14 Ekim 2020

Türkiye’nin müstakbel “Pentagon davası”: MİT TIR'ları olayı ve anayasal kararlar zinciri

MİT TIR'ları Olayı ve Anayasal Kararlar Zinciri

Anayasa Mahkemesi (AYM), Türkiye’nin “Pentagon Davası” olmaya aday MİT TIR'ları davasına ilişkin üçüncü kararını (ilki Erdem Gül ve Can Dündar; ikincisi Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri kararıydı) Enis Berberoğlu ile ilgili olarak verdi.[1] AYM ile sürdürülen bisiklet polemiğinin ve Mahkeme yapısının tartışmaya açıldığı günlerin otoriter esinti rüzgârını arkasına alan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi bu karara direndi, Mahkeme’nin kapısına bu karar bağlamında adeta kilit vurmaya çalıştı. Söz konusu kararları değerlendireceğim fakat bundan önce “Mit TIR'ları” davasının ne olduğunu hatırlatmak ve notlar düşmek gerekiyor. Malûm, hafıza-i beşer nisyanla maluldür ve bu söz toplumumuz için gereğinden çok geçerlidir. 

Ne Olmuştu?

2014 yıl başında Hatay’da ve yaklaşık üç hafta sonra 19 Ocak 2014’te Adana’da, içinde Millî İstihbarat Teşkilatına (MİT) ait malzemelerin bulunduğu TIR'lar durdurulup bunlardan bir kısmı aranmıştı. Bu olaylardan sonra, TIR'ların içinde silah ve mühimmat olduğu iddiaları gündeme gelmiş ve kamuoyunda bu konu tartışılmaya başlanmıştı. Öyle ki Uluslararası Af Örgütü’nün aktarımı uyarınca ilgili polis raporuna göre, durdurulan TIR'larda tıbbi ilaçların altına gizlenmiş bin havan topu, bin havan topu mermisi, 50 bin makineli tüfek mermisi ve 30 bin ağır makineli tüfek mermisi bulunmaktaydı. Gel gelelim bu iddialara rağmen, hem TIR'larda “ne” olduğu hem de “kime” gönderildiği noktalarından tartışmalar uzun süre devam etti. Örneğin dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala, “Orada Türkmenler var. TIR’da Türkmenlere giden yardımlar var. Herkes işini bilecek. Siz içini biliyor musunuz?” diyerek yardımların Türkmelere yapıldığını söylemişti fakat yardımların “ne” olduğuna açıklık getirmemişti. Öte yandan, Aydınlık gazetesinin 21 Ocak 2014’teki sayısında silah fotoğraflarıyla birlikte “İşte TIR'daki Cephane” başlığıyla yayımladığı bir haberde, “TIR'da insani malzeme değil, top mermisi taşındığını” ileri sürerek TIR'larda “ne” olduğu sorusuna bir yanıt üretilmişti.

Bu süreçteki gözaltılar ve yargılamalar başka “paralel” tartışmalara da konu oldu. Nitekim olay günlerine aramalara karşı duran valiler ile arama yönünde irade göstereler savcılar arasındaki gerilimin hükûmet ile cemaat arasındaki çatışmanın bir uzantısı olarak düşünülmüştü. 15 Şubat 2014 tarihli Sabah gazetesi, Adana’daki durdurmadan sonra TIR'lara eşlik eden eskort araçta yer alan MİT üyelerinin araçlarından indirildiği ve darp edildiği görüntüleri yayımladı. O dönem henüz başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, görüntüleri aynı gün analiz etti ve “Bugün bir gazete, Adana’da Milli İstihbarat Teşkilatımızın TIR'larına yapılan saldırının görüntülerini yayınladı. Milli İstihbarat Teşkilatımızın mensuplarına, oradaki Milli İstihbarat Teşkilatımızın mensubu yüzbaşıya, üsteğmene, oradaki diğer personele adeta düşmanmış gibi muamele yapılıyor” diyerek bu olayın “paralel yapı”nın operasyonu olduğunu ileri sürdü. Bu süreçte kamuoyunda faklı bağlamlarda bu yardımların niteliği tartışılmaya başlandı. (Çok sayıda örnek içinde bir analizin parçası olarak bkz. SETA danışmanının görüşü). Olaydan sonraki günlerde gözaltına alınan savcılar ilerleyen tarihlerde cezaya mahkûm edildiler.

Olağan şüpheli: Cumhuriyet

Yıl boyu konuşulagelen bu konu, 2015’in baharında yeniden canlandı.  18 Mayıs 2015’te Oda TV’nin yayımladığı görüntülerde bir yurttaşın “Oraya giden TIR'lar nerede? O TIR'lardan ne çıktı? Silahlar. IŞİD’e giden silahlar” demesi üzerine ise AK Parti’nin Dışişlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay’ın “Özgür Suriye Ordusu’na gidiyordu. Özgür Suriye Ordusu’nun birinci düşmanı da IŞİD idi” biçimindeki yanıtı haber sitelerine düştü. 29 Mayıs 2015’te Can Dündar’ın genel yayın yönetmeni olduğu Cumhuriyet gazetesi “İşte Erdoğan'ın yok dediği silahlar” manşeti ve “Cumhuriyet, 19 Ocak 2014’te ihbar üzerine durdurulan TIR'ların görüntülerine ulaştı: MİT TIR’ları ağzına kadar silah dolu” spotuyla ve “Cumhuriyet’in ele geçirdiği görüntüler, o TIR’ların Suriye’deki iç savaşta kullanılacak silah ve askeri malzeme taşıdığını ortaya çıkardı” vurgusuyla çıktı. Gazetenin internet sitesinde de bugün hâlâ Youtube sitesi kanalıyla erişilebilen yeni görüntüler yüklendi. Sürpriz olmadığı üzere, son yıllardaki uygulamalara koşut şekilde haber hakkındaki kategorik yayın yasağı yeniden ilan edildi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu habere aynı gün verdiği tepkisi sert oldu:

“Bu olay Bayırbucak Türkmenleriyle alakalı bir konu. Hep şunu ifade etmişimdir: Özellikle insani yardım noktasında şu anda Milli İstihbarat Teşkilatımız Bayırbucak Türkmenlerine bu desteği vermektedir. Kimden aldın bu rakamları? Paralel yapı. MİT'e yönelik atılan o iftiralar bir ajan bir casusluk faaliyetidir ve bu gazete de bunların arasına girmiştir. Avukatlarıma talimatı verdim hemen davayı açtım. Burada hakikaten samimi dürüst olan, onlara verdiğimiz eğitimi çok samimi olarak açıklarlar. Bu haberi yapan kişi bunun bedelini ağır ödeyecek öyle bırakmam onu.”

Takip eden günlerde de Gazeteci Can Dündar için 2 kez müebbet ve 42 yıl hapis cezası istendi.  Bu süreçte Cumhuriyet Gazetesi geri adım atmadı. 4 Haziran 2015’te gazete çalışanları “Bütün bir Cumhuriyet gazetesi bu haberin tüm sorumluğunu yayın yönetmenimiz Can Dündar ile birlikte üsleniyoruz” diye açıklama yayımladılar. 12 Haziran 2015’te gazetenin Ankara temsilcisi Erdem Gül imzalı haberde, “Erdoğan'ın ‘Var ya da yok’ dediği MİT TIR'larındaki silahlar jandarmada tescillendi” iddiası (derhal sansüre uğramakla birlikte) haberleştirildi. Gel gelelim Kasım 2015’a gelindiğinde Erdoğan, “Bazıları diyor ki başbakan Erdoğan diyordu ki onların içinde silah yok. Yahu varsa ne olacak yoksa ne olacak?” çizgisine gelmişse de, Erdem Gün ve Can Dündar’ın Anayasa Mahkemesinin vereceği bir ihlal kararına kadar üç ay sürecek tutukluluk süreci başlamıştı.

Vallahi versus billahi: Yemin polemiği

Siyaset alanında da durum ilginçti. Bu gelişmeye dönük en sert tepkiler MHP’den gelmişti. MHP Grup Başkan Vekili Yusuf Halaçoğlu da “Bir basın mensubu, devletin yaptığı hukuk dışı bir işlemi ortaya koyarsa nasıl olur da örgüt mensubu olarak nitelendirilebilir? Siz illegal bir iş yapıyorsunuz, Türkiye'yi zor duruma sokuyorsunuz, bir sürü insanın ölümüne sebep oluyorsunuz. Yarın sizin ülkenizde de aynı durum meydana geldiğinde, başkaları bunu yaptığında bas bas bağıracaksınız, şimdi buna laf ediyorsunuz, böyle bir saçmalık olmaz.” diyerek tepki gösterdi. Aynı günlerde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bugün hatırlanmayan oldukça sert ve net açıklaması şöyleydi:

“Bakınız MİT TIR'larıyla ilgili medyada çıkan haberler, Türkiye’nin ne hâllere düşürüldüğünü ispat etmektedir. 19 Ocak 2014 tarihinde alınan bir ihbar üzerine Adana’da MİT TIR'ları Cumhuriyet savcılığı tarafından durdurulmuştur. Erdoğan aylarca buna ihanet dedi, aylarca savcının ve askerin meşru ve hukuki tutumunu düşmanlık olarak gösterdi. Davutoğlu da Erdoğan’dan aldığı talimat ve buyruklar doğrultusunda aynı tavır içinde oldu. AKP hükûmetinin tüm mensupları ağız birliği ederek TIR'larda ilaç olduğunu söylediler. Millî güvenliği ve devlet sırrını bahane gösterdiler, Türkmenlere yardım götürüldüğü yalanını söylediler. TIR'larda silah olduğu iddialarını sürekli reddettiler. Savcı ve askerler hakkında soruşturmalar açıldı, hatta yalnızca görevlerini yapan jandarma personeli cezaevine atıldı. Savcıya hayat zindan edildi. Şimdi tüm gerçekler fotoğraflı bir şekilde ortaya çıkmıştır. MİT TIR'larının içinde bir şehri tümden havaya uçuracak silah ve mühimmat olduğu açıklığa kavuşturulmuştur. AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı bu silahların Özgür Suriye Ordusuna gönderildiğini itiraf etmesine rağmen üzerinde kimseler durmamıştır. Erdoğan, Türkiye'yi böyle bir açmaz ve çukura nasıl sürüklemiştir? Hükûmet komşu coğrafyalardaki kanlı boğuşmaya hangi yasal ve ahlaki mazeretlere dayanarak silah sevkiyatı yapmıştır. 2002’den önce piyade silahı yapamadığı kuyruklu yalanını devamlı olarak dillendiren Davutoğlu, kimlerin silahını hangi mihraklar adına ve hangi terörist gruplara gönderilmesine suç ortaklığı yapmıştır? (…) Erdoğan, bir buçuk yıldır Türk milletini kandırmıştır. Davutoğlu, bir buçuk yıldır gerçekleri çarpıtmış teröristleri silahlandırmıştır. AKP’li bakanlar bir buçuk yıldır Bayburt’a yalan söylemiş ve çevremizdeki cinayetleri azmettirmişlerdir. Demokratik ve medeni bir ülkede MİT TIR'larıyla ilgili yaşanan benzeri bir felaket tablosundan sonra hiçbir hükûmet ayakta kalamayacaktır. AKP mafyalaşmış, çeteleşmiş, meşruiyetini kaybetmiştir. AKP silah kaçakçılarının, silah tüccarlarının kan döken, can alan teröristlerin aparatı hâline gelmiştir. Bu utanç verici durum, Türkiye’yi uluslararası toplumda suçlu ve mahcup duruma düşürecektir. Bayburt’tan soruyorum: Erdoğan hangi yetkiyle eli kanlı gruplara silah sevkiyatı yapmış, ne gibi çıkarlar elde etmiştir?”

Bugün artık Bahçeli ile pozisyon değişikliği yaşamış olan ama o günlerde başbakanlık sıfatını taşıyan Ahmet Davutoğlu bu açıklamaya “yemin” ile yanıt vermişti: “Bakın MİT TIR'ları üzerinden Bahçeli de çıktı açıkta Türkiye Cumhuriyeti Devletini suçladı. İşe söylüyorum, Allah da şahit, bütün tarih de şahit. Kayıtlar da biliyor ki vallahi diyerek yemin de ederek söylüyorum: O TIR'lar Bayırbucak Türklerine gidiyordu. Şimdi de çıkmış devletimizi bir zan altında bırakmaya çalışıyorlar. Çünkü Türkiye’yi diz çöktürmek istiyorlar.”

Davutoğlu’nun bu yeminli beyanına karşı, o gün için MHP Genel Başkan Yardımcısı olan ama bugün tarihin bir cilvesi olarak AKP üyeliğine transfer olan Tuğrul Türkeş tarafından ve yine bir “yemin” ile misilleme gelmişti:

“TIR' meselesine geldiğimizde; sayın Başbakan da sayın Cumhurbaşkanı da meydan meydan ‘onlar, oradaki Türkmenlere gidiyordu,  bu konuda  taraf tutmak MHP’ye yakışmaz’ (diyorlar). Burada bizi izleyenlerin huzurunda yemin ediyorum, vallahi ve billahi o silahlar Türkmenlere git-mi-yor-du! Bilerek söylüyorum. İddia ederek söylüyorum. Bizim o bölgeyle irtibatımız var. Bayır bucak Türkmenleriyle, Halep’tekilerle irtibatımız var.”

20 Şubat 2016 tarihine geldiğimizde artık AK Parti üyesi olan Tuğrul Türkeş bu defa da “Dün söylenmiş bir lafı gark etmek hem oradaki insanların güvenliği açısından doğru değil hem de Türkiye'nin politikaları açısından. O gün konuştuğumuz şeyler hafif silahlardı gidecek, gitmedi denen. Uçağın bomba attığı yerde onun bir önemi var mı?” diyerek söylemini güncellemişti. 2017 yılına gelindiğinde ise AK Parti’li çevrelerde de söylem değişikliği yaşandı. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başdanışmanı olan İlnur Çevik, 17 Haziran günü Gazete Birlik’te yayımlanan “Türkiye’yi bu kadar mı sevmiyorsunuz” başlıklı yazısında “Esasında MİT, bu kamyonlarla Suriye muhaliflerine direnmek için yardım gönderiyordu. Bu olay o yardımı da direniş hareketini de zora soktu ve katil Esat yönetiminin elini güçlendirdi” diyerek kamyonlardaki mühimmatın Esad karşıtlarına gönderildiğini yazdı.  Aynı yıl, farklı bağlamlarda da bu konu tartışıldı. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fransa ziyaretinde kendisine bu soru bir Fransız gazeteci tarafından soruldu ve soru Erdoğan’ın oldukça gergin bir yanıt vermesine neden oldu. Olaydan altı yıl sonra dahi konu hâlâ bu konu gündeme kalmaya devam etti ve ediyor. Tartışmaların son halkasını Enis Berberoğlu kararı oluşturuyor.

O ve öncülü olan kararlarda anayasal olarak ne dendiği ve bunların ne anlama geldiği sorularının yanıtlarını ise bir sonraki yazıya bakıyorum.


1] Pentagon belgeleri, resmî adıyla Savunma Bakanlığı Ofisinin Vietnam Görev Gücü Raporu (Report of the Office of the Secretary of Defense Vietnam Task Force), ABD Savunma Bakanlığı’nca hazırlanan ve ABD'nin 1945-1967 yılları arasında Vietnam'daki siyasi-askeri müdahalesini konu alan belgeler bütünüdür. Belgeler, çalışmayı hazırlayanlardan biri olan Daniel Ellsberg’ce sızdırmış ve ilk kez 1971'de The New York Times gazetesinde kamuoyunun dikkatine sunulmuştur. Bu belgelerle ilgili yayın yasağı ABD Yüksek Mahkemesi tarafından Anayasa’ya aykırı bulunmuştur. Bu karar süreci 2018’de Oscar adayı olan The Post filmine de konu olmuştur.

Yazarın Diğer Yazıları

27 Mayıs ve Avusturya istihbaratı: Avusturya Büyükelçisi Karl Hartl'ın raporları

"Türkei: 1960" ("Türkiye: 1960") isimli Almanca kitap, Avusturya'nın 1958-1963 tarihleri arasında Türkiye'deki Büyükelçisi Karl Hartl'ın döneminin Dışişleri Bakanı Bruno Kreisky'e 1960 yılında yazdığı raporların derlemesinden oluşuyor

Atatürk Kürtlere özerklik vaat etmiş miydi?

Yerel yönetimlere dönük bu özerklik veya diğer bir ifadeyle özyönetim yetkilerini genişletme eğiliminin nedeni halkın, demokrasi kültürünü pekiştirmesidir

Nedir şu “Yerel Özerklik” dedikleri? | Avrupa Yerel Yönetimler özerklik şartı

Bir kişinin terör mahkûmu olursa belediye başkanı olamaması anlaşılır ama daha hüküm yokken peşinen ve bu kadar çok sayıda seçilmiş kişinin görevden alınmasında her hâl ve kârda ağır abeslik var