12 Nisan 2024

180. yaşına adım atan Türk Polis Teşkilatı...

350 bin kişilik teşkilatın başındaki yöneticinin Şeref Defteri'ne yazdığını düşündüğümüz bağlılık mesajlarına karşın teşkilatın içinde bulunduğu tablonun örtüşmediğini, deyim yerindeyse "sokaktaki insan" biliyor artık

Ülkenin en büyük üniformalı ve silahlı kamu kurumu niteliğindeki Türk Polis Teşkilatı, 179. yaşını tamamladı, 180. yaşından gün almaya başladı 10 Nisan'dan itibaren.

Osmanlı'nın 31. Padişahı ve aynı zamanda Tanzimat Fermanı'nı yayımlayan Batılı görüşlere sahip Sultan Abdülmecit'in 10 Nisan 1845'te kurduğu polis teşkilatı, günümüze kadar ulaştı.

Sultan Abdülmecit'in polis teşkilatının kurulmasını sağlayan özel nizamnameye tuğrasını vurduğunda 5 yıllık padişah ve 24 yaşında olduğunu belirteyim. Dönemine göre vizyoner bir yaklaşım.

Bu arada Türk Polis Teşkilatı'nın, Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) "muvazzaf personel" bakımından daha kalabalık olduğunun altını çizeyim.

TSK'da vatani görevini yapan er ve erbaşlar dışındaki tüm - 235 bin dolayındayken, Emniyet teşkilatında – 2024 Performans Programına göre – 336 binden fazla üniformalı ve silahlı personel var. Bu sayının 24 bini komiser yardımcısından birinci sınıf emniyet müdürü arasında yönetici konumunda. Sivil idari kadrolarla birlikte 352 bini aşan kadrolu personel teşkilatta görev yapıyor.

Emniyet Genel Müdürlüğü, resmi internet sitesinde kurumun stratejik planını yayımlıyor.

Günümüz işletme biliminde "misyon ve vizyon" konusu oldukça önemli ve dikkat çekici bir olgu.

Dileyen herkesin kolaylıkla ulaşabileceği yayına biraz göz gezdirildiğinde, teşkilatın misyonu şöyle açıklanıyor:

"Hukuk devleti ve insan hakları ilkeleri çerçevesinde, toplumun desteğini alarak, huzur ve güvenliği sağlamak amacıyla suç ve suçlularla mücadele etmek, bireylerin hak ve özgürlüklerini korumak."

Vizyon içinde şu değerlendirme var aynı planda:

"Toplumla etkili iletişim ve iş birliği içerisinde suçla etkin mücadele eden uzmanlığa değer veren ve dinamik bir kurum olmak."

* * *

Emniyet Genel Müdürlüğü'nün sadece ülkeye değil, dünyaya açıkladığı "bilimsel yaklaşım" çerçevesindeki misyon ve vizyonuna ne kadar bağlı olduğunun olumlu ya da olumsuz örnekleri gündelik yaşamda sıkça karşımıza çıkıyor.

Olumluların pek konuşulmadığı aksine olumsuz örneklerin toplum üzerinde etkili olduğundan hareketle polisin, diğer üniformalı kurum olan askere göre daha çok halkın içinde yer almasından kaynaklanıyor kuşkusuz.

Gazeteci olarak 35 yılı aşkın süredir emniyet teşkilatını yakından izleyip, olayları ve gelişmeleri takip ediyorum.

Bu süre içinde, her zaman kurumsal sorunlar/problemler olageldi. Kimisi siyasetten kaynaklandı, kimisi yönetim zafiyetlerinden, eksikliklerinden. Bazıları aşıldı, ancak teşkilatın önünde engel olacak biçime dönüşenler de yok değil.

Bunlardan en önemlisi; teşkilatın, -en azından benim izlediğim dönemlerde- siyasi iradenin aparatı haline dönüşmesi ne yazık ki.

Özellikle 1980'den sonraki siyasi iklim ve atmosfer içinde, teşkilat üniformalı ve silahlı kamu haklarını savunan, yurttaşının yanında olan bir teşkilat özelliğini kaybetti. Özellikle sağ iktidarlarda tamamen siyasetin emrine girerek biçim değiştirdi. İktidarlar, polis teşkilatını her zaman bilhassa askere karşı alternatif olarak konuşlandırdı. Merhum Turgut Özal'la başladı bu yaklaşım.

Benzer biçim değiştirme artık tüm kamu kurumlarında yaşandı / yaşanıyor bir süredir. Haklısınız. Ancak bu değişimin asker ile polis gibi silahlı / üniformalı kurumlarda yaşanmasının sonuçları ülke ve toplum için daha ağır olur. Ki bunun örneğine, önce 12 Eylül'de, yakın zamanda da 15 Temmuz'da bizzat tanık oldu bu ülke.

Kurumun stratejik planında "teorik" olarak yer almasına karşın "saha pratiği"nde uygulamaya konulmayan ya da konulamayan misyon ve vizyon tanımları, karşımıza bugünkü polis teşkilatını çıkardı kaçınılmaz olarak.

Siyasete teslim olan bir polis teşkilatı!

Üzerinden henüz iki hafta geçen yerel seçimlerde kabine üyesi bakanlara özenerek yeğeni için memleketine gidip "siyasi destek görüntüsü" veren Emniyet Genel Müdürü gördü bu ülke. Oysa asli görevi kamu güvenliğinin sağlanması için gerekli organizasyonu yapmaktı Erol Ayyıldız'ın.

Ayyıldız, teşkilata yeni bir soluk vermek, kamu güvenliğini sağlanmasında yeni stratejiler üretmek yerine, "yukarıdan gelenleri aşağıya iletmekte aracılık" yapıyor sadece. Ya da tam tersini.

Emniyet içinde "etkisiz eleman" olarak tanımlanıyor kendisi. Hem de yakın çalışma ekibince.

Ayyıldız da tıpkı selefi Mehmet Aktaş gibi mülki idare mensubu konumuyla atandığı görev sırasında resmi üniforma giymeyen bir yöneticilik örneği sergiliyor.

Teşkilatın kuruluş yıldönümü çerçevesinde hafta başında Anıtkabir'e giden Emniyet Teşkilatı yöneticilerinin lideri Ayyıldız'dı. Polis müdürleri üniformalarıyla gelirken Ayyıldız, sivil elbiseyi tercih etti.

Bu fotoğraflar resmi sosyal medya hesaplarından yayımlanıyor; polis elbisesi giymekten kaçınan bir genel müdürü gören teşkilat mensubunun da üniformasına saygı göstermesini beklemek hayalcilikten öteye gitmez kuşkusuz.

* * *

Son yıllarda, FETÖ tasfiyesi sonrasında boşalan kadrolar için açılan polislik sınavlarındaki siyasi torpil olayları, iktidarın kendi tabanından bile tepki görmeye başladı.

Keza atamalar ve tayinler var. Siyasilerden gelen talepler adeta emir telakki edilerek yerine getirilince uçurumun kenarına doğru hızla giden bir polis teşkilatı görüntüsünü izlemek kaçınılmaz oluyor haliyle.

Bu işler geçmişte yok muydu? Elbette vardı. Ancak bu kadar pervasız ve kör göze parmak sokacak şekilde değildi.

Bırakın yurttaşı, teşkilatın kendi mensupları, görev veya kariyerlerinde olumlu değişim yapabilmek amacıyla siyasilerin peşindeler. Yurttaş ne yapsın?

Bir önceki genel müdür Mehmet Aktaş'ın iktidardan gelen talepler ve memleketi Elazığ'dan gelen hiçbir talebe hayır demediğini söylesem yeridir. Teşkilat mensupları içinde "düşük profil" tanımlaması sıkça yapılan Aktaş, kendi hemşehrisi bir polis müdürünü hak etmediği şekilde terfi ettirmeye ön ayak olunca İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'nın hışmına uğradı. Yerlikaya bir gecede yaptığı görev değişikliği ile Aktaş'ın Emniyet'teki sorumluluğuna son verdi.

Yeri gelmişken hatırlatayım; Yerlikaya'nın onayladığı birinci sınıfa terfi edenler listesinde olmayan polis müdürleri, şimdi idari yargıya gidiyor. Örnek olarak da söz konusu terfiyi örnek veriyorlar.

Misyon ve vizyondaki uzmanlık yani liyakat, kıdem, görev ve sorumluluk için gereken yeterlilik, şeffaflık, insan haklarına saygılı olmak lafta kalmış görünüyor.

* * *

Her türlü olumsuzluğa rağmen, namusuyla ve şerefiyle görev yapanların üniformalarına taktıkları Polis Arması vardır.

Yıldızdaki her okun bir anlamı vardır. Özellikle sekiz ana okun anlamı; Atatürkçü, Cumhuriyetçi, Tarafsız, Bilgili, Bayrağa saygılı, Ulus sevgisi, Yurt sevgisi ve Üniformaya saygılı şeklinde tanımlanır.

Buraya bir örneğini bırakayım; daha iyi anlaşılması için.

İşte bu sekiz ana unsur içindeki "Atatürkçü ve Cumhuriyetçi" başlıklarında günümüzde sorun olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Büyüteç'in sürekli takipçileri zaman zaman bu konudaki yazıları hatırlayacaktır.

Takip etmeyenlere yönelik ise tabloyu ortaya koymak bakımından şunları söylemek mümkün:

Son yıllarda özellikle AKP iktidarı döneminde, emniyet teşkilatının cemaatlerin ve tarikatların güce kavuştuğu, her türlü aksiyonu gösterdiği, devlet yerine tarikat veya cemaat liderlerinden talimat alanların söz sahibi olduğu kurum haline dönüştüğünü gördük / görüyoruz.

12 Eylül'den sonra başlayan dini grupların kamu idaresine yerleşme ve etkinleşme faaliyetlerinden emniyet teşkilatı da nasibini aldı. Bugün belli başlı ne kadar cemaat ve tarikat varsa, emniyet teşkilatı içinde mutlaka uzantıları mevcut.

Hatta kamu güvenliğini sağlanması çerçevesinde kimi olayların ve süreçlerin yürütülmesi çerçevesinde aktif dini grup ve cemaatlerden referans alındığının örneklerini muhatapları gayet net biliyor.

Atamalar, terfiler, görevlendirmelerin büyük bölümü tarikat ve cemaatlerin referanslarına göre şekilleniyor.

Mesela, bir tarikat ve cemaate karşı yapılan bir uygulamanın karşılığında bir telefonla söz konusu uygulamayı yapan polis müdürü görevden alındı bu ülkede.

Mesela, kısa süre önce Trabzon'daki Fenerbahçe maçında yaşanan olaylarda Fenerbahçe Kulübü Başkanı Ali Koç'un "sorumluluğunun bulunduğunu öne sürdüğü" Trabzon Emniyet Müdürü'nün görevden alınamamasının arkasında da aynı güç var.

Mesela, son dönemde emniyet içindeki kadrolaşma mücadelesinin içinde de tarikat ve cemaatlerin kendi aralarındaki çekişmeler var.

Mesela, teşkilat içinde "ağabey" konumunda ihtiyaç duyulan bir meslek büyüğü / büyükleri yok. Kendilerinin "var olduğunu düşünenler", makam derdine düşmüşler.

Mesela, kripto FETÖ'cü oldukları iddia edilen kimi üst yöneticilerin halen görev başında bulunmalarının ardında da bu tablo var.

Mesela, terfilerde ve atamalarda liyakat ve kıdem yerine cemaat ve tarikatlardan gelen referansların kabul edilmesi sağlıklı sonuçlar verir mi?

Mesela, geçen yıl çıkartılan İl Emniyet Müdürleri kararnamesinde, görevde olan Alevi kökenli emniyet müdürlerinin tamamının merkeze çekilmesini nasıl açıklamak lazım?

Mesela, organize suç örgütleriyle bağlantıları olduğu tespit edilen ve haklarında soruşturma açılan kimi üst düzey polis müdürlerinin arkasındaki siyasi güç nedir?

Mesela, bir önceki dönemde görev yaptıkları gerekçesiyle mevcut Bakan Yerlikaya tarafından görevden alınmak istenilen polis müdürlerine arka duran cemaatin özel mektup yazması normal mi?

Örnekleri artırmak mümkün.

Emniyet Genel Müdürü Erol Ayyıldız, kuruluş yıldönümü çerçevesinde Anıtkabir'i ziyaret etti ve Şeref Defteri'ni imzaladı. Ayyıldız'ın liderliğindeki Anıtkabir ziyareti kurumun resmi internet sitesinde yok! X ve benzeri sosyal medyadan paylaşımlar yapıldı.

Buna karşın, Ayyıldız'ın dini bayram ve kuruluş yıldönümü mesajları aynı mecrada mevcut. Hatta, Cumhurbaşkanlığı'nca verilen iftarın fotoğrafları da olmasına karşın Anıtkabir'den kamuoyuna paylaşım yapılmasına ihtiyaç duyulmamış.

Dolayısıyla Ayyıldız'ın Şeref Defteri'ne ne yazdığını bilemiyoruz. Büyük olasılıkla "Atatürk senin izindeyiz, Cumhuriyet'in bekçisiyiz" benzeri cümleler yer aldı.

350 bin kişilik teşkilatın başındaki yöneticinin Şeref Defteri'ne yazdığını düşündüğümüz bu bağlılık mesajlarına karşın teşkilatın içinde bulunduğu tablonun örtüşmediğini, deyim yerindeyse "sokaktaki insan" biliyor artık.

* * *

Böylesi eleştirlere karşın, hiç iyi bir şey olmuyor mu polis teşkilatında?

Bakan Ali Yerlikaya'nın motivasyonuyla "bir şeyler" yapılıyor. Önceki dönemde suçla mücadele etmesi gereken bir teşkilatın suçla anılan halinin yavaş yavaş değişmeye başladığını söylemek mümkün.

Bakan Yerlikaya daha birkaç gün önce yaptığı bilgilendirmede, sadece çetelerle mücadele kapsamında 1 Haziran 2023 - 4 Nisan 2024 arasında ülke genelinde 14 uluslararası, 38 ulusal, 69 bölgesel ve 303 yerel olmak üzere tam 424 organize suç örgütünün çökertildiğini duyurdu.

Bu çeteler, bir günde, bir haftada, bir ayda, bir yılda oluşmadı elbette!

Süleyman Soylu'dan koltuğu devralan Yerlikaya'nın "çalışmaya yönelik baskıcı yönetim yaklaşımı" mevcut tablonun yaratılmasında önemli.

Diyelim ki Yerlikaya gitti, ne olacak? Emniyet teşkilatının sistematiği var mı? Yoksa eskiye mi dönülecek tekrar?

Misyon ve vizyondaki mesajlar nasıl gerçekleşecek?

Tolga Şardan kimdir?

Tolga Şardan, 1988'de yerel yayımlanan Ankara Ulus gazetesinde mesleğe başladı. 1989'dan 2018'e kadar Milliyet gazetesinde polis muhabirliği, Ankara Temsilci Yardımcılığı ve köşe yazarlığı yaptı. 

Haber ve yazılarıyla, 1992'den itibaren Çetin Emeç, Muammer Yaşar Bostancı, Abdi İpekçi'nin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Yanı sıra, haberleri Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Spor Yazarları Derneği'nce ödüle layık bulundu. 

Ayrıca, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nce verilen 2021 Yılı Basın Özgürlüğü Ödülü'nün sahibi oldu. 

Şardan, 2019'da Doğan Kitap'tan yayımlanan "Komonist Masası'nda Nazım Hikmet" adlı araştırma dalındaki kitabını kaleme aldı. 

2019'dan bu yana T24'te çoğunlukla güvenlik konularını ele aldığı Büyüteç adlı köşeyi yazıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

İliç faciasında tartışılan iddianame ve Emniyet Müdürü Çalışkan’ın mesajı

İddianamede, sanıklara yönelik istenilen hapis cezası “taksirle birden fazla kişinin ölümüne sebebiyet vermek” hükmünden. Oysa Avukat Mürsel Önder, sanıkların işlediği suçun karşılığının “olası kastla ölüme sebebiyet vermek” olduğu görüşünde. Peki neden?

Mal varlığını açıklayamayan ünlü Savcı Bato’ya verilen hapis cezası ve İstanbul Emniyeti’ndeki tayinler

Savcı Okan Bato, eski mal bildirimleri ile HSK müfettişine sunduğu mal bildirimi kapsamında yasal geliri ile örtüşmeyen 8.1 milyon lirayı izah edemedi

"
"