişiz.
Buralarda bahar tam anlamıyla patladı.
Bahar, ayrım yapmadan herkese geliyor, herkesi kucaklıyor, Tıpkı Orwell'ın dediği gibi:
"Baharın zevkleri herkese açıktır ve hiçbir maliyeti yoktur..."
İda, biliyorsunuz söylencelerin, öykülerin, hayallerin, renklerin, kokuların, seslerin sarmaş dolaş olduğu bir büyülü hayat...
Direksiyonu Çamlıbel'e "Dayı"nın yanına doğru çevirdim.
İçimde çöpe attığım zamanların, farkına varamadığım yalnızlıkların vicdan azabı...
Çamlıbel'in girişinde yol kenarında, Kazdağları'nın tüm renklerinin buluştuğu yerde İda aşığı Tuncel Kurtiz yatıyor.
Küçük bir taşın üzerinde "Biz geldik dayı" yazmışlar. Üzerine İda'nın tüm çiçeklerinden yorgan yapmışlar...
İnsana huzur veren bir yer burası. Zeytinler salınıyor, bir şey anlatıyorlar gibi. İçinizdeki sesler coşuyor. Başka bir hayata geçiyorsunuz.
Tek başıma oturdum "Dayı"nın yanına...
"Tek başıma olma kapasitemle" ve "başka bir insanın özünün daha derinine gitme yeteneğimle" ilgili düşüncelere daldım...
Kendime sorular sordum.
Acaba tek başına olmak yalnızlığımızla buluşmamız için yeterli miydi?
Tolstoy, yalnızlığıyla buluşabilmiş nadir insanlardan olduğu için mi onca işin altından kalkabilmiş, tüm zamanlarının kıymetini bilebilmişti?
Hızlanan, kalabalıklaşan "aç gözlü" hayat, yalnızlığımızla aramızda bir "kara kedi" mi oluyordu?
Acaba yalnızlığımızın farkında mıydık?
"Paylaşılamayan yalnızlık" gerçek hayatımız olabilir miydi?
"Başka bir insanın özünün daha derinine gitme yeteneğimiz" acaba bazı zamanlar başımızı belaya mı sokuyordu?
Sorular uzayıp gidiyordu.
Yoruldum, durdum...
Belki de her şey Nietzsche'nin üç kelimesinde gizliydi:
"Hepimiz sadece kendimizleyiz..."
"Dayı" ile vedalaştım...
Yalnızlığıma döndüm...