Türk Solu’nun iki önemli ismi, Yön Hareketi’nin kurucusu Doğan Avcıoğlu’nun 4 Kasım’da ve eski Başbakan Bülent Ecevit’in 5 Kasım’da ölüm yıldönümü anmaları vardı, bu hafta içinde.
Avcıoğlu, yaşamı boyunca ülkedeki kalkınmanın Kemalist-Sosyalizm üzerinden gerçekleşeceği tezini savundu. Kemalizm üzerinden savunduğu fikirlerinde zaman zaman ağır eleştirilerin hedefi oldu.
Yine de “sol aydın” konumuyla fikirlerini ölünceye değin seslendirmekten geri kalmadı. “Türkiye Düzeni / Dün, Bugün, Yarın” adlı iki ciltlik eserinde bu coğrafyada nefes alan toplumun refah düzeyinin yükseltilmesi hakkında önemli tespitler ve kavramlara yer verdi.
Doğan Avcıoğlu
Avcıoğlu’nun yazılarını buraya sığdırmak elbette mümkün değil.
Ancak 1980’de yayımlanan “Anglosaksonlar Açısından Türkiye’de Parlamentoculuk, Devrim ve Demokrasi Üzerine” adlı kitabından küçük bir alıntı yaptım:
“Türkiye gibi azgelişmiş ülkeler kalkınabilmek için köklü bir düzen değişikliğine ve devrimci atılımlara muhtaçtır. Bu nedenle, devrimciliği değil, tutuculuğu kolaylaştıran parlamenter sistem, kalkınma çabasındaki ülkeler için elverişli bir sistem değildir” tespitini yaptı. (S. 364, Tekin Yayınevi)
Hareketinin adıyla yayımladığı Yön Dergisi’nin 1966’daki 158. sayısında Avcıoğlu, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Seçmenler, egemen zümrelerin ekonomik ve ideolojik baskısı ile aşiret, ırk, mezhep bağlarının tutucu etkilerden kurtulabilmiş ve sınıf çıkarlarını az çok görebilecek duruma gelebilmiş olsaydılar, hiç şüphe yok, genel oy batıdaki gibi ilerici bir rol oynayacaktı. Ama yalnız Türkiye değil, azgelişmiş ülkelerin çoğunda durum bu değildir. Anonim şirket, nasıl yönetimde sıfır olan küçük hissedarlar sayesinde az sayıda kapitalistin sınırlı sermaye ile diktatörlüğüne yol açıyorsa, yarı feodal bir sosyal yapı içinde de, batı politik sistemi ağa ve eşrafın oy paketleriyle politik hayatta ağır basmasını sağlamaktadır.”
Ecevit’ten “Devrimcilik ve Doktrin”
Eski Başbakan Bülent Ecevit ise, 1974 – 2002 arasında hem CHP’de hem de DSP’de dört kez başbakanlık yaptı.
Sol aydın olarak elinden geldiğince halkı aydınlatmaya çabaladı, kimi zaman başardı. Bazen emeklerinin boşa gittiğini görse de yazmaktan geri durmadı.
Avcıoğlu’nda olduğu gibi Ecevit külliyatını da Büyüteç’e taşımak mümkün değil.
Bülent Ecevit
Buna karşın, Ulus gazetesinde 5 Eylül 1960’ta yayımlanan “Devrimcilik ve Doktrin” adlı yazısını çok uzun olmadığı için aynı biçimiyle buraya taşıdım:
“İlkeler, davranışlarda, hareketlerde bağlı kalınan değişmez temel kurallardır. Devrim de süratli, temelli değişmedir. Cumhuriyet Halk Partisinin ilkelerinden biri devrimcilik olduğuna göre, C.H.P., süratli, temelli değişmeye süreklilik katıyor, yani sürekli, süratli, temelli değişmeyi, değişmez, temel kural olarak benimsiyor demektir.
Değişmenin değişmez kural sayılışı... Temelli değişmenin temel olarak alınışı... İlk bakışta belki bunda bir çelişme var gibi görünür.
Ama sürekli değişme, hayatın da bir değişmez kuralıdır. Hayatın bu değişmez kuralı ile bağdaşabilmek için hayat gibi sürekli değişebilir olmalıdır.
Denebilir ki sürekli değişmeyi değişmez kural edinince, devlete nasıl yön, topluma nasıl düzen verilir?
«Güneş her gün yenidir» demiş, Heraklitüs;
«Bir ırmağa iki kez dalamazsın, çünkü suyu hep yenilenir», demiş.
Böylece doğadaki sürekli derişmeyi belirtmiş.
Ama, «her gün yeni» olan güneşin belirli bir yürüyüş düzeni vardır; suyu hep yenilenen ırmağın belirli bir yönde akışı vardır. Çünkü, «her gün yeni» olan güneşin yürüyüşünü düzenleyen kozmik kurallar; suyu hep yenilenen ırmağın akışına yön ve hız veren fizik kural ve kuvvetler vardır.
Bunun gibi, C.H.P. nin devrimcilik ilkesi de, başka ilkelerle düzenlenir, ayarlanır, yönlendirilir.
Nasıl, suyu hep yenilerin ırmağın akış yönünü ve hızını, yatağı ile iki kıyısındaki toprağın, kayaların duruşu ve dinenci «mukavemeti» tâyin ederse, C.H.P nin devrimciliğinin de yatağını Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, lâiklik; yönünü ise, ırmağın kıyıları yerine geçen halkçılık ve devletçilik tâyin eder.
Fakat C.H.P., canlılığını, dinamizmini, gücünü, devrimcilikten, yani belirli bir zemin üzerinde ve belirli bir yönde sürekli, süratli, temelli değişebilme yeteneğinden alır.
C.H.P., bazı çevrelerde yeni türeyen bir sosyal egzotizm'e, son günlerin modası bir aydın romantizmine kapılıp, «doktriner» bir parti haline gelmeğe kalkışmakla, davranışını ve hareketlerini doktriner ve dogmatik bir sosyalizm kalıbında dondurmakla, kendi kendini inkâr etmekten, canlılığını, dinamizmini, gücünü yitirmekten başka bir şey yapmış olmaz. Bir yanda halkçılık, öbür yanda devletçilik ilkelerinin çizdiği yönü ile, C.H.P., dünyanın en iyiniyetli sosyalist partileri kadar insaniyetçi ve sosyal adaletçi bir ülküye yönelmiş bulunmaktadır. Ama o ülküye donmuş doktrinlerle, bir noktaya saplanıp kalan dogmalarla varmağa kalkışarak kendi kendini kısa zamanda tüketmeyi, sürekli olarak kendi kendini aşabilecek yerde bir — iki hamleden sonra zaman aşımına uğramayı, başından beri reddetmiştir.
İngiltere'de, Batı Almanya'da bile sosyalistlerin, hattâ Rusya da komünistlerin, canlı kalabilmek, dinamik ve güçlü olabilmek, kendi yaptıkları devrimlerin getirdiği yenilikler karşısında eskimiş, çağını doldurmuş birer parti durumuna düşmekten kurtulabilmek için, doktrinlerini, dogmalarını yıkmağa, hiç değilse gevşetmeğe çalıştıkları bir devrede, Cumhuriyet Halk Partisi, herhalde devrimciliğini yitirmeğe, sürekli akışını doktrin setleriyle, dogma kayaları ile çevirip durulmağa ya da dünyadaki yeni akışın tersine akmağa razı olmayacaktır.
C.H.P. devrimci kalacaktır, akıcı kalacaktır, kendi yaptığı ve yapacağı devrimlerin meydana getirdiği ve getireceği yeni durum [...] hattâ [... ] sürekli olarak kendi kendini yenileyebilecek kadar dinamik kalacaktır.”
Özel – İmamoğlu – Yavaş üçlüsünün CHP’si
Genel seçimlerin üzerinden henüz 19 ay geçti. İktidar kanadı yani Cumhur İttifakı erken seçim yapılmayacağını ısrarla vurguluyor.
Ancak, yerel seçimlerden birinci parti çıkan ana muhalefet partisi, sanki erken seçim havası varmış gibi destekçilerinin iktidar umudunu kıracak yaklaşımları sergilemekte bir sakınca görmüyor.
Yakın tarihe dönelim, Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin tamamlanmasıyla birlikte AKP iktidarı Abdullah Gül’ü aday çıkardı.
Hatırlayalım, AKP’nin kurucu lideri Başbakan Erdoğan, AKP’li seçmenin rüzgârını arkasına alarak “ikili” cumhurbaşkanlığı seçim mitingleri yaptılar. Erdoğan, bizzat kendisinin ve yakın çevresinin çok istemesine karşın AKP’li ilk Cumhurbaşkanı olma hakkını “kardeşim” dediği Gül’e bıraktı. O zaman da muhalefetin durumu bugünden çok farklı değildi.
Sol ve sağ siyaset arasında yadsıyamayacağımız yaklaşım farkı var, kabul.
Bugüne geldiğimizde ana eksende ikili, hatta Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın katılmasıyla “üçlü” bir Cumhurbaşkanlığı adaylığı yarışı mevcut ana muhalefette.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş
Yavaş, biraz geride kalmayı tercih etse de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu çok daha ilerde duruyor bu aşamada. Hatta CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “iki adım” önünde.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu
Özel, önceki akşam katıldığı Sözcü TV yayınında gazeteci Uğur Dündar’ın sorularını yanıtlarken, “ben aday olursam, objektifliğimi kaybeder, kişisel hırslara kapılır, başka adayların önünü keser, Türkiye'ye geleceğini kaybettirebilirim. Kendimi bundan ilk günden menettim. Kendi hırsımın, ihtirasımın Türkiye'ye bir seçim kaybettirmesine izin vermeyeceğim” dedi.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel
Genel Başkan’ın bu cümlelerle öncelikle selefi Kemal Kılıçdaroğlu’na mesaj verdiğini söylemek yanlış olmaz.
Bir adım ileri gidersek; aynı açıklamayla, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı seçtirmek üzere siyaset yapılması gerektiğini söyleyen MHP lideri Devlet Bahçeli’ye de “İmamoğlu” kartını kullanmış oldu.
Burada Yavaş’ın alacağı konum önem kazanıyor.
Şöyle ki, AKP’nin başlatmak istediği ancak ittifak ortağı MHP’nin önünü kestiği Kürt açılımı konusunda CHP de İmamoğlu üzerinden yürümeye çalışıyor. Kürtlerin en yoğun olduğu kent İstanbul’da DEM Parti adayı Meral Danış Beştaş’ın yüzde 2.12 oy aldığı son yerel seçimde, İmamoğlu’nun AKP’nin adayı Murat Kurum’a attığı yüzde 11’den biraz fazla oy farkında Kürtlerin oyu var.
Sürekli erken seçim yapılması yönünde politika yapan CHP’nin önündeki en büyük handikap, parti tabanının kısmen mesafeli durduğu Kürt oylarını arkasına alan İmamoğlu mu, yoksa Kürtlerin oy vermeyecekleri belli olan, Ankara’nın yanı sıra İç Anadolu’daki merkez sağ ve milliyetçi seçmenin oylarına talip olan Yavaş mı tercih edilecek, Erdoğan’a karşı.
Genel merkezin tavrı nasıl olacak?
Her ne kadar üzerinden yarım asırdan fazla geçmiş olsa da Avcıoğlu ve Ecevit’in kaleminden çıkan “kalkınma ve refah düzeyinin yükseltilmesinin sağlanması, devrimcilikten vaz geçmeme, batı politik sisteminin ağa ve eşrafın oy paketleriyle politik hayatta ağır basmasının sağlamasına destek olunmaması” gibi yaklaşımların dikkate alınması şart.
Tolga Şardan kimdir?
Tolga Şardan, 1988'de yerel olarak yayınlanan Ankara Ulus gazetesinde mesleğe başladı. 1989'dan 2018'e kadar Milliyet gazetesinde polis muhabirliği , Ankara Temsilci Yardımcılığı ve köşe yazarlığı yaptı.
Haber ve yazılarıyla, 1992'den itibaren Çetin Emeç, Muammer Yaşar Bostancı, Abdi İpekçi'nin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Yanı sıra, haberler Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Spor Yazarları Derneği'nce ödüle layık görüldü.
Ayrıca Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nce verilen 2021 Yılı Basın Özgürlüğü Ödülü'nün sahibi oldu.
Şardan, 2019'da Doğan Kitap'ta yayımlanan " Komonist Masası'nda Nazım Hikmet " adlı araştırma sürecindeki kitabını kaleme aldı.
2019'dan bu yana T24'te en çok güvenlik konularını ele aldığı Büyüteç adlı köşeyi yazıyor .
|