Elektrikli sandalye çok sadisttik bir metafor olacak ama aklım oraya kayıyor. Türkiye’nin aydınlık yüzü, çoğulcu demokrasinin sigortası sayılacak aydınları, yazarıyla, siyasetçisiyle elektrikli sandalyeye oturtulmuş sürekli voltajı yükseltiliyor. ‘Bakalım hangi can buna dayanır’ diye mi bu acımasız yüklenme, yoksa kırılma noktasından parlayacak bir siyasi zafer mi planlanıyor? Otoritenin bir acı üretim fabrikasına dönüşmesi iktidarın yaptırım gücünü pekiştirir diye düşünüyorlarsa, işte tam da burada hükmetmekte olan siyasetin akıl yürütme yordamına patolojik tanı koyma vakti gelmiş demektir.
AKP bir yandan mağduru diğer yandan da saldırganı oynarken bu davranış yarılmasının aslında bir korku refleksiyle ortaya çıktığını görürüz. Kendi gibi olmayan, kendi gibi düşünmeyene karşı sıfırlayıcı bir baskılama eyleminde bulunması iktidarın ne kadar paranoid şizofreniye varan bir takıntıya saplanıp kaldığını gösterir. Kendi varlığının, yoksa devletin varlığının mı(?) bekasıdır esas gözetilen artık oldukça belirgin bir hal alıyor.
Evet voltaj acımasızca ve fütursuzca yükseltiliyor. Belki de tuhaf bir zevk veriyordur bu can havli sınaması. Siyasetin insani boyutu gözden çıkarılmış gibi. Hedef alınan muhalif kesim oturtulduğu bu elektrikli sandalyeye ne kadar dayanır bilemeyiz. Karşıtlarından sert bir karşılık alıp hararetini tam güçle açığa çıkarmak için ince ayar peşindeyse iktidar, çatışma ve ezip geçme iştahı artıyor demektir. Bu tutum sonu gelmez bir deliryumun işaretlerini veriyor.
Siyasetin kronik bir hınçla yapıldığı Türkiye’de, demokrasi iradesinin çıkıp çıkıp tekrar içine düştüğü bu balçık çukuru ne zaman kuruyacak bilinmez; ancak, çoğulcu demokrasinin kökünün kurutulmaya çalışıldığı da ortada. Her değişik fikri kendi varlığına karşı bir tehlike olarak algılayan bir düşünce yapısı asla demokrasiyi sağlığına kavuşturamaz, aksine onu daha da hasta kılar.
Türkiye’nin içine düştüğü bu duruma üzülmemek elde değil. Hapishaneler düşünce suçundan yatan aydınlarla dolu. Sırf onlara –diz çöktürtmek adına– olmadık suçlamalarla yargının gücünü dayatmak orantısız güç kullanımı demektir. Devletin tüm organlarını kendi otoritesinin etkisini artırmak üzere araçsallaştıran herhangi bir siyasi akıl, mutlaka bir yerde iflasın eşiğine gelecektir. Elbette ki, bu arada kırılan vazoları tamir etmek mümkün olmayacaktır.
Zararın neresinden dönülürse kardır diyoruz da, zarardan zamanında dönmesini bilecek bir iradenin ne zaman ortaya çıkacağını kestiremiyoruz. İntikam hırsıyla yapılan her şey dönüp sahibini bulur. Kendine reva görmediğini başkasına reva görmek her zaman adaletsizliği ve onulmaz moral yaraları üretmiştir. ‘‘Tarih tekerrürden ibarettir’’ deyişini bir tarafa bırakıp ‘tarih tükürdüğünü yalamaktan ibarettir’ deyişini dolaşıma sokalım... Yanlıştan dönmek de pişmanlık duymak da bir erdemlilik göstergesidir, zayıflık değil... Ah! Bu erkeksi, eril hallerden bir kurtulsa Türk siyaseti...