16 Ocak 2024

Siyasetin dili ve 2024 sonrası dönem…

Seçim sonrası ana muhalefet partisinde yaşanan "değişim"in sadece yönetim değişimi mi yoksa politika-gelecek tahayyülü değişimi mi olduğuna dair kaygılar artıyor. Popülizm yerine peopleism denildiğinde veya toplu taşıma araçlarına milliyetçi sloganlar yazdırıldığında, yeni adaylar sosyal medyada askerlik fotoğraflarını paylaştıklarında iktidar diline yakın mesajlarla "bu düzeni değiştireceğiz – değişimin yanındayız" demenin önemini ve ikna ediciliğini kaybedebilirsiniz

The Economist her yıl çıkardığı, geleceğe dair beklenti ve tahminleri yayımladığı dergisinin son sayısında (The World Ahead) "2025 sonrası dünya düzeni" diye bir kavramdan bahsetti. Sadece bu dergide değil farklı ideolojilere sahip pek çok medya grubundan akademisyenlere dünyanın değişik yerlerinde tüm yıla yayılacak seçimlerin sonuçlarıyla demokrasi açısından daha karanlık bir sürece girileceği düşünülüyor. Bu yıl dünya siyasetini ve geleneksel ana akım siyaseti etkileyebilecek ülkelerde ve belirleyiciliği yüksek aktörlerin katılımlarıyla seçimler söz konusu: Hindistan, Rusya, ABD. Modi, Putin pek muhtemel Trump. Seçimler arasında en kritik olan ABD seçimleri olarak görülüyor olsa da dünya genelinde seçimlerin süreç ve sonuçlarıyla daha belirsiz ve daha riskli bir döneme geçileceği öngörülüyor.

Özellikle otoriter popülistlerin yönetimde olduğu yerlerdeki yolsuzluk, kutuplaşma, kanunsuz anayasa değişiklikleri, çatışmalar, ekonomi gibi birçok faktörle beraber endişelerin büyüdüğüne dair bulgulara da yer veriliyor The Economist'te de başka yayınlarda da.

NY Times'tan Thomas Friedman'ın 2022 yılında ABD Başkanı Joe Biden ile yediği bir öğle yemeğinden sonra -çoğunluğunun kayıt dışı olduğunu görüşmenin tamamını yazmadığını not etmişti- makalesindeki şu cümleler "demokrasi ile adı en sık anılan ülkelerden birinde bile riskin ne olduğunu göstermesi açısından" önemliydi: 

"Kısa süre içinde kıymetli bir şeyi kıracağımızdan korkuyorum. O kıymetli şey barışçıl ve kanuni bir şekilde iktidar devri. Kuruluşumuzdan beri bu beceriyi göstermiştik. Bu kırılırsa hiçbir kurumun ömrü uzun olmaz; siyasi ve mali kaos içine gireriz".[1] 

Kasım ayında gerçekleşecek seçimlerde eğer hukuki engelleri aşarak aday olursa Trump ve destekçilerinin demokrasi dışı müdahalelerine dair bir ihtimali düşündüren sözler nasıl bir süreç yaşanabileceğini gösteriyor. Bir başka coğrafyada "sıradanlaşmış" bu hissin demokrasi ve güçler ayrılığı konusunda yıllarca örnek gösterilmiş bir ülkede olması tedirginliği arttırıyor. Bir yerlerde var olan neredeyse sıradanlaşan durumun her yerde yaşanma ihtimalinin alternatifin ne olacağını veya alternatifin olup olamayacağını sorgulatıyor.

Muhalefetin ya da düzeni değiştirmek isteyenlerin bu sürecin belirsizlikler ile birlikte devamlılığı olacağını bilerek ve bu sürecin içerisindeki sorunlara cevap arayarak hareket etmesi ile yeni bir sorgulama başlatılabilir. Özellikle bu yılki seçimlerin sonuçlanmasıyla beraber belki de bu kaosun ya da belirsizliğin daha da büyüyeceğini göreceğiz. Mart ayında "yaptığı düzenlemelerle" seçilmesi garanti olan Putin'in, Nisan'da Modi'nin ya da Kasım ayında Trump'ın seçilme durumunda kaosun gerilemeyeceğini tahmin etmek çok zor değil. Ama biri ya da hepsi seçilsin ya da seçilmesin belli ki bir lider tipinden çok bir siyaset tarzı ve siyaset dili yükselmeye, daha doğrusu iyice yerleşmeye başlıyor. Dolayısıyla esas sorgulanın bugünkü siyaset ve ekonomik sistemler olduğunun bilinciyle muhalefettekilerin ya da muhalefet adına ortaya çıkanların mevcut düzeni sorgulamaları ve şikayet ettikleri düzene benzemeden yeni bir siyaseti ortaya koymaları gerekiyor.

Bu arada önemli bir gelişmeyi de göz ardı etmemek gerekli. İsrail'in Gazze'ye karşı giriştiği saldırının insanlık suçu ve soykırıma yönelik olduğuna dair görüş giderek yaygınlaşıyor. Kendini demokrasi ile özdeşleştiren ABD'den Almanya'ya liderlerin İsrail'e desteklerine karşı bu ülkelerde yaşayan siviller, akademisyenler, medya kendi ülkelerini yönetenlere karşı tavır almış durumda. Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Lahey'de Uluslararası Adalet Divanı'nda İsrail'e karşı "Gazze'de Filistinlilere soykırım yapıldığı ile ilgili" davada ortaya çıkmaya başlayan durum İsrail'i de destekçisi Batılı liderleri de zora sokmuş durumda. Mahkemede görüntüler eşliğinde yapılan sunumlar, Birleşmiş Milletler yetkililerinin bölgedeki raporlarına atıfla yapılan "insanlık suçu" tanımları tarihi öneme sahip. Dava görülürken mahkeme önünde Filistin ile dayanışma gösterisi yapanların, davayı yakından izleyen her ülkeden, inançtan, görüşten insanların sayısının çokluğu bir yandan da farklı ülkelerde geniş kitlelerin insanlık-yaşam hakkı konularında bir arada olabileceğini gösteriyor. Bu durum popülizm ve milliyetçiliğe karşı tüm dünyada yeni bir hareketi tetikleyebilir mi yakından izlemek gerekli.

İçinde olunan süreç popülist aktörlerin homojen olarak idealize ettikleri bir grubu ortaklık kurarak ikna etmeleri sonucuyla tekrarlanan seçim zaferlerinden bağımsız değil. Farklı değişimlerin ve krizlerin yarattığı tehdit algısı ve güvensizlik hissi popülist aktörlerin duygusal tepkilerle çerçevelediği anlatılarda yer buluyor ve bu söylemsel performans devam eden sürecin/bağlamın öne çıkan bir özelliği. Birilerinin ifade edemediği, ifade etse de sesinin duyulmadığını hissettiği dönemlerde çok kültürlü bir yaşamdan veya işini kaybetmekten korkan kitleler tarafından agresifleşen, kızgınlığı dile getiren, korkuyu yeniden üreten ve yerlicilik/milliyetçilik ile artiküle edilen sağ popülist partilere destek verilmeye devam ediliyor. "Değişimleri rahatsız edici bulan ve kendini güvende hissetmeyen grupların gelenekleri ve kolektif güvenliği devam ettirmek istemeleri"[2] "Ay'dan bile görülebilecek" (Macaristan'daki son seçimlerin ardından Victor Orban Avrupa Birliği seçkinlerini karşısına alarak "galibiyetimiz o kadar büyük ki Brüksel'i bırakın Ay'dan bile görebilirsiniz" demişti) başarılardan bahseden aktörleri makul ve seçilen kişiler haline getirdi. Ortaya çıkan böyle bir gerçeklik var ve bu gerçeklikten geriye dönüş zor. Var olan sürecin daha kötüye gidip gitmeyeceğini, daha kötü olursa nasıl bir kötü olacağını tartışmak yerine "ne olmalı – ne değişmeli – bu değişimin parametreleri nasıl yaratılmalı" konusunu tartışmak gerekiyor. Bunu tartışırken kapitalizmi veya ekonomik sistemi ele almak gerekiyor, bunu tartışırken bir yandan yeni bir akademiyi, medyayı, bilgiyi, ortak sorunları beraber düşünmek zorunlu oluyor. Gazze konusunda olduğu gibi bazen siyasetin ana aktörlerinden bağımsız kitlelerin şekillediği bir durum ortaya çıkabiliyor. Ve bu bazen siyasetin kendisini de değiştirebiliyor.

Türkiye'ye gelince… Mart ayında gerçekleşecek yerel seçimler için adaylar açıklanmaya başladı. Pek çok kişi dikkatini yeniden televizyonlardaki siyasi yorumların/analizlerin yapıldığı programlara, sosyal medyaya, buralardaki tartışmalara çevirmeye başladı. Daha önceki yazılarımda yerel seçimlerin genel seçim havasında geçeceğini, iktidarın ve ortaklarının yine "yerli-milli-beka" konuları üzerinden siyaset yaparak oy kazanmaya-muhalefeti yıpratmaya çalışacağını belirtmiştim. 2023 seçimleri sonrası muhalefetin hem kendi içinde hem birbirleriyle yaşamaya başladığı sorunlar iktidarın elini kolaylaştıracak gibi gözüküyor.

İktidarın kampanyasında devamlılığı düşünmemizin iki nedeni var; birincisi bir tarafın etkili ve başarılı olması (oy oranı nedeniyle), diğer tarafın da karşı kampın etkisinde kendi dilini yaratamaması, kısmen iktidarın çizdiği çerçevede politika üretmeye çalışması. Türkiye özelinde "İki aday, tek dil" yazısında[3] "yerlici ve milliyetçi" bir dilden bahsedilmişti. Pandemi dönemi sonrasında popülist muhalefet aktörler hükümetlerin sorunları çözme veya krizleri yönetme konularındaki "beceriksizlikleri veya hayal kırıklıkları" nedeniyle kendilerine alternatif söylemler aracılığıyla yeni bir alan açmışlardı.[4] Türkiye'deki 2023 genel seçimlerinde ekonomik kriz, deprem ve yangınlar gibi birçok konu sonrasında muhalefet parti aktörleri de gündemde hakimiyet oluşturmaya çalıştı, kısmen de başarılı oldu. Farklı ideolojilerin ortak demokrasi zemininde bir arada buluşması önemli bir deneyimdi. Fakat 14 Mayıs sonuçları sonrasında gelinen noktada iktidarın kullandığı dil ile oy oranının daha yüksek olması ve sürpriz oy alan aktörlerin de olması söylemi değiştirdi. Dolayısıyla muhalefet de benzer bir dil kullanmaya çalıştı. İkinci tura, 28 Mayıs'a gelen süreçte yaşanan muhalefet ve seçmeni için hayal kırıklığıydı.  

Seçim sonrası ana muhalefet partisinde yaşanan "değişim"in sadece yönetim değişimi mi yoksa politika-gelecek tahayyülü değişimi mi olduğuna dair kaygılar artıyor. Popülizm yerine peopleism denildiğinde veya toplu taşıma araçlarına milliyetçi sloganlar yazdırıldığında, yeni adaylar sosyal medyada askerlik fotoğraflarını paylaştıklarında iktidar diline yakın mesajlarla "bu düzeni değiştireceğiz – değişimin yanındayız" demenin önemini ve ikna ediciliğini kaybedebilirsiniz. Eski kodlara dönmek, iktidarın belirlediği alanda politika yapmanın kazanma yolunda bir strateji görevi gördüğü düşünülebilir ama siyasetin dilini hakim olandan dönüştürmek meşakkatli de olsa daha sonuç vericidir. Popülist aktörlerin kendilerini "halkın ihtiyaçlarını ve beklentilerini dert eden – halkın gerçek kurtarıcısı – halkın sesi – halkın gerçek lideri" olarak tanımladıklarını ve kalabalıklara bu şekilde seslendiklerini unutmamak gerekiyor. "Dışlayıcı-kapsayıcı" karşıtlığında kendini konumlandırarak, anlatının içeriğini dışlayıcı sağ popülizmden farklılaştırarak ve ekonomide kapsayıcı sosyal politikaları öne çıkaran somut öneriler ile değişim niyeti ortaya koyulabilir. Dünyayı ve çevremizdeki olayları anlamlandırma aracı olan anlatılar duyguyu yaratmakla beraber yargıyı ortaya koyan, değerleri belirleyen, gerçekliği aktaran, öyküyü tamamlayan, normları işaretleyen ve harekete geçiren sonuçlara iter. Tercihler doğrultusunda anlatının ürettiği fikir ve verdiği mesaj çerçevesini değiştirse de memnuniyetsizliğin olduğu düzenin devamını da üretebilir. Türkiye'de değişimlerin zor koşullarla oluştuğunu düşünmek ve böyle yaşamayı kabullenmek fasit bir dairede kalmayı kabullenmek anlamına geliyor. 

2024'te dünya genelindeki seçimler de Türkiye'deki yerel seçimler de sonuçları açısından geleceği belirleme özelliği taşıyor. Tarihsel süreçlere bakıldığında dünya genelinde demokrasinin azaldığı ve yükseldiği dönemler var. Bir süredir yaşanan gerileme sürecinde olunduğunu gösteriyor. Ancak iktidarlardan, liderlerden bağımsız sivil hareketlerin farklılıklara saygı göstererek bir arada yaşama talebi de var. Ekonomideki eşitsiz düzenin sorgulanması da yaşam hakkı da daha çok konuşulur durumda. Bugünden yarına popülizm ve milliyetçilik gerilemeyecek. Ama başka türlü bir siyasetin dilin var olduğuna dair inananlar, bunun için mücadele edenler var. Onların çalışmaları da dikkatle izlenmeye değer. 


[1] Bakınız: https://www.nytimes.com/2022/05/22/opinion/biden-trump-republicans-democrats.html.

[2] Bakınız: David Goodhart, 2017, The Road to Somewhere: The Populist Revolt and the Future of Politics, Hurst.

[3] Bakınız: https://t24.com.tr/yazarlar/tugce-ercetin/cumhurbaskanligi-secimlerinde-iki-aday-tek-dil-yerlici-ve-milliyetci,40142.

[4] Bakınız: Markus Hinterleitner, Valentina Kammermeier ve Benjamin Moffitt, 2023, How the populist radical right exploits crisis: comparing the role pf proximity in the COVID-19 and refugee crises in Germany, West European Politics.


Dr. Tuğçe Erçetin
İstanbul Bilgi Üniversitesi

Yazarın Diğer Yazıları

Muhalefette değişememenin halleri ve dili

Türkiye’de Kürtlerin yoğunlukla oy verdiği partiler, daha önce HDP, bugün ise DEM iktidar tarafından güvenlikleştirilmiş bir dil üzerinden “güvenlik-beka” söylemi içerisinde, dışarıda bırakılıyor

Bir popülist iktidar, muhalefetin ayarını bozar mı?

İktidarın hesap vermeyen, sorumluluk üstlenmeyen, ‘kader-fıtrat’ gibi referanslarla oluşturduğu anlatının süreci biliniyor. Üstelik muhalefet tarafında hanesine ‘olumsuz’ puan yazılacağı iddia edilen konular söz konusuyken de iktidarın seçmen kitlesini koruduğu da görülüyor

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde iki aday, tek dil: Yerlici ve milliyetçi

Türkiye siyasetinde yükselen sağ popülizmi ve milliyetçiliği anlamak için bağlamın etkisini ve toplumsal iç dinamiklerini birlikte düşündüğümüzde tercihleri doğrudan veya dolaylı krizlerin ve sarsıntıların şekillendirdiğini görebiliriz