26 Mart 2016

Dinle küçük adam...

Bu adamlar ruhlarını arama, bulma dokunma ihtiyacını hiç mi hissetmez?

Küçük adam, küçük olduğu fikrini kendinden uzaklaştırmak ve unutmak için çırpınır durur. Paçasına yapıştıklarının gücü kendisindeymiş gibi bir vehimle avunur. Sahip olmaktan, arsızlıktan vazgeçmektense köleliğe razı olur.

Doğada her şey "tıkır tıkır" işlerken insanlık halleriyle hiç ilgisi olmayan "ıvır zıvırlara" dair söz  söylemek, bir şeyler yazmaya kalkışmak bunaltıcı oluyor. Ama bazı zamanlar içiniz "fokurduyor" kendinizi durduramıyorsunuz.

Çocuklara aslında "kol kanat" germesi gereken vakıfta, cinsel istismar olayları yaşanmış, savcı iddianameyi yazmış ve kabul edilmiş. Basınlıktan çıkmış kağıt parçalarına dönüşmüşler önce suskun. Ta ki, aileden de sorumlu bakanın "Buna bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz" veciz sözlerine kadar.  Sonra ortalık toz duman...

Ayıp demek yetmiyor. Bu nasıl insanlık, bu nasıl vicdan diyesim geliyor, vazgeçiyorum...

Az önce gördüm.

17 - 25 Aralık yolsuzluk skandalının kilit ismi Rıza Sarraf'ın Amerika'da tutuklanmasıyla şoke olan malum medya önce önemli olayı görmezden gelirken Sabah gazetesi "harika" bir fikir bulmuş. Sarraf'ı tutuklayan savcı  Preet Bharara'nın elindeki ödül plaketini fotomontajla Türkçe bir plakete dönüştürüvermiş.

Tabii sosyal medyada gerçeği bulunuveriyor. İnternet "cinleri" de gırgır geçmeye başlayıvermiş. Herkes kendine göre bir plaket monte edivermiş. Yazdıkları gülünesi şeyler de cabası. İşte onlarda biri:

"Reza'yı almışlar patron.

Yine mi paraleller...

Hayır, bu kez federaller."

Ülkede neredeyse bir fenomen haline dönüşen, siyasilerin elinden ödüller alan, gazeteci kılıklıların paçasından ayrılmadığı Sarraf, tutuklandıktan sonra, "hiç tanımıyorum", "bana ne" yarışına girenleri ve "sıvışmaya" çalışanları siz de ibretle izliyorsunuzdur.

Biraz geçsin, "küçük adamlar"  yeni "formüller" üretmeye başlarlar.

Can Dündar ve Erdem Gül'ün duruşmasından günlerce önce başlayan "atmasyon" manşetler  neredeyse mahkeme yerine geçmişti. İşte onlardan bir örnek:

"Can Dündar'ın casusluk davasında deliller mahkemede,

Kalemini FETÖ’ye satan Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar'ın 'casusluk' suçlamasıyla Cuma günü hakimin karşına çıkacağı öğrenildi."

Can Dündar'ın savunmasını okuduktan ve bu ülkede neler olduğunu tekrar gördükten sonra, hangi "numaraya" sığınacaklarını da çok merak ediyorum.

"Küçük adamlar"ın yaptığı iş gerçekten çok zor. Yalakalık gibi bir zenaatı seçmişler. Yalnız medyada, siyasette değil, şöyle etrafınıza dikkatli gözlerle baksanız hemen her yerde "hazır ve nazır" oldukların göreceksiniz. "Ağabeyleri" ne derse o. Tombalak tombalak üstüne. Her yanları vıcık vıcık. Çok da kötü kokuyorlar...

Bu küçük adamlardan tiksinme krizine girdiğim zamanlarda,  Wilhelm Reich imdadıma yetişir:

"Sana şunu söyleyeyim küçük adam; içindeki en iyi şeylerin anlamını yitirdin. Onu boğdun başkalarında, çocuklarında, karında, kocanda, babanda, annende, nerede gördüysen orada onu öldürdün. Sen küçüksün ve küçük kalmak istiyorsun küçük adam..."

Bu küçük adamlar hiç mi gerçeklerle yüzleşme sancısı yaşamaz, hiç mi ruhlarını arama, bulma, dokunma ihtiyacı duymaz?

Nasıl bir hayattır?

Gerçekten yaşadıklarını sandıkları hayat  mıdır?

Bence gelsinler Charles Bukowski'yi dinlesinler:

"Bazı gerçeklerle yüzleşmek can acıtsa da, hayatınızı ipten alır…"

Zombi gibi ömür tüketmeye değer mi?

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar

"
"