09 Mayıs 2023

Korku ve dışlayıcı popülizm ile kapsayıcı popülizmin 'seçimi'

Bugün seçim kampanyalarında kuvvetli bir "biz ve onlar" ayrılığı görüyoruz. İktidar ve muhalefet kendini halkın yanında konumlandırırken "ötekiler" değişiyor

Türkiye 14 Mayıs 2023 seçimlerini uzun süredir var olan bir durumun en belirginleştiği kampanya süreci olarak anacak: İktidar tarafından değerler, güvenlik ve tehdit algısı ile üretilen korku ve dışlayıcı popülizm, karşısında sevgi/umut mesajlarını içeren, daha çok ekonomik temelli ve sınırlı da olsa daha kapsayıcı popülizm. Bir başka şekilde söylemek gerekirse, 2023 seçimlerinde değerler ve tehdit, güvenlikleştirilmiş bir dil ile "patates-soğan" gibi sembolleri de içeren ekonomik mağduriyet söylemleri birbirinden ayrılıyor. Tabii bu ayrılığı sadece seçim kampanyalarında kullanılan dil, şarkı sözleri, performatif özellikler ile açıklayamayız. Belirsizliği ve endişeleri yükselten krizlerin varlığı oldukça etkili. Pandemi, ekonomik kriz, 6 Şubat Kahramanmaraş merkezli deprem, dış politikada yaşanan savrulmalar, yirmi yılın sonucunda derinleşen yönetim krizi adayların konuşmalarında belirleyici oldu.

İktidarın söyleminde ağırlıkla yer verdiği 'kutuplaştırma' bir yandan kendi kitlesini bir arada tutmak için 'kullanışlı görünürken' öte yandan ürettiği sonuçlarla büyük riskler de taşıyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu iktidarın ürettiği bu dilin sonucu olarak Erzurum'da taşlı saldırıya uğradı. Üstelik organize görünen bu saldırıda polisin olaylara müdahalede yetersiz ve isteksiz görüntüsü de iktidar-devlet ayrımı konusunun muğlaklaşmasının bir sonucu olarak kaydedilmeli.

Önümüzdeki seçimlerde Türkiye'de 60 milyon 949 bin seçmen oy kullanacak. Buna yurtdışı seçmeni de kattığımız zaman toplam 64 milyonu buluyor. İlk kez oy kullanacak seçmen sayısı ise 5 milyon civarında. Yine bir diğer veri de bize 30 yaş altı seçmen sayısının yaklaşık 20 milyon olduğunu gösteriyor. Yani neredeyse oy kullanacak her üç kişiden biri genç seçmen. Bu seçmenin iktidarın ve muhalefetin hem ürettiği dil hem de vaatleri üzerinden alacağı tavır sonuçlara etki edecek. Burada karşımıza iki soru çıkıyor. Birincisi özellikle ilk kez oy kullanacak seçmen sandığa gidecek mi? Dünya genelinde yapılan araştırmalara göre bu yaş grubu sandığa gitmekte çok istekli olmuyor. Ama giderse de seçimlerin kaderinde rol oynuyor. 2008 yılında ABD'de Barack Obama'nın Cumhuriyetçi Parti Adayı John Mccain'e karşı kazanmasında ilk kez oy kullanan seçmenlerin payı büyüktü. Türkiye'de önümüzdeki seçimlerde gençlerin sandığa gidişleri ya da bir diğer söylemle onları sandığa gitme konusunda ikna etmeyi başaran aday-parti şansını artıracak.

Bir diğer konu gençlerin karar verme süreçlerinde en önemli konulardan biri olan 'habere erişmedeki' tercihleri. Bu noktada iki araştırmaya referans verebiliriz. Birincisi Oxford Üniversitesi Reuters Gazetecilik Çalışmaları Enstitüsü'nün Türkiye'nin de aralarında olduğu 46 ülkede yaptığı bir çalışma, 2022 Dijital Haber Raporu. Bu araştırma aslında hepimizin bildiği bir gerçeği sayısal olarak da ifade ediyor. Özellikle 18-24 yaş arasındaki gençler haberlere sosyal medya platformları aracılığıyla erişiyor. Geleneksel medya diye tarif edebileceğimiz gazete ve televizyondan uzak olan bir kitleden bahsediyoruz. Bunun yanı sıra sadece dörtte birlik bir bölüm haber uygulamaları ya da sitelerini takip ediyor. Bu arada tercih edilen platformlarda da bir değişim var. Gençler Facebook'tan Instagram ve TikTok'a yönelmeye başlamış durumda. Bir diğer araştırma sonucu ise yıllık olarak yayınlanan ve dünyayı tarayan ABD merkezli We Are Social'dan. Buradaki 2023 sonuçlarına göre, Türkiye'de sosyal medya kullanan oran yüzde 73.1 düzeyinde. Youtube 57.9 milyon kullanıcıyla birinci sırada yer alırken TikTok son iki yılda yaptığı atakla 30 milyonu geçmiş durumda. Instagram 48 milyon ile ikinci sırada yer alırken Facebook 32 milyonda. Dünya genelinde gazete endüstrisinde bir düşüş olduğu gibi sosyal medyanın haber takibi konusunda da yükselişte olduğunu söylemek gerekiyor. Siyasi parti ve liderlerinin de bunu önemsediğini yeni açılan hesaplardan, kullanılan görsellerden anlayabiliriz. Açılan TikTok hesapları, Twitter üzerinden yapılan "buluşmalar" veya "mitingler" - kimi zaman "ifşa" özelinde farklı bir etkileşimi de beraberinde getiriyor - bu anlamda kritik bir alan açıyor.

Siyaset ve seçimler; vaatler kadar bunların ifade ediliş şekilleriyle de seçmenleri etkileme potansiyeli taşırlar. Bu yüzden bir dönem sokaklarda bayraklar, afişler, müzikli seçim arabalarını görürdük. Ya da liderlerin illerde yaptığı mitingler son derece önemli idi. Elbette bunlar hâlâ önem taşıyor ancak günün her saatinde akıllı telefonlardan; liderlere, vaatlerine, gün içinde yaptığı faaliyetlere ya da sosyal medya platformlarına özel hazırlanan içeriklere ulaşılabiliyor. Daha önce başka bir mecrada da vurguladığım gibi, artık akıllı telefonların her biri kişiselleştirilmiş birer miting alanı olarak düşünülebilir. Takip ettiğiniz siyasetçiyi, mitingini, verdiği söyleşiyi ister uzun bir şekilde YouTube üzerinden seyredebilir isterseniz Tik Tok'ta olduğu gibi daha kısa mesajlarıyla fikir oluşturabilirsiniz. Sadece meydanlardan iletilen duygular değil, geleneksel ve sosyal medyadan ulaştırılan mesajların içeriği kadar yansıttığı duygu da bir o kadar önemli. Kemal Kılıçdaroğlu'nun mutfağından yaptığı açıklamalar veya 6 Mayıs'taki Maltepe mitingindeki "ben sizin gibi mütevazi bir hayat yaşıyorum" cümlesi birbirini bu anlamda tamamlıyor. Yani "halktan biri" – "bizden biri" imajını yaratan her iki mecranın ortak bir anlatısı var: "saraya meraklı değilim, sizin gibiyim".

Sosyal medya hesaplarını kullanarak gerek esprili dili ile kitleye seslenen gerekse de seçim pusulaları hakkında bilgi veren Selahattin Demirtaş için Twitter da böyle bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle ana akım medyada sesi duyulamayan ya da yer verilse de "mahallenin" sesine göre içerik sağlayan haber/bilgi kaynakları nedeniyle sosyal medya en başta gençlere ama genel kitleye ulaşmak için önemli bir "görünürlük" fırsatı sağlıyor. Burada iki noktayı daha vurgulamak gerekir. 

Sandığa gitme ve haber-bilgi edinme şekillerine baktığımız genç seçmenin oy verme davranışları konusuna da bir bakmak gerekiyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Emre Erdoğan yüzde 75 civarında ebeveynden çocuğa oy geçişliliği olduğunu söylerken yeni oy kullanacak gençlerin tercihine dair değerli bir tespitte bulunuyor. Birçok çalışmalarında yer verseler de son olarak benim de aralarında bulunduğum akademisyenlerin görüşlerini ifade ettiği "seçmen ne ister" podcast serisinde Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci de sosyalizasyon konusunda önemli aktarımlarda bulunuyor. Ailenin kararlarda etkili olmasının yanı sıra sosyalizasyon sürecinin diğer aktör ve kurumlar aracılığıyla dinamik olduğundan, kırılımlar yaşanabileceğinden bahsediyor. Çalışmalarda ve maruz kalınan birçok krizin çerçevesinde "umutsuzluk" gölgelese de "ortak dertlerin" yanı sıra "değişim" talebinde bulunan ve farklı deneyimleri nedeniyle daha özgür, adil, alternatif, empatisi yüksek talepleri olan bir kitle var; dolayısıyla kendi kırılımlarıyla hareket etmeyi tercih edebilirler. 

Bugün seçim kampanyalarında kuvvetli bir "biz ve onlar" ayrılığı görüyoruz. İktidar ve muhalefet kendini halkın yanında konumlandırırken "ötekiler" değişiyor. Krizlerin, tehditlerin ve güvensiz koşulların yarattığı/yaratabileceği belirsizlik üzerinden iktidar kanadında "korku" vurgusu son süreçte kampanyaya yeniden hakim. "Halkın potansiyel mağduriyeti" terör, din, aile ve yaşam tarzı ile çerçeveleniyor. Muhalefet tarafında da "halkın sorunlarını duyduğunu" söyleyen Millet İttifakı korkunun kaynağını iktidar ve umudun/değişimin kaynağını muhalefet olarak çerçeveliyor. Daha çok projelerden bahsedip kutuplaşmadan uzak duruyor. Bu seçim ortamının yansıması bizlerin toplumsal halini de belirleyecek.


Dr. Tuğçe Erçetin
İstanbul Bilgi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi 

Yazarın Diğer Yazıları

Muhalefette değişememenin halleri ve dili

Türkiye’de Kürtlerin yoğunlukla oy verdiği partiler, daha önce HDP, bugün ise DEM iktidar tarafından güvenlikleştirilmiş bir dil üzerinden “güvenlik-beka” söylemi içerisinde, dışarıda bırakılıyor

Bir popülist iktidar, muhalefetin ayarını bozar mı?

İktidarın hesap vermeyen, sorumluluk üstlenmeyen, ‘kader-fıtrat’ gibi referanslarla oluşturduğu anlatının süreci biliniyor. Üstelik muhalefet tarafında hanesine ‘olumsuz’ puan yazılacağı iddia edilen konular söz konusuyken de iktidarın seçmen kitlesini koruduğu da görülüyor

Siyasetin dili ve 2024 sonrası dönem…

Seçim sonrası ana muhalefet partisinde yaşanan "değişim"in sadece yönetim değişimi mi yoksa politika-gelecek tahayyülü değişimi mi olduğuna dair kaygılar artıyor. Popülizm yerine peopleism denildiğinde veya toplu taşıma araçlarına milliyetçi sloganlar yazdırıldığında, yeni adaylar sosyal medyada askerlik fotoğraflarını paylaştıklarında iktidar diline yakın mesajlarla "bu düzeni değiştireceğiz – değişimin yanındayız" demenin önemini ve ikna ediciliğini kaybedebilirsiniz