25 Kasım 2016

Sürekli eşikte olma durumu

KKTC diye bir devletin tanınma olasılığı hiç, hem de hiç yok...

1960 doğumluyum 1963-64 çatışmalarını parçalı bellek kıvamında olsa dahi hatırlayacak yaştayım. Mevzilerle evimiz bir oldu. Sivil yaşam nedir bilmedik. Üniformalıların beylik, ağalık yaptığı dönemlerden geçtik. Rumlar Enosis dedi biz Taksim. İtiştik kakıştık, öldük öldürdük. 1974’ün Büyük İskender’in kılıcı gibi düğümü koparacağı düşünüldü ama kopardığı şey sadece iki toplumun ta kendileriydi. Bir garantörün nasıl işgalci olabileceği de tarihe yazıldı böylece.   Yine de kaçınılmaz gerçekliklerin dayatmasıyla, onca kopma ve ayrılık salınmalarından sonra bütünleşmenin, barışmanın ve bu adayı ortak vatan yapmanın gerekliliği üzerinden birbirimize doğru yürümeye başladık; istekli ya da isteksiz.

Çözüm ve barış adına değişik ideolojik temsil yükümlülüklerine rağmen, farklı dönemlerde farklı liderler görüşmeler yapıp bazı anlaşmaları kalıbına oturtmayı başarabildiler. Her çözüme yönelik yoğunlaşma sürecini barışın eşiğindeymişiz gibi algıladık ve mutlu son için hayaller kurduk ama her defasında da hayal kırıklıklarından bitap düştük. Elbette ki ne Enosisçilerin ne de Taksimcilerin avlu attığını kimse söyleyemez; ancak barış güçlerinin bu akıl almaz beceriksizliği ve basiretsizliği de yabana atılır bir kabahat değil. Tuhaf bir aldırmazlık ve heves arasında barışın flörtçüleri durumunda olan sivil toplum örgütleri ve partiler hiçbir zaman zorlayıcı bir tazyikin gerçekleşmesine öncülük yapamadılar. İstek beyan etme şölenine dönüşen mitinglerin etkisizliği ve toplumun ikircikli halleri yüzünden barış istemeyen ayrılıkçı siyasi kesimler ise nerdeyse alay edercesine bu hazin durumun seyirciliğini yapıyorlar.

İşte böylesi bir kırılgan siyasi ortamda ortaya Mustafa Akıncı çıkar ve şu içinde bir ömür tükettiğimiz sürekli eşikte olma durumunu aşma konusunda yeni bir umut olur. Sözümüzü sakınmadan ve birçok şüpheci arkadaşla da dalaşma pahasına Akıncı’nın çözüm sürecinde gereken performansı göstereceği konusunda güvenimizi belirttik. Seçim döneminde yapılan destek toplantılarında katılımcıların arasında beliren bazı simaları gördükçe moralim bozulmadı değil ancak maymun iştahlı davranmanın yeri ve zamanı değil diyerek yazılarımızla tartışmalarımızla insanları Akıncı’ya oy vermeye ikna etmeye çalıştık.

Bir toplantıda ‘‘Türkiye’yle kavgaya hazır mısın?’’ diye sormuştum kendisine. Cevabı ‘‘Kimseyle kavga etmeye gelmiyorum’’du. Ancak öyle görünüyor ki ortak vatan inşa etmeye çalıştığı Rumlarla kavga etmeye epeyce hevesliymiş. Bir kere kendisi de bunu çok iyi bilmelidir ki, ne nicel ne de nitel olarak şu ateşkes rejimini legalize etme anlamına gelen hamleleri Rum liderliği hiç bir zaman olumlu karşılamayacak. 1974 yılı itibarıyla yüzde 18 toprağa ve yüzde 12 nüfusa sahip bir toplumun de facto durum yaratarak ezici çoğunluk olan bir toplumun tepesine binmeye çalışması biraz da pişkinliğe girer. Rumlar için bıçağın kemiğe dayandığı anı bir kazanım olarak kendi hanene yazdırmaya çalışman ise diplomasi etiğine sığmaz. Yoksa eğer tıpkı 74 ruhu gibi ‘‘kanla alınan kalemle verilmez masada’’ moduyla bu görüşmeler yapılacaksa hiç yapmayın daha iyi. En azından KKTC’yi yaşatma konusunda ısrarlı olan ve Rumlarla bir anlaşmadan yana olmayan sağcı kesim bu konuda daha samimi.      

Her neyse... Anastasiadis’in açıklamalarını bu sabah dinledim. Akıncı gibi kırılganlık ve öfke içeren hiçbir hissiyat durumu yok. Karşı tarafı suçlayıcı hiçbir ifade yok. Türkiye’nin perde arkası müdahalelerine yenik düşen Akıncı’yı rencide etmemek için söylemlerine özen gösterdikleri çok belli... İyi de ne olacak bu işin sonu? Bakınız, Anastasiadis’e soruyor bir gazeteci; bir çıkmaz söz konusuysa B planı var mı(?) diye. Cevap: ‘‘Kıbrıs Cumhuriyeti... Bizim tanınmış uluslararası bir kimliğe sahip devletimiz var’’. Aynı soruyu Akıncı’ya sorsak cevabı KKTC mi olurdu? Peki görüşmelerin samimiyeti mi kalır bu durumda? Galiba sürekli eşikte olma durumuna alışmaktan başka tercih kalmıyor önümüzde. Çünkü KKTC diye bir devletin tanınma olasılığı hiç, hem de hiç yok... 

Yazarın Diğer Yazıları

Kadın ve eril tahakküm

Üçüncü bir yol düşünmeden, ille de iki yoldan birini seçmek durumunda kalmak yeni bir anlayış ortaya koyamamanın sıkıntısından kaynaklanır sanırım

İçimizdeki ceset mi cenin mi?

Hiçbir zaman olmadığı kadar içinde yaşadığımız şu doğanın dışarısı olan evlerimizi sorguluyoruz şimdi. Mobilyalar, eşyalar yaşantımızın birer uzvuna dönüşerek hiç aklımıza getirmediğimiz nesne ontolojisinin bir parçası kıldı bizi

İktidarlık temsili ve mutlak ben

Tüm bu önlemler toplumun ve yurttaşlar olarak bireylerin taleplerine karşılık verecek önlemler olarak değil, iktidarın kendini ve temsil ettiği devleti nasıl koruyacağı üzerine kurgulanmıştır

"
"