18 Temmuz 2023
Türkiye'de son yıllarda bazı şeyler baş döndürücü bir hızla gerçekleşiyor. Türk Lirası'nın değer kaybı, siyasetçilerin söylemlerindeki değişim, kontrolsüz göç, bunlardan bazıları.
Listeyi uzatabiliriz. Fakat bunlardan bir tanesi var ki çok büyük bir tehlike getiriyor: Laikliğe dönük saldırılar…
Sadece geçen hafta yaşananlara baktığımızda dahi "tehlikenin farkına varmak" mümkün.
Geçtiğimiz hafta basına, Kızılay'ın yeni başkanı Fatma Meriç Yılmaz'ın Menzil Cemaati'ne mensup olduğu haberleri düştü. Bu haberlerde idari makamlara, cemaat referanslarıyla gelindiği söylendi. Bu herkesin bildiği sır, yalanlanmadı.
Yine geçen hafta, söz konusu cemaatin şeyhi yaşamını yitirdi. Adeta gövde gösterisi türünden bir cenaze töreni yapıldı. Basında, bu grubun âdeta paralel bir yapılanmasının olduğu ve özerk yerleşim birimlerinin bulunduğu haberlerini okuduk. Ana akım siyasetçiler, bu duruma tepki göstermek şöyle dursun, taziye mesajı yayımlamak için yarıştılar. Devrim Kanunu ("Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun") yok sayıldı.
Aynı günlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Feshane Artİstanbul'da açtığı sergiye bir saldırı girişiminde bulunuldu. Benzer düşünce dünyasından gelen yirmi bir dernek, tüm festivallerin yasaklanması için bir bildiri yayımladılar. Öteden beri süregelen festival iptallerinin bu çevrelerin lobicilik etkinlikleriyle gerçekleştiği ortaya çıktı.
Bunlar yetmezmiş gibi, Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, karma eğitimle ilgili bir çıkışta bulundu. Bir televizyon programında kendisine, karma eğitim konusundaki fikri soruldu. Bakan, tek solukta ve tereddütsüzce "karma eğitim yanlısıyım" diyemedi. Kız okullarının açılabilmesi gerektiğini, (güya) daha çok kişinin, kız çocuğunu okula göndermesini sağlayacağı gerekçesiyle savundu. Bu görüşünü, "isteyen çocuğunu karma okullara yollasın, isteyen ayrıştırılmış okullara" diyerek, yani üzerine "özgürlükçülük" şalı örterek takdim etti.
Bana kalırsa Sayın Bakan, ileride bu yönde atılacak başka adımların nabzını bir kez daha yokladı. "Bir kez daha" diyorum, çünkü hükûmet çevrelerinin bu tür nabız yoklamaları ilk değil. Biliyoruz ki böylesi çıkışlar, kökleri çok eskilere dayanan İslamcı bir programın uzantısı. Bu program kâh hükûmete yakın sendikanın (Eğitim-Bir-Sen) eğitim şûralarına getirdiği taleplerle, kâh Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın söylemleriyle (örn. kadın üniversitesi projesi) kendini açık ediyor.
Geçen haftaki çıkışı de bunlardan ayrı görmemek gerekiyor. Bence bunlar bilerek ve isteyerek kamuoyunun gündemine taşınıyor.
Burada da "taşınıyor" diyorum çünkü gerçekte toplumun büyük çoğunluğunun karma eğitime ilişkin bir sorunu yok. Yurttaşlarımızın esas derdi, eğitimin paralı, eşitsiz ve niteliksiz olmasıyla ilgili. Fakat hedef şaşırtılıyor.
Bu notları düştükten sonra, bu yazıda, Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'in karma eğitim konusunda ileri sürdüğü iki savı ele almak istiyorum.
Yusuf Bey, kız okulları açılması savını, "kızlarını karma okullara göndermek istemeyen velileri ikna etmek" gerekçesiyle temellendiriyor. Bu gerekçe, iki nedenle tutarsız.
Birincisi, bir hukuk kuralına uyulmuyorsa yapılması gereken şey, o hukuk kuralından vazgeçmek değil, hukuka uyulmasını sağlamaktır. Yani çocuğunu zorunlu parasız eğitime katmayan velilere yaptırım uygulanmalı, çocukların eğitim alması için maddi koşullar sağlanmalıdır.
Bu konuda zaten net bir düzenleme var. 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu (md. 55 ve 56) çocuğunu okula göndermeyenlere para cezası kesilmesini öngörüyor. Fakat özellikle 2008 yılından itibaren bu cezalar, "aşiretlerle karşı karşıya gelmeme" gerekçesiyle uygulanmıyor.
Sorun bununla kalsa iyi. Karma eğitim, kâğıt üzerinde esas olmasına rağmen gerçeklik çok başka. Eğitim-Sen'in açıklamalarına göre Türkiye genelinde tek cinsiyetli, karma eğitimin uygulanmadığı okul oranı yüzde 15'e ulaşmış durumda. İstanbul'da yüzde 21 civarında seyreden bu oran, örneğin Bolu, Kırşehir ve Siirt'te yüzde 30'u geçmiş bulunuyor.
Öte yandan, çok sayıda okulda, fiilen (yani hukuka aykırı biçimde) haremlik-selamlık eğitim uygulaması hayata geçirilmiş durumda. Örneğin İzmir'de bazı okullarda koridorların, sınıfların, hatta bahçelerin bile hukuka aykırı biçimde cinsiyete göre ayrıştırılmış olduğunu biliyoruz. Eğitim-İş Sendikası, bu okulları deşifre etmiş ve durumu kamuoyuna duyurmuştu.
Bakanlık bu konularda gereğini yapmadı. Bu fiili uygulamaların başka illerde de yaygınlaştığını okumaktayız.
Sonuç itibarıyla bakanlık, yapması gerekeni yapmamakta ve fakat kendisinin neden olduğu sorunu "çözmek" için laik eğitimin belkemiği olan bir ilkeyi tartışmaya açmaktadır. Oysa Roma hukukundan bu yana bilinen bir ilke vardır: "Kimse kendi kanunsuzluğundan fayda sağlayamaz." ("Nemo auditur propriam turpitudinem allegans.")
Bu ilke, somut olaya birebir uyuyor.
İkincisi; kız çocuklarının zorunlu eğitime gönderilmemesi sorunu, çözülemez düzeyde değildir. Millî Eğitim Bakanlığının 2022 verilerine göre zorunlu eğitim çağında olup okula gitmeyen öğrenci sayısı 570 bin civarındadır. Son yıllarda okullaşma sayısında bir gerileme vardır ama bu gerileme karma eğitimden değil, ekonomik güçlüklerden ileri gelmektedir. Zaten söz konusu verilerde, okullaşma oranları bakımından kız ve erkek öğrenciler arasında belirgin bir uçurumun olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla sorun, eğitimin karma olması değil, piyasalaştırılmış olmasıdır. Sayın Bakan, dert edecekse bunu dert etmelidir.
Yusuf Tekin, velilerin çocuklarını karma okullara veya ayrıştırılmış okullara gönderme "özgürlüğü"nün olması gerektiğini ileri sürüyor. Sayın Bakan bu konuyu bir "özgürlük" meselesi gördüğüne göre bu özgürlüğün bir adı olmalı. Türkiye gerçeğinde bir kişinin kız çocuğunu karma okula göndermemesinin nedeni dinsel olabilir. Dolayısıyla bu bağlamda "özgürlük" dendiğinde "din özgürlüğü" kastediliyor olsa gerek.
Eğer böyleyse burada da iki yönden sorun bulunuyor.
Birincisi, eğitimde haremlik-selamlık uygulamasının dinin bir gereği olduğu iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. Kur'an'ın hiçbir yerinde haremlik-selamlık emri yoktur. İslam hukuku, kadın ve erkeklerin birlikte bulunduğu ortamlar için bazı kodlar getirmiştir ama eğitimde vb. diğer ortamlarda bir arada bulunmayı yasaklamamıştır. Aksi yaklaşımlar, temelsizdir.
Öte yandan bu söylediğimiz doğru olmasaydı bile dinsel emirler, laik düzende zaten mutlak bağlayıcı değildir.
İkincisi, din özgürlüğü konusundaki normlar ve içtihat da Sayın Bakan'ın söylemini açığa düşürmektedir. İnsan hakları hukukunda, kişinin cinsiyetlere göre ayrılmış bir eğitim, din özgürlüğü kapsamında sayılmaz. Aksine; karma eğitim, meşru ve makbul sayılır.
Daha doğrudan söylemek gerekirse: hiçbir uluslararası norm, cinsiyetlere göre ayrıştırılmış eğitime teminat sağlamaz. Buna karşılık, örneğin Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin (CEDAW) md. 10(c) hükmü karma eğitim"den bahseder:
"Erkeklerin ve kadınların kalıplaşmış rolleriyle ilgili kavramların eğitimin her düzeyinden ve biçiminden ortadan kaldırılması için karma eğitim ve bu amaca ulaşılmasına yardımcı olacak diğer eğitim türleri teşvik edilir, ve özellikle okul kitapları ve ders programların gözden geçirilir ve bu öğretim metoduna göre uyarlanır."
Keza İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi içtihatlarında da "cinsiyete göre ayrıştırılmış eğitim"e din özgürlüğü kapsamında mutlak güvence tanınmamıştır.
Bu konu, Osmanoğlu ve Kocabaş/İsviçre kararında tartışılmıştır. Karara konu olay, Türk kökenli iki İsviçre vatandaşının İsviçre'de okuyan 7 ve 9 yaşlarındaki kız çocuklarını okullardaki karma yüzme dersine göndermek istememeleriydi. Başvurucuların muafiyet talepleri, kızların henüz ergen olmamaları ve beden eğitimi dersi ile yüzme dersinde kız-erkek ayrımının 12 yaşından itibaren yapıldığı gerekçeleriyle reddedilmişti. İsviçre makamları, çözüm bulmak için "haşema" (burkini) giyme önerisi sunmuş fakat başvurucular taleplerinde ısrarcı olmuş ve sonunda bir idari yaptırımla karşılaşmışlardı.
Konu İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin önüne geldiğinde Mahkeme, başvurucuların din ve vicdan özgürlüklerinin ihlal edildiği savını reddetti. Kız çocuklarının soyunma kabinlerinin ayrı olması ve ayrı duş alabilmeleri ve isterlerse haşema giyebilecek olmaları gibi faktörleri de dikkate alan Mahkeme, kız ve erkek çocuklarının bir arada yüzme derslerine katılmalarında, yüzmeyi öğrenme ve fiziksel egzersizlerin ötesinde, birlikte öğrenme ve bir aktivitede toplu olarak yer alma gibi ögelerinin de olduğunu kaydetti ve zorlamanın çocukların sosyalleşmesi ve bütünleşmesi (entegrasyonu) için önem taşıdığını kabul etti. Bu meşru amaç karşısında uygulanan para cezası ölçülü sayıldı. Yani başvurucuların çocuklarını karma derse yollamaya zorlanmalarının, din özgürlüğünü ihlal ettiği iddiası kabul edilmedi.
İnsan Hakları Mahkemesinin bu yaklaşımı, Türk Anayasası açısından çok daha güçlü bir tonda ifade edilebilir.
Anayasa'ya (md. 42/3) göre Türkiye'de millî eğitim, bazı ilkelerle çerçevelenmiştir:
"Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz."
Bu ilkeler Millî Eğitim Temel Kanunu'nda genellik, eşitlik, süreklilik, yaygınlık, laiklik, bilimsellik, planlılık ve tabii ki karmalık gibi ögelerle somutlaştırılmıştır.
Fakat böyle somutlaştırılmasaydı da "Atatürk ilke ve inkılapları" ile "çağdaş bilim ve eğitim esasları" ifadesinden aynı sonuçlara varırdık. Şöyle ki; (i) daha 1921'de Birinci Maarif Kongresi'nde kadın ve erkek öğretmenleri ayrı oturtanlara, "Toplantıya çağırdığınız kadın öğretmenleri niye erkeklerden ayrı oturttunuz? Kendinize mi güveniniz yok; bu hanımların iffetine mi?" diyerek tepki gösteren ve karma eğitimin, sırasıyla ilkokullarda (1924), ortaokullarda (1927) ve liselerde (1930) hayata geçirilmesine öncülük eden Atatürk'ün ilkeleri, (ii) keza başta "eğitimde birlik" olmak üzere hayata geçen (anayasal koruna altındaki) Atatürk'ün inkılapları, bu sonucu zorunlu saymaktadır.
Bu hükümdeki "çağdaş bilim ve eğitim esasları" ifadesi de, "farklı cinsiyetlerin birbirini tanıması, farklılıklarına saygı göstermesi ve kadın erkek eşitliğinin okul çağlarından itibaren bilince çıkarılmasının zaruri olduğu"nu gösteren bilimsel verilerin dikkate alınmasını gerektirmektedir.
Derinlik psikolojisinin kurucu babalarından Alfred Adler'in neredeyse 100 yıl önce Yaşamın Anlam ve Amacı'nda dediği gibi:
"Karma okulların her bakımdan desteklenmesi gerekir. Karma okullardaki öğretim kızların ve oğlanların birbirlerini daha iyi tanımalarını sağlar, karşı cinsten olanları iş birliği içinde çalışmaya alıştırır."
Bu bilimsel gerçekler, muhafazakâr kimi savların içinde de kendisine yer bulmaktadır. Örneğin Mary Wollstonecraft'ın neredeyse iki buçuk asır önce kaleme aldığı Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi'nde yazdığı gibi:
"Evliliğin toplumun yapıtaşı olduğunu kabul ediyorsak, tüm insanların aynı modele göre eğitilmesi gerektiğini de kabul etmeliyiz. Aksi takdirde cinsler arasında kurulan ilişki hiçbir zaman arkadaşlık adım almaya uygun olmayacaktır. (…) Kadınlar erkeklerle birlikte eğitilmedikleri, onların sevgilileri yerine arkadaşları olmaya hazırlanmadıkları sürece evlilik de kutsal olmayacaktır."
Bizden ve yine muhafazakâr bir isme kulak vermek isteyen varsa, çağdaş (asrî) eğitim konusunda Halide Edip Adıvar'ın, daha 1919'da Büyük Mecmua'da yazdığı şu satırları da örnek gösterebiliriz:
"…Asrî olmaya karar vermiş isek asrî olan fikrî müessesâtı kabul etmeye mecburuz. Darülfünûna kadar yükselen kadın, vakar ve ciddiyetine sahip bir kadındır. Mağazalarda kadın erkek beraber satıcılık edebilirse Darülfünûn dershanesinde de erkek kadın arkadaşıyla yan yana oturmak hakkını itiraz kabul etmez derecede kazanmıştır. Bunun aksini ispat edecek delil ve vakayi' varsa kadın hayât-ı umûmiyyeden tamamen çekilmeli ve Darülfünûn da o zaman özenti ve gayri ciddi bir gösteriş olacağından ortadan kaldırılmalıdır."
Geçtiğimiz asırlardan isimler bile bunları söylerken bugün hâlâ karma okullara karşı çıkmak "çağ" dışı bir tutum değilse nedir?
Bu çağdışı yaklaşımlara geçit vermemeliyiz.
Tolga Şirin kimdir? Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır. Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı. TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir. Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı. Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir. Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır. |
Bu konu idari yargıya taşındığında, hükmün somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesi ve AYM’nin hızlı bir karar alması gerekir
Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun!
Hazır “idam isterük” diyenlerin kazanları soğumuş ve sesler dinmişken, fırsat bu fırsat, bu konularda bir düzenleme yapılmasını öneriyorum. Bu tarihi yanılgının son kalıntılarını da silip atmak için…
© Tüm hakları saklıdır.