Kıbrıs’ın şu kanlı bıçaklı iki toplumunun kendi yazgısını ‘‘unutmama’’ gibi takıntı içeren bir kavram üzerine şekillendirmesi hiç de rastlantı değildir. Yarım asrı aşan bir kayıp zamanın unutmamaya odaklanan bir aklın ürünü olduğunu düşünürsek üstesinden gelinmesi zor bir paradoksun içine çakılıveririz. Çözüm ve barış arayışlarının nerdeyse sürekli ertelenen bir orgazma dönüşmesi her şeyden önce barışa duyulan sosyal iştahın azalmasına yarıyor. Hem zihinsel hem de tinsel kopmanın eşiğine gelmiş toplumlar olarak ne istemediğimize değil de ne istediğimize odaklanmasını bilseydik amaç diye bellediğimiz barışı gerçekleştirebilirdik. Sürekli kendi mağduriyetleri üzerinden bir haklılık kavgası yürüten Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler, anlaşmazlığın giderilmesini kendi öz çıkarlarının tatmin edilmesiyle bir tutuyorlar. Oysa sonuçta kazanan tüm Kıbrıslılar olacaktır.
Biliniyor ki 1963’den 1974’e Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yönelik aldırmazlık tavrı, Taksim’e yönelik bir dışta kalma stratejisiydi. Bu durum yine şimdiki gibi bir çeşit ateşkes durumuydu. Elbette ki bu yazıda bir çatışma veya çözümsüzlük anatomisi kurgulamaya yeltenmeyeceğim. Ancak 1974’den sonra ortaya çıkan durumun bir sonuç evresini yaşamanın eşiğine gelmiş bir toplum olarak reflekslerimizi gözetmeden de edemeyeceğim.
Katliamları, kayıpları, travmaları içeren bir trajedinin gerek aktörleri gerekse figüranları olarak bir iç hesaplaşmanın eşiğine gelmiş olduğumuzu düşünüyorum. Biz Kıbrıslı Türkler ve o dönemlerde yönetimde olan yüksek rütbeli askeri erkan ve bürokratlar, evlerini, köy ve kentlerini terk eden K. Rumların mallarını öyle bir yağmaladılar ve ganimet paylaşımı yaptılar ki hala bugün bu ganimetin faydasını görmeye devam edenler var. O da yetmedi taşınmaz mallarını tapu vererek herkese adaletsiz bir şekilde dağıttılar. Güneyden gelen K. Türklerden eşdeğer mal koşulu ya da Mücahitlik puanı aranırken Türkiye’den taşınan nüfusa şu gazi, şu şehit ailesi şu tarım gücü diyerek K. Rumların malları dağıtılmıştır. Tüm bu Osmanlı fetihçi edaları taksimi gerçekleştirmek için topluma verilen siyasi rüşvetten başka bir şeyi işaret etmiyor.
Şimdi Mustafa Akıncı’nın liderliğinde, K. Rumları temsil eden Nikos Anastasiadis’le çözüm ve barış görüşmeleri –temkinli– iyimser bir ortamda devam ediyor. Koskoca kayıp bir zamanın getirisi götürüsü hesaplanmadan sadece kendimize yapılacak bir iyilik için barışmasını bilmeliyiz. İşte şimdi bir başka savaş başlatılmış durumdadır. Ganimete yan gelip ‘‘vatan millet’’ belagatiyle yarım asırdır çözümsüzlük sürecini istismar edenler başka saflarda dirlik olup barışı engellemeye çalışıyorlar. Beslendikleri dürtü kaynağı ise Brüt milliyetçilik; hatta daha da gerisi Osmanlılık... kanla alınan, kalemle nasıl verilecek masada?
Oldukça keskin bir ikilemin yol ağzındayız. Adaletse adalet ama her iki toplum için de. Empati yeteneğimizi, ahlak nosyonumuzu, duygu ve mantık ölçülerimizi budun merkezci bir salınmayla değil insani aklın elverdiği şekilde dolaşıma sokmalıyız. İyi olan bu değil mi? İşte tam da burada Soren Kierkegaard’ın Kaygı kavramı üzerine yazdıkları geliyor aklıma. ‘‘İyi olana karşı kaygı’’nın demonik bir içe kapanma halinden kaynaklandığını söylüyor filozof. İçe kapanık yaşayan ve dışarıyı mevcudiyetine karşı bir tehlike olarak görenler demonik karakterlerdir. Çözüm ve barış bizler için aynı zamanda bir dışa açılmadır, iyiliktir. İyilik ve kötülük çatışkısının mülkiyet gibi maddi bir meselenin üzerine kurgulanması da ayrı bir sapmayı işaret ediyor. ‘‘Mülkiyet bir insan hakkıdır’’ diyen Birleşmiş Milletler’in kararlarına karşı işgalci ve yayılımcı bir edayla savaş ganimetini savunma gibi bir bayağılığı siyasi görüş çerçevesinde ele almanın saçmalığını yaşıyoruz şu aralar.
İşte bu yüzden hemen Güven Artırıcı Önlemler kapsamına giren her ne varsa hızla hayata geçirilmelidir. Bir hayalet kent olan Maraş hemen öz sakinlerine iade edilerek barışı oradan inşa edebiliriz. Tökezleme, gerileme ve rölantiye alma o koskoca kayıp zamana biraz daha en katmaktan başka işe yaramaz. Maraş kentinin yeniden yaşama döndürülmesi zaman alacak ama bir iyileşme sürecini de başlatacağından Maraş’ı inşa etmek barışı inşa etmek anlamına da gelecek.
Bu arada Denktaş’tan sonra gelen her lidere gerek bir sanatçı gerekse de Sanatçı ve Yazarlar Birliği Başkanı olarak sürece katkı sağlayacak bir öneride bulundum. Savaştan sonra K. Rumların terk ettiği evlerden ve kurumlardan toplanan ve şu anda arşiv depolarında bekleyen K. Rum sanatçıların sanat eserlerinin iade edilmesi önemli bir iyi niyet göstergesi olabilir. Nerede kaldı ki bu eserlerin sahipleri zaten onlardır. Tekrar aynı öneriyi gündeme getirmenin faydası vardır. Depolarda çürüyen bu eserleri sahiplerine iade edin... Sadece sanat eserlerini değil değerli kütüphanelerden toplanan kitapların da iade edilmesi gerekir. Bunun yanında kültürel miras sayılan kiliselerin tekrar öz işlevlerini görecek şekilde düzenlenerek ibadete açılması lazımdır. Tüm bunlar karşılıklı adımlar atılarak yapılabilir ve iyiye karşı duyulan demonik duyguların karşısında kötüye karşı kaygı duyan iyicil insani duyguları yüceltebiliriz.