Diyarbakır'ın merkeze bağlı Tavşantepe Köyü'nde üç haftadır yaşananlar, Türkiye'nin son yıllarda yüzleştiği en vahim olaylardan birisi oldu.
Bugün okula başlaması gereken Narin'in cenazesi köyündeki mezarlıkta defnedildi, maalesef.
Büyüteç'i kaleme aldığım dün öğle saatlerinde, adli soruşturma çerçevesinde haklarında savcılıkça gözaltına alınma kararı verilen şüpheli sayısı 24'tü.
Muhtemel ki, sayı önümüzdeki günlerde daha da artacak.
Narin Güran
8 yaşındaki Narin Güran'ın kayboluşundan 19 gün sonra dere yatağında çuval içinde bulunması, geçmişten bugüne gelen kimi tartışmaları bir kez gündeme taşıdı.
Gerek Ankara'ya ulaşan, gerekse yerel kaynaklardan edindiğim bilgiler ışığında üç haftalık süreci şöyle özetlemek mümkün.
Önce Narin'in yaşadığı köyden başlamak gerekiyor. Tavşantepe Köyü, muhafazakâr kimliği ile öne çıkıyor. Küçük olmakla birlikte muhafazakâr kimliği nedeniyle, radikal İslami söylemleriyle bilinen "Hüda-Par'a yakın" tanımı kullanılıyor.
Nitekim, AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu da yaptığı açıklamada, köyün Eski Refah Partisi görüşünde olduğunu vurguladı. Bugün için köy halkının AKP'ye yakın olduğunu değerlendirmek yanlış olmaz.
Kaldı ki, Narin'in kayboluşundan sonra başlayan adli süreçte mahkemece verilen yayın yasakları, gazetecilerin köye giriş ve çıkışlarına kısıtlama getirilmesi, Narin'in yaşayıp yaşamadığının tam olarak anlaşılmasını sağlayacak kamuoyu bilgilendirmelerinin zayıflığı, bu görüşü destekler nitelikte.
Cenazenin dere yatağında bulunması sonrasında özellikle iktidardan yapılan tüm açıklamalarda aileye başsağlığı dilenmemiş olması, bilhassa AKP'nin aileye gösterdiği tepki oldu.
Narin'in kaybolması ve cesedinin bulunması sürecinin köy halkının kendi içinde kapalı devre yönetme yanlısı yaklaşımın da aile – siyaset bağlantısını göz ardı etmemek lazım.
Gelişmeleri, anı anına ve yakından takip eden ülke kamuoyunun akıllarında kimi soru işaretlerinin oluşmasını sağlayacak süreçler de yaşanmadı değil, elbette.
Bunlardan birisi, savcılık talimatıyla soruşturmayı yürüten kolluk gücü Jandarma'nın bölgedeki en tepe ismi Diyarbakır İl Jandarma Komutanı Tümgeneral Selçuk Yıldırım'ın Narin'in kaybolmasından 8 gün sonra yaptığı "sona yaklaşıldığını" müjdeleyen açıklaması.
Yıldırım, kanımca durumun vahametini daha ilk günden bilen isimlerden. Herhangi bir bilgi ve kanaat sahibi olmaksızın bir adli kolluk amirinin böylesi bir açıklama yapması mümkün olmaz.
Bir yıldır bölgede olan Yıldırım, geçmiş kariyerinde bölgeyi bilen bir isim. Tecrübeli bir adli kolluk gücü komutanı konumundaki Yıldırım; soruşturmayı yürütürken, resmi makamların yanında köydeki ve çevrede aileyi bilen "kanaat önderleri"yle görüşmüş olmalı.
Yanı sıra, Tümgeneral Yıldırım'a büyük olasılıkla Ankara'dan "sus" talimatı gitti. Yıldırım, sonrasında bir daha kamuoyu önünde tam 11 gün sonra Diyarbakır Valisi Murat Zorluoğlu'nun basın açıklamasında görüldü.
Bu arada, kanaat önderleri bölgenin olmazsa olmazlarındandır, coğrafyayı bilenler için.
Kanaat önderlerinin, yaşadıkları çevrede uçan kuştan haberinin olmaması zaten mümkün değildir. Kanaat önderleri, Narin'in kaybolması sürecinde de hemen her şeyi biliyordu kanımca.
Çünkü, bu satırların yazarı olarak, köyde aileye yakın kanaat önderlerinden birisiyle dolaylı biçimde irtibat kurduğumda Narin'in kaybolmasıyla ilgili ana hatlarıyla bilgi sahibi oldum.
Bu çerçevede; önce, Narin'in ağabeyinin, ardından da amcasının gözaltına alınması aslında bilinçli yapılan soruşturma hamleleriydi.
Okula gitmesi gerekirken, mezara konulan Narincik'in aile içinde olmaması gereken "uygunsuz" bir sürece tanıklık ettiği, kanaat önderinden edindiğim bilgilerden. Bu bilgiyi, bu satırların yazarı olarak bir hafta kadar önce öğrendiysem, bunu savcılık ve kamu görevlilerinin bilmemesi mümkün değil.
Bu süreçte muhafazakâr aile yapısı içinde nasıl bir planlama veya pazarlık yapıldığı konusu da diğer bir soru işareti, doğal olarak.
Bir iddiaya göre; ailenin ileri gelenleri, Narin'in cesedi bulunmadan kısa süre önce cezaevinde tutuklu amca Salim Güran'ı ziyaret edip görüştü. Aynı iddiaya göre, görüşmede Hüda – Par'lı avukatlar da hazır bulundu.
Hâl böyle olunca, görüşmeden kısa süre sonra, Narin'in çuvala konulan cesedinin Jandarma'nın daha önce arama yaptığı ancak herhangi bir ipucu elde edilemediği belirtilen bölgede bulunması dikkat çekiciydi kuşkusuz.
Narin'in cenazesinin dere yatağında bulunmasından sonra başlatılan Adli Tıp'taki otopsi süreciyle ilgili yansıyan ilk bilgilere sıra geldi.
Bu aşamada önemli olan Narin'in yaşadıkları. Narin'in öldürüldükten sonra çuvalla saklandığı yerde kısa sürede cesedinin geçirdiği evrenin tespiti önemli.
Eğer Narin'in cesedi, adli tıpta bilindiği şekliyle 7 - 12 gün arasında gerçekleşen "aktif çürüme" aşamasını, ardından da 13 – 50 gün içinde oluşan ileri çürüme evresini su dışında geçirdiyse ve sonrasında suya bırakıldıysa hem doku kaybı hızlanır hem de uzuv kaybı yaşanması güçlü olasılık.
Tabii bu olayda Narin'in 8 yaşında henüz bedeninin tam geliş(e)memiş bir çocuk olduğunu unutmamak gerek.
Kaldı ki, Narin'in cesedi öldükten sonra hemen çuvalla suya bırakılmış olabilir. Şişen cesetten uzuv kopması yaşanması da düşünülebilir. Ancak bu olasılık diğerine göre daha düşük bir ihtimal kanımca.
Dolayısıyla, katledilen yavrunun bacağının kopuşu bundan olmalı.
Ama Adli Tıp'ın kesin raporu tüm olasılıkları ortadan kaldırıp doğrunun bulunmasını sağlayacak mutlaka.
Son olarak; bir bilgi daha aktarayım. Olayla ilgili amcanın aracında inceleme yapan Jandarma'ya bağlı olay yeri inceleme uzmanları, araca el konulmasından hemen sonra koltukta kan izlerini tespit etti.
Aldığım bilgiye göre kan izleri damlacık yani akıntı şeklinde değil sürüntü biçimindeydi. Aile ile yapılan görüşmede Narin'in kaybolduğu gün ve öncesinde bedeninde herhangi bir taze ya da kurumuş yara izi bulunmadığı belirlendi.
Bu bilgi, Narin'in çuval içinde taşınırken bedeninden akıp aracın koltuğuna sürülen kan izi olduğu şeklinde değerlendirildi. Ayrıca, amca Salim Güran'ın çevredeki bir akaryakıt istasyonundan çok miktarda kağıt peçete satın aldığı belirlendi.
Amca Güran'ın tutuklanma gerekçelerinden birisi de söz konusu tespitlerdi.
Dere yatağında Narin'in cesedinin bulunması şekli ise, açık söylemek gerekirse benzer birçok olayı takip eden bir gazeteci olarak bu satırların yazarını tatmin etmedi.
Hele ki, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'nın, açıklamasında kesin saat vermesinde biraz tuhaflık var.
Nihayetinde, henüz hayatın ne olduğunu göremeyen, sevginin, mutluluğun, iyiliğin ve kötülüğün ne olduğunu bilemeden vahim bir olayla yaşama gözlerini kapadı Narin.
Bunun adı cinayet olmamalı. Düpedüz katliam demek çok daha doğru.
Velev ki; 8 yaşındaki bir çocuk, bilmemesi ya da görmemesi gereken bir sürece tanık oldu. Bu sürecin çözümünde akla ilk gelen Narin'i kaçırıp katletmek midir?
Kara Harp Okulu'ndaki kılıçlı yemin töreni ve sonrası
Ankara’daki Kara Harp Okulu'nun mezuniyet töreninde yeni kuşandıkları kılıçlarla yemin eden teğmenler
Kara Harp Okulu mezuniyet töreninden sonra bir grup teğmenin kılıçlı biçimde "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" şeklinde slogan atmasının yankıları devam ediyor.
Bu olay, bir müddet daha gündemde kalacak gibi duruyor.
Yaşananları, siyasetteki yansımalarından ve SADAT tartışmalarından bağımsız olarak değerlendirmek gerekirse, dikkatlerden kaçan küçük ama kanımca önemli bir detayı gündeme getirmek gerekiyor.
Şöyle ki; olayın yaşanmasından kısa süre önce Kara Harp Okulu Komutanı, Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki terfiler ve atamalar çerçevesinde değiştirildi.
Mezun olan teğmenlerin eğitim gördükleri dönemdeki KHO Komutanı Tümgeneral Gültekin Yaralı, korgeneralliğe terfi ederek Diyarbakır 7. Kolordu Komutanı oldu. Yerine ise, albaylıktan tuğgeneralliğe terfi eden ve Malatya'daki 2. Ordu Komutanlığı Harekat Kurmay Yarbaşkanı Levent Selahattin Güldağı KHO Komutanı olarak atandı.
KHO Komutanlığı merkezinde yapılan atamaların ne kadar isabetli olup olmadığı, Yaralı'dan sonra göreve gelen Güldağı'nın mevcut alt kadroyla çalışıp çalışmayacağı ya da alt kadronun yeni komutana yönelik bir yaklaşımının olup olmadığının da başlatılan incelemede konu başlığı olması kaçınılmaz.
Zira, asker ve polis gibi üniformalı ve silahlı kamu kurumlarında geçmişte benzer olaylar yaşandığını biliyoruz, bu coğrafyada. Umuyorum ki; takvim, tesadüften ibarettir.
Bunun dışında, gelişmeyle ilgili hemen herkes konuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan başta, önde gelen siyasiler, emekli subaylar, yemin töreni ile farklı görüşler ortaya koydu.
Fakat bir kişi konuşmadı. Hiç fikir beyan etmedi: Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler.
İkinci bir isim daha sorarsanız ona da "Eski Genelkurmay Başkanı / Milli Savunma Bakanı ve AKP Kayseri Milletvekili Hulusi Akar" derim.
Eski KHO Komutanı Yaralı, Akar'ın tercihiydi. Şimdiki KHO Komutanı Güldağı ise, Güler ile mevcut Genelkurmay Başkanı Orgeneral Metin Gürak'ın kadrosundan.
Sürecin muhataplarından hiçbir açıklama gelmemesi, bu kadar gürültüye rağmen gösterdikleri sessizlik hayra alamet değil.
Ayrıca, yaşananlardan sonra Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler'in o günden bu yana randevularını iptal ettiği, zorunlu olmadıkça pek kimseyle görüşmediği Ankara'da konuşulanlardan.
Hatta öyle ki; Güler'in görevden affını isteyeceği gibi iddialı bir bilgi de seslendiriliyor, hafta sonundan itibaren.
Burası, Ankara. Başka bir yere benzemez!
Tolga Şardan kimdir?
Tolga Şardan, 1988'de yerel yayımlanan Ankara Ulus gazetesinde mesleğe başladı. 1989'dan 2018'e kadar Milliyet gazetesinde polis muhabirliği, Ankara Temsilci Yardımcılığı ve köşe yazarlığı yaptı.
Haber ve yazılarıyla, 1992'den itibaren Çetin Emeç, Muammer Yaşar Bostancı, Abdi İpekçi'nin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Yanı sıra, haberleri Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Spor Yazarları Derneği'nce ödüle layık bulundu.
Ayrıca, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nce verilen 2021 Yılı Basın Özgürlüğü Ödülü'nün sahibi oldu.
Şardan, 2019'da Doğan Kitap'tan yayımlanan "Komonist Masası'nda Nazım Hikmet" adlı araştırma dalındaki kitabını kaleme aldı.
2019'dan bu yana T24'te çoğunlukla güvenlik konularını ele aldığı Büyüteç adlı köşeyi yazıyor.
|