19 Temmuz 2024

"Sen hiç oğul emzirdin mi kör kurşun?"

Direnmek yetmez, ellerimizi taşın altına da koymalıyız; maddi gücü olanın maddi destekle, olmayanın gönüllü desteğiyle en azından muhalefet belediyelerini zorlaması, el uzatması gerekir. Eğer sokak hayvanlarını cellatlarına teslim etmezsek, belki bir gün Devlet-i Aliyye'nin kara kaplı defterinde sol tarafta ismi yazılanlara da toplum olarak sahip çıkmayı beceririz

"Kaldırım taşlarının altında kumsal var"

Ölüm bir bitiş. İhtimallerin tükenmesi. Yolları çatallanan bahçelerin sonu. Çıkmaz sokak. Bir daha kahkaha atılmaması, şerefe diye kadehin kalkmaması bir demli akşamda, telefondaki isim kaydının solmuş bir çiçek gibi orada, teknolojik aygıtın içinde silinmekle silinmemek arasında çürümesi, bir deniz kıyısında beraber yürüyememek, sesin, görüntünün yalnızca megabayt halinde varlığını sürdürmesi. Sessizlik ve son.

Ölüm böyle bir şey, acı ve keder yüklü. Bizim memleketimizde ama, herkesin her canlının ölümü aynı değil. Kendine, yakınına ölümün gelmesi konusunda dehşete düşenler, kendilerinden uzak birilerinin ölümüne davul zurnayla gidebiliyor. Bir şehit edebiyatıdır gider mesela. Suriye'de şehit düşen, Libya'da şehit düşen, Irak'ta şehit düşen... Eğer ülkemize bir saldırı yoksa savaşa gönderdiğiniz genç insanlarımızın öldürülmesini kabul etmek, şehit oldu diye üstünü örtmek, kendi yüreklerinizi, başkalarının yüreklerine düşen ateşten soğutmaktan, uzak tutmaktan başka nedir ki? 

Bu ülkede ölüm kolay gelir. Göstere göstere gelir. İş kazasıyla gelir, maden kazasıyla gelir, göçükle gelir, depremle gelir, tren kazasıyla gelir, trafik kazasıyla gelir, kadın cinayetiyle gelir, yolda yürürken çukura düşmekle, elektrik çarpmasıyla gelir; gelir de gelir. Bu ülkede ölüm en çok yoksullara gelir. Bu ülkede ölmek kolay, öldürenden hesap sormak zordur. Bu ülkede adaletin terazisi herkesi aynı şekilde tartmaz. Bu ülkenin bir kısım polisi, savcısı, hakimi, bu ülkenin her vatandaşını aynı görmez. Bu ülkede ölmesi, hapse tıkılması makbul olanlar vardır. Suçlu olup olmaması çok da önemli değildir. Devlet-i Aliyye'nin kara kaplı defterinde sol taraftaki sayfalara yazılmışsa adınız; öldürülseniz de, suçsuz yere içeri tıkılsanız da sesinizi duyacak helal süt emmiş birini çok ararsınız emniyetin karanlık odalarında, adliyelerin ışıl ışıl saraylarında.

Bu ülkede katil de olsanız, cani de olsanız, uyuşturucu kaçakçılığı yapıp insanları zehirleseniz, insanlara işkence etmiş olsanız, organize suç örgütü yönetip akla gelen her türlü suçu işlemiş olsanız, çocuk istismarcısı, tecavüzcü, domuz bağıyla insan öldüren, insanları diri diri yakan da olsanız Devlet-i Aliyye'nin kara kaplı defterinde sağ taraftaki sayfalarda yazılıysa adınız, omuzunuza Türk bayrağı atıp, sırtınızı sıvazlayanlar olur. Sizin suç delileriniz adliyelerde kaybolur, sahte kimlikler, yeşil pasaportlar kolayca çıkar, kameraların tam da sizin suç işlediğiniz saatlerde kayıtta olmadığı anlaşılır, ortalıkta görünmez adam gibi dolaşırsınız yıllarca. Siz daha o tetiği çekerken, o tel askıyla tanımadığınız bilmediğiniz, ne size ne başkasına bir zarar vermiş genç insanları boğarken, polis kimliğiyle yoldan aldığınız adamı tenhada ensesinden kurşunlarken, evine girdiğiniz insanların genç kızını durduk yere vurup öldürürken, sokaktaki genç adamı yakalayıp linç ederken, küçük çocuğun kafasına nişan alıp gaz kapsülünü fırlatırken, bilirsiniz ki size kimse dokunmayacaktır. Bir süre yatmak gerekse de sonunda çıkıp rahat bir hayat sürmeniz sağlanacaktır.

Bu ülkede Kırmızı Pazartesi romanındaki gibi planlayıp ilan ettiğiniz, emniyet güçlerinden yardım aldığınız, yıllarca arkadaşınız olan adamı hem de namaz çıkışı, hem de başkentin ortasında hem de pis bir torbacıya öldürttüğünüzde de gönlünüz ferahtır. Aynı adamı bir sol örgüt militanı öldürmüş olsa yedi sülalesinin burnundan getirilir, işkence odalarında, Filistin askılarında hesap sorulurken sizin kendi adamınızı öldürmeniz vatan büyük olduğu için normal karşılanmalı, üstüne gidilmemelidir. Katiller, azmettiriciler savcıları, gazetecileri tehdit eder, acılı aileye hesap sorma tweetleri atar. Ağzınızı her açtığınızda Büyük Türk devleti dediğiniz devlette ahlakı, adaleti bu denli tahrip ettiğinizde; o devleti, kaç bin yıllık tarihinde hiç olmadığı kadar küçülttüğünüz, zavallı hale getirdiğiniz umurunuzda olmaz.

Bu yazı hayvanları, can dostlarımızı rahat rahat öldürmek için hazırlanan yasaya karşı bir yazı olacaktı. O amaçla başlamıştım yazmaya. Yazdıkça bu ülkede yaşadığım yıllar boyunca içinde insan sevgisi olmayanları; insanlar katledildiğinde, vahşice öldürüldüklerinde bile kafasını öbür tarafa çevirenleri; katilleri sahiplenenleri, yol açanları, koruyup kollayanları ve bir gün hesap verir miyiz kaygısı olmadan "dolçe vita" hayatlarına devam edenleri hatırladım. Sokak hayvanlarını öldürmeyi kafaya koymuş bir grubun, hani halk arasında bu durum belki hoş karşılanmaz diye zerre kadar alakası olmasa da katliamı ötanazi kavramının içine sokuşturmaya çalıştığı bir memlekette yaşıyoruz.

Yok yere ölen, öldürülen insanların hesabını sormayanların sokak hayvanlarına merhamet göstermesini beklemek için saf olmak lazım. Bu ülkede insanın da, hayvanın da, bitkinin de canı iktidar terazisinde tartıldığı kadar değerlidir. Bu ülkede ormanlar yanar; yemin billah edilir yerine ağaç dikeceğiz, tez zamanda tekrar orman yapacağız, diye senesi dolmadan oteller yükselmeye başlar yanan ormanın yerinde. Bu ülkede doğayı tahrip etmek, ucunda uzanan rantın büyüklüğüyle doğru orantılı olarak meşrulaşır. Sokak hayvanlarının öldürülmemesi için Meclis'te direnmenin bir işe yaramayacağını herkes biliyor. Bu ülkede eğer kaldırdığınız parmakların sayısı yetmiyorsa, memleket için en hayırlı teklifinizi bile reddederler sırf siz kaldırıyorsunuz o parmakları diye. Sokaklar bizimdir, sokak hayvanlarınındır. Sokak hayvanlarının öldürülmesine karşı çıkmak, direnmek hem meşrudur hem de ahlaki bir zorunluluktur. Ama direnmek yetmez, ellerimizi taşın altına da koymalıyız; maddi gücü olanın maddi destekle, olmayanın gönüllü desteğiyle en azından muhalefet belediyelerini zorlaması, el uzatması gerekir. Eğer sokak hayvanlarını cellatlarına teslim etmezsek, belki bir gün Devlet-i Aliyye'nin kara kaplı defterinde sol tarafta ismi yazılanlara da toplum olarak sahip çıkmayı beceririz.

Yazıyı 68 baharının unutulmaz sloganıyla bitireyim:

"Kaldırım taşlarının altında kumsal var."


* Başlıktaki cümle, Ali Saraçoğlu'nun 23 Aralık 1977'de öldürülen oğlunun anısına hazırladığı şiirlerden, ağıtlardan oluşan güldestenin adıdır. Kitap 1978'de yayımlandığında içim parçalanarak okumuştum. Neredeyse elli yıl olacak. Aynı soruyu sormaya devam ediyoruz. Köprü yapmakla, otoyol yapmakla, gökdelen dikmekle uygarlık gelmiyor. Kirli eller yıkanmadan, o pis karanlık sular akıp gitmeden bu ülkenin damarlarından huzur bulamayacağız.

Talat Kırış kimdir?

Talat Kırış, 1961 yılında İstanbul'da Süleymaniye Doğumevi'nde dünyaya geldi. Sırasıyla Ataköy İlkokulu, İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdi.

Öğrenciliği sırasında yurtiçi ve yurtdışında kaza cerrahisi ve beyin cerrahisi kliniklerinde staj yaptı. Prof. Dr. Türkan Saylan'la birlikte Van'da lepra hastalığı üzerine saha çalışmalarına katıldı. Konya Devlet Hastanesi Acil Bölümü'nde mecburi hizmetini; 1986-1992 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda ihtisasını tamamladı. Uzmanlık tez çalışmasıyla Beyin Araştırmaları Derneği ve Japon Nörotravma Derneği'nden ödül aldı. Uzmanlık sonrası Kartal Eğitim Araştırma ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanelerinde çalıştı.

1995-1996 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri, Arizona, Phoenix'te bulunan Barrow Nöroloji Enstitüsü'nde burslu olarak, kafa kaidesi tümörleri ve beyin damar hastalıkları üzerine üst ihtisas yaptı. İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda 1999 yılında doçent, 2006 yılında profesör oldu.

2006 yılında 9. Uluslararası Serebral Vazospazm Kongresi'nin başkanlığını yaptı. Türk Nöroşirurji Derneği Yeterlik Kurulu kurucu üyeliği, Nörovasküler Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Nöroonkoloji Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Temel Kurslar eş başkanlığı, yönetim kurulu üyelikleri, Türk Nöroşirurji Dergisi ve Turkish Neurosurgery dergileri baş editörlüğü, Nöroonkoloji Derneği ikinci başkanlığı ve Türk Nöroşirurji Derneği başkanlığı yaptı.

Avrupa Nöroşirurji Dernekleri Birliği Araştırma Komitesi üyeliği görevinde bulundu. Akdeniz Beyin Cerrahları Derneği Eğitim Komitesi Başkanı olan Kırış, 2017-2021 yılları arasında Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu Beyin Damar Hastalıkları Komitesi Başkanlığı yaptı.

Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu'nda Türk Nöroşirurji Derneği'ni temsil eden delege olan Prof. Dr. Talat Kırış, meslek yaşamını Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi ve Koç Üniversitesi Hastanesi Beyin Cerrahisi bölümlerinde sürdürüyor.

Kırış'ın editörleri arasında bulunduğu İngilizce iki kitabı, 100'den fazla kitap bölümü, ulusal ve uluslararası dergilerde makaleleri yayımlandı; çok sayıda ülkede beyin cerrahisinin çeşitli alanlarında eğitim kursları ve konferanslar verdi, yurtiçi ve yurtdışında eğitim amacıyla çok sayıda beyin cerrahının izlediği canlı ameliyatlar yaptı.

Tıbbiye öğrenciliği yıllarından itibaren 40 yılı aşan öğretim üyeliği ve hekimlik hayatını, 2021'de yayımlanan "Beyne Giden Yol / Bir Beyin Cerrahının Anıları" adını verdiği kitabında anlattı. TEDx ve farklı sosyal platformlarda konuşmaları yayımlanan Kırış, aynı zamanda kıdemli bir denizci olarak Güney Amerika'dan Antarktika'ya kadar uzanan yelkenli seyahatler yaptı, Grönland'da kanoyla Kuzey Kutup dairesi geçiş yaptı. Anılarında hayalini, "Bir Şehir Hatları Vapuru'na ismimin verilmesini isterim. Kimbilir, kısmet..." sözleriyle paylaştı.

Gençlik yıllarından itibaren yazın dünyasıyla ilgilendi, 1984 yılında Düşün dergisi masal yarışmasında mansiyon kazandı. Argos sanat dergisinde öykü ve denemeleri, Cumhuriyet ve Radikal gazetelerinde yazıları yayımlandı. 2012 yılından Yacht Türkiye dergisinde yazmaya başladı.

Ağustos 2019'dan itibaren T24'te düzenli yazılar yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Neden susuyorsunuz?

Devlet işi gücü bırakmış kocaman bir sopa olmuş, dövecek muhalif arıyor. RTÜK diye bir kurum var, sopalıktan önce elektrikli şok tabancalığına, şimdilerde de ateşli silahlığa terfi etmiş. İktidarın, dayatılan siyasal İslam ideolojisinin hoşuna gitmeyecek yayın gördü mü indiririm aşağı diyor

Bir sabah metroda

Metrodan iniyorum. Etrafımdaki gençlere daha bir farklı bakıyor gözlerim. Çok da uzak olmayan bir gelecekte daha güzel günler göreceğiz diye geçiriyorum içimden

Ronda Ramirez'in ortadan kayboluşu

Eylül ayının dolunay öyküsü uzak yıllardan ve yakında yapılan bir Ronda seyahatinden damıtıldı. Yıllar önce bir boğa güreşi tutkunuydum, İspanyolların deyimiyle Aficionado. Başta Hemingway, boğa güreşine dair her yazılanı okuyordum. Sonra Madrid'de, Barcelona'da o müthiş atmosferde izledim boğa güreşlerini. Hatta Zaragoza'nın bir köyünde antrenman boğalarıyla dövüşmüşlüğüm bile vardır. Boğa güreşi flamenkoyla birlikte, ölümle kalım arasında gidip gelen sarkacın salınımları arasındaki estetiğin, tutkunun dile gelişidir. Sonraları ama boğaların, bu muhteşem hayvanların arenada acı çekmeleri, öldürülmeleri kabul edemeyeceğim bir şey haline geldi. Başka bir canlıyı öldürmenin estetiği olamazdı. İşte bu öykü Aficionado yıllarımın özeleştirisidir de bir bakıma...

"
"