03 Kasım 2016

Arzu ve bilinç özgürlüğü

Yetke onlar için orantısız bir güç kullanımı özgürlüğüne dönüşüyor. Şuursuzca... Acımasızca... Kalleşçe...

“Sadece düşünceli olan bilinç özgürdür” diyordu Adorno; arzu ile bilinç arasındaki farkı herkesin çıkarının eşit ölçüde dikkate alınmasına dayandırıyordu. Arzuların yörüngesine girmek demek, çevremize müdahale etmeden özgürleşmenin olası olmadığını bilmek demektir. Çünkü her ödülün bir pahası vardır. Burada kendi özgürlüğünün bedelini bir başkasına ödetmek de söz konusudur. İnsan doğanın kurallarına direnç göstererek, kendi kurallarını koyarak bir toplumsal yaşam istenci geliştirmiştir. İnsan böyle yapmakla doğayı terk etmiyor elbette, ancak doğayla olan ilişkilerindeki uyumu ya da uyumsuzluğu toplumsal düzene de taşıyor.

İnsan kedi doğasına aykırı davranamaz mı(?) evet davranabilir. İnsandan bahsederken bütünsel bir varlığa gönderide bulunuyoruz elbette; bireysel salınmalar söz konusu değil. İnsanın kendi doğasına aykırı davranması demek, doğanın kendi işleyişine saygılı davranmaması demektir. Bu nedenledir ki insanın doğasında kural koymak vardır; ve bu sadece insana mahsus bir beceridir. İster zorlanarak, isterse de kendi kararımızla, kendi irademizin dışında davranmak bir yandan dürtülerimizin bastırılmasını, diğer yandan da bilincimizin dıştan şekillenmesini sağlar. Burada, kıskaca alınmış bireyin kendi özgürlüğüne kavuşması için, hakimiyet etkisinden kurtulan bir özerklik bilincine sahip olması gerekir. Bu özerklik bilinci kendi özgürlük sınırlarını ve niteliğini belirleyecektir. Arzuları takip eden özgürlük kendi ben merkezinden hareket eden bireyin özgürlüğü olarak algılanırken, bilinç özgürlüğünü sadece bilinçli kararlar alma anlayışına bağlayabiliriz.

Bilinç bir neden üzerine kurgulanır. Nedensel özgürlüğün aslında özgür bilinci kapsayan bir rasyonel davranış olduğu açık. Diğer yandan, eğer özgür bilinç rasyonel bilinçle özdeşse, “bireysel ben,”  “toplumsal ben”in aksine özgür bilinçte temellenemez. “Yapısını kişisel olmayan bir akla borçlu olduğu için, bu özgür bilinçte bireyselleştirici güç eksiktir” diyor Habermas “Doğalcılık ve Din Arasında” adlı kitabında. Bu tanıma göre bir başka sorun daha çıkar karşımızda; o da, kendi kişi veya birey tanımını kendi aklı üzerinden değil bir başkasının aklı üzerinden yapanların varlığıdır. İşte bu tür bir birey yapısı, otoriter liderlerin kendi arzu özgürlüğünü tatmin etmek için kullanıma yatkın bulduğu kitleleri oluşturmaya yarar.

Fazlaca kavramsal açıklamalara yaslanmış olabiliriz ama şunu anlıyoruz  ki nedensellikten uzak bir özgürlük ihtiyacı, aklının kendine ait olmadığı bireylere mahsus bir durumdur. Arzu ve bilinç arasındaki ayrımın farkında olmadan özgürlüğün sınırlarını belirlemek mümkün değildir. Eşitliğin, özgürlüğün sınırlarında başladığını akılda tutmak ve her bireyin kendi eylemlerinin kamusal yapının da bir parçası olduğunu unutmamak lazım. Özgürlük, davranışların hesap verilemezliği üzerine kurulu bir inanç ve arzu anlamına geliyorsa, içimizde bir tanrı yarattık demektir. Bu, kişinin kendini kutsamasıyla ilgili bir durumdur. O zaman böylesi kendinde olmayan (kendini aşılamaz bir yücelikte konumlayan) bireyin özgürlükten anladığı şey başkaları adına düşünmekle eş anlamlıdır. İşte birçok siyasi lider ve kanaat önderi olan kişilerin içine düştüğü sayrıl durum da budur. Hakikat arayıcısı ve adalet kahramanı olmayı kendilerine görev bilirken bilinç özgürlüğünden saparak kendi arzu özgürlüklerinin ekseninde, yüce bir aklın güdümündeymiş gibi davranıyorlar ve her nedense de bunları hep halk adına yapıyorlar. Çünkü adanmış gibi görünerek kendine adamışlar yaratmak esas niyettir. Bu durumda, arzularının özgürlüğü her şeyin üstündedir artık. Yetke onlar için orantısız bir güç kullanımı özgürlüğüne dönüşüyor. Şuursuzca... Acımasızca... Kalleşçe...  

Yazarın Diğer Yazıları

Kadın ve eril tahakküm

Üçüncü bir yol düşünmeden, ille de iki yoldan birini seçmek durumunda kalmak yeni bir anlayış ortaya koyamamanın sıkıntısından kaynaklanır sanırım

İçimizdeki ceset mi cenin mi?

Hiçbir zaman olmadığı kadar içinde yaşadığımız şu doğanın dışarısı olan evlerimizi sorguluyoruz şimdi. Mobilyalar, eşyalar yaşantımızın birer uzvuna dönüşerek hiç aklımıza getirmediğimiz nesne ontolojisinin bir parçası kıldı bizi

İktidarlık temsili ve mutlak ben

Tüm bu önlemler toplumun ve yurttaşlar olarak bireylerin taleplerine karşılık verecek önlemler olarak değil, iktidarın kendini ve temsil ettiği devleti nasıl koruyacağı üzerine kurgulanmıştır

"
"