11 Ekim 2016

Barbarlar da hümanisttir

Savaş severlik insan severliktir; çünkü savaşmak karşıdakini gerekli kılar

Bombardıman; yıkım, kan, ölüm... Dua ve beddua. En ağır silahlar ve en ağır beddualar arasında geçen bir savaş. Çocuk ölülerine karşı bir yürek paralanması rolüne kapılan vicdan edebiyatçıları kendi içine ağlayanları kendilerinden daha az insan sayarlar ya... Bilmiyorlar mı ki, her savaş en fazla çocuk bedenini sever? Masumiyet kışkırtıcıdır da ondan. Peki savaşta yok olanlar yok edenlerden daha mı hümanist? Yoksa biz içimizdeki barbarı saklamak için mi kınıyoruz masumların katledilmesini?  

Barbarlar da güler. Sevişip eğlenirler. Arzu da ederler nefret de. Barbarlar da hümanisttir, yaptıklarından utanır ve özür dilerler tıpkı medeni insanlar gibi. Güçsüzlere yardım ederler, kurtarıcıdırlar, koruyucudurlar, onlar da çokça  merhametlidirler. Barbarlar için de dostlar ve düşmanlar vardır. Onlar da mesafeyi ve kuşkuyu severler. Barbarlar için savaş ittifaktan daha önemlidir. Barbarlar da stratejiyi bilir. Kasıtlı uzaklaşmaların çok toplumluluğu yarattığını bildiklerinden birleşmeye yönelik her eğilimi mahkûm ederek bir ayrılıklar kültü yaratmak istiyorlar; bu, onların sosyo-politik stratejilerinin bir parçasıdır. Barbarın savaşçı etkinliği hep kendi iradesinin yasasına itaat eder.

Kendine utku adayan ve utkuya adanan her barbar savaş severdir. Savaş severlik insan severliktir; çünkü savaşmak karşıdakini gerekli kılar. Her utku kendi kurbanını arar. Kurbansız adanmak barbarlığa sığmaz. Kurbanlar aslında barbarların hayranlık nesnesidir. Bu nedenle barbarlar kurbanlarını sevmek zorundadır. Kurbanın bu sevgi karşısında en azından boşuna ölmediğini bilmesi barbarın en büyük tesellisidir.

Önce barbarlık gelir sonra kültür ve uygarlık. Çünkü kültür ve uygarlık barbarlığa karşı direnme ihtiyacından ortaya çıkan ontolojik bir gereçlenmedir. Ve maalesef her uygarlık kendi içinde bir parça barbarlık taşır. Başlangıçta barbarlık vardı. Hatırlamanın gerekli olmadığı zamanlarda, alışkanlığa yüz tutmuş ne kadar davranış ve inanç varsa hepsini yerinden koparan bir içinden çıkma eylemiydi barbarlık. Bugünün estetize edilmiş barbarlığı, aynı şeyi sevgi ve bağış adına yapar; bahşedicidir, çünkü insan severdir. “Hiçbir şey kalıcı değildir” onlar için. Bu yüzden kalıcılaşmanın içine bir burgu gibi girer ve kendi sarmal boşalma kanalını oraya tesislendirir. O andan itibaren her kültür artık arkeolojik bir kalıntıdır. Her yıkımın, çöküşün bir yeniden üretme döngüsü vardır.  Barbarlık, üretimi mahkûm etmeyi sever ama mahrum etmez. Tutsaklık mahrum edicidir ama mahkûmiyet bir gözaltı durumu yaratır. Her barbarın yeniden yıkma iştahını beslemesinin tek yolu, kurbanın mahkûmiyet altında kendini yeniden üretmesinin ortamını sağlamaktır. İşte bu yüzden hümanisttir barbarlar. Tıpkı et yiyici hayvan severler gibi...

Her uygarlık aslında biraz da barbarlık tarihi içerir. Kültür ya da merhamet de ne oluyor? İçimizde yaşayan vahşi savaşçıyı evcilleştirmenin ayar düğmesi mi? Biz ne kadar barbar, ne kadar uygarız? Soruyorum işte... 

Yazarın Diğer Yazıları

Kadın ve eril tahakküm

Üçüncü bir yol düşünmeden, ille de iki yoldan birini seçmek durumunda kalmak yeni bir anlayış ortaya koyamamanın sıkıntısından kaynaklanır sanırım

İçimizdeki ceset mi cenin mi?

Hiçbir zaman olmadığı kadar içinde yaşadığımız şu doğanın dışarısı olan evlerimizi sorguluyoruz şimdi. Mobilyalar, eşyalar yaşantımızın birer uzvuna dönüşerek hiç aklımıza getirmediğimiz nesne ontolojisinin bir parçası kıldı bizi

İktidarlık temsili ve mutlak ben

Tüm bu önlemler toplumun ve yurttaşlar olarak bireylerin taleplerine karşılık verecek önlemler olarak değil, iktidarın kendini ve temsil ettiği devleti nasıl koruyacağı üzerine kurgulanmıştır

"
"