Adanın arka kısmında neredeyse hiç yerleşim yok. Ana liman, güney taraftaki korunaklı koyda gelişmiş yüzyıllar içinde. Önceden mütevazi bir balıkçı kasabasıyken son yıllarda turistik bir belde haline gelmiş. Ana limandan sahil şeridi boyunca iki yana doğru uzanan yol üzerinde de seyrek yerleşimler var. İç kısımdaki küçük birkaç köyü saymazsanız kuzeye doğru ıssızlaşıyor ada. Kuzey taraf aniden yükselen yalçın kayalardan oluşuyor. Kaya tırmanışı meraklıları dışında da pek ziyaretçisi olmuyor bu tarafın.
Liman bu akşam çok hareketli. Lokantalar dolup taşıyor, dondurmacıların kapısında daha şimdiden kuyruklar oluşmuş. Ivır zıvır hediyelik eşya satan dükkân sahipleri yılın kalan kısmında iş yapamayacakları için şu günlerin hasılatıyla bayram ediyorlar. Meydana uzanan ana caddeyi kesen sokağın köşesinde oturmuş, bu kalabalıktan kendisi de bir şeyler kazanabilir mi acaba diye etrafa bakınıp duruyor pembe giysili kadın. Pembe penye taytı, üzerine tunik gibi giydiği pembe uzun tişörtte kocaman Mickey Mouse resmi ve hava kararalı çok zaman olmasına rağmen çıkarmadığı lacivert hasır şapkasıyla küçük bir taburenin üzerine tünemiş Afrikalı bir kadın. Yanındaki duvara dayadığı kartonda değişik şekillerde saçlarını ördüğü insanların fotoğrafları var.
Adam, adaya karısı ve küçük kızıyla gelmişti. “Yemeği biraz geç yeriz, sizi meydanda bulurum” demişti eşine. Kiraladığı motosikleti kuzeyde tepeye yakın bir yere bırakmış, ekipmanıyla gecenin en karanlık olduğu bir noktayı saptayıp oraya yerleşmişti. Makinesini hazırlıyordu. Çoktandır Samanyolu ve Dünya’nın dönüşünü kaydettiği fotoğraf ve video çekimleri yapıyordu. Hobi olarak başlamıştı ama son bir yıldır felsefi metinlerle birleştirdiği bir fotoğraf kitabı hazırlıyordu. Karekodlarla da videolarını kitabın içine yerleştirecekti. Evrenin sonsuzluğunu, dünyamızın evrenin içinde ne denli küçük bir partikül ve dünyanın dönüp durmasının ne denli muazzam olduğunu kayda alıyordu. Ve bütün bunların dünya ülkelerinde yaşanan açlık, yoksulluk, savaşlar ve acı çeken insanlarla, hayvanlarla ne büyük bir tezat teşkil ettiğini anlatmaya çalışıyordu.
Anne ve küçük kız çocuğu mutluydu. Sokaklar canlı, hareketli, insana mutluluk veren bir tatil beldesinin atmosferindeydi tam olarak. Bir kolye, bir buzdolabı magneti, içine zeytinyağı koyup ekmek banacakları bir seramik tabak ve babalarına hediye etmek üzere bir bileklik almışlardı. Adam gelene kadar daha dolaşacakları sokaklar, girip çıkacakları pek çok dükkân vardı. Kadın, eşinin hobiden hayatının en önemli projesine dönüşen tutkusunu önemsiyordu. Gece yarısı dağlara tırmanıp fotoğraflar çekmesi, kamerasını kurup dünyanın dönüşünü kaydetmesi başlangıçta biraz tuhaf gelse de zamanla alışmış, bu yaptıkları eşini mutlu ettiği için de desteklemişti. Birazdan gelir, beraber yemek yer, beraber dolaşırlardı sokakları. Mutlu aşk diye bir şey tabii ki vardı, şair tam tersini yazmış olsa da.
Pembe tişörtünün üzerinde Mickey Mouse resmi olan kadın, annesiyle dolaşan 8-9 yaşlarındaki çocuğu fark etmişti. Belki iki üç kere tezgahını kurduğu yerin önünden geçmişlerdi. Çocuk her seferinde duvara dayadığı kartondaki saç modellerine takılmış, köşeyi dönene kadar gözünü ayırmamıştı türlü şekillerde örülmüş saç şekillerinden. Gözleri uzaklara daldı Mickey Mouse tişörtlü kadının. Yanına gelen Afrikalı genç hayatı boyunca beynini acıtacak düşüncelerden bir anlığına uzaklaştırdı. Beraber yola çıktıkları kafiledekilerden biriydi, Burkino Fasso’da kalan en büyük ablasının oğlu. Onun da elinde demet demet sallanan saatler, kolyeler, bileklikler vardı.
Adam bulunduğu noktaya güneydeki limanın ışıltısının ulaşmamasından ve o gece ay olmamasından mutluydu. Oturduğu kayaya dokundu, sonra kayayı sevecen bir şekilde okşadı. Bu noktaya değmiş olabilecek ince kürdan gibi kuş ayaklarını düşündü. Samanyolu yukardan aşağıya inen bir helezon gibi yansıyacaktı fotoğrafına. Pozlamayı yaptı, enstantaneyi ayarladı. Bu fotoğrafları çekmeye, dünyanın dönüşünü kaydetmeye başladığından beri daha fazla içine dönmüş, dünyadaki adaletsizliğin üzerine daha fazla kafa yorar olmuştu. Bir gezegende hep birlikte yaşayan canlılardı, ama çoğu acı, sıkıntı çekiyor, az bir kısmı mutlu mesut yaşıyordu. Bir baykuş öttü. Bir merakı da baykuş fotoğraflarıydı. Giderek, o güne dek yaşadığı hayatından uzağa düşüyordu.
Pembe penyeden tayt ve pembe üzerine Mickey Mouse resmi basılmış tişört giymiş olan kadın, geçen hafta, bu adaya geldiğinden beri ilk kez 50 mil ötedeki anakaraya gitmek için feribota binmişti. Denizden korkuyordu, hem de çok korkuyordu. Korkmanın ötesinde açık deniz yüreğini burkuyor, teknenin dalgalarla her yükselip alçalmasında hayatından hiç ayrılmayan ve ayrılmayacak olan acısı içini dağlıyordu. O hayatta kalmıştı, yaşayacaktı bir şekilde. Belki de bu acıyla yaşamamalıydı. Otuzlarının sonunda anca vardı. Önündeki hayata dair hiçbir hayali, arzusu, hedefi yoktu. Epeydir hayatta kalma içgüdüsüyle, hayatından vazgeçme kararlılığı arasındaki mücadele belirliyordu yaşamını.
Adam motosiklete bindi. Sabah gelip ekipmanın kalanını alacaktı. Virajlı yollardan geçerek güneye yöneldi. Dik uzun yokuştan aşağı vurduğunda deniz karanlık büyük bir göl gibi çıktı karşısına birdenbire. İlerde incecik bir şerit halinde denizi çevreleyen sahil şeridi üzerindeki tek tük evlerin ışığı deniz ötede bitiyor izlenimi vermişti. Motoru, kiraladıkları evin önüne park edip meydana doğru yürüdü. Yol üstünde onun da gözü pembe giysili kadına takıldı. Avrupa’ya göç etmeye çalışan Afrikalı göçmenlerle ilgili haberleri izliyordu. Geçen yıl bulundukları adadan çok da uzak olmayan bir yerlerde batan göçmen teknesinde onlarca insan boğulmuştu. Tesadüfen o bölgede bulunan balıkçılar olmasa ölü sayısı daha da artardı.
Feribottan inince ablasının oğluyla beraber, istasyona doğru yürüdüler. İstasyonun arka caddesinde yol boyu sıralanmış toptan ve perakende Çin mamulleri satan dükkanlar vardı. Her zaman alışveriş yaptıkları Zhang’ın dükkanına yöneldiler. Kadın renk renk yapay saçlardan, genç adam saat, bilezik, kolye ve bileklik aldı. Fazla vakitleri yoktu, adaya giden feribota yetişmeleri lazımdı. Yol üstündeki büfeden tortilla ekmeğine doldurulmuş, dönerle salata aldılar, cuma akşamı caddeler kalabalık oluyordu, akşam adada tezgahlarını açmalıydılar.
Tam o köşede karşılaştılar, anne, kız çocuğu ve adam. Çocuk pembe giysili kadının duvara dayadığı fotoğrafları işaret etti. Saçının ince ince örülmesini istiyordu. Annesini babasını elinden tutup kadının önündeki tabureye sürükledi. Kartondaki fotoğraflardan birini işaret etti. Kendi yaşında bir kız çocuğunun resmi vardı, Afrikalı bir kız çocuğu. Saçları simsiyah onlarca demet halinde incecik örülmüştü. “Bu modeli istiyorum” dedi. Pembe giysili kadın, çocuğun saçlarını okşadı, uzun uzun taradı ve uzun saçlarından ince demetler yapıp örmeye başladı. Kadının gözyaşlarını yalnızca adam fark etti. Kadın içinden hüngür hüngür ağlıyordu ama yanaklarından yalnızca iki damla, ağır, acı, kederli bir şekilde süzüldü. Gece yarısı lacivert hasır şapkayı gözyaşlarını gizlemek için takıyordu.
Burkina Fasso’daki köylerinden on beş kişi çıkmışlardı yola. Komşu Mali’den gelen IŞID terör örgütünün militanları yakındaki bir köyde katliam yaptığında -130 kişiyi öldürmüşlerdi- göç etmeye karar vermişlerdi. Kocası, küçük kızı, yeğeni, komşuları, önce Nijerya’ya geçmişler, Büyük Sahra çölünü aşıp, Cezayir’e sonra da Tunus’a ulaşmışlardı. Burada satıp savdıkları evleri dahil her şeyden ellerinde kalan parayı insan kaçakçılarına vermişlerdi. Lampedusa Adası’na geçmek üzere bindikleri derme çatma tekne Akdeniz’in ortasında batmıştı. Küçük kızlarını kurtarmaya çalışırken kocası da kızıyla beraber boğulmuştu. Pembe giysili kadın onların boğulduğunu görünce çabalamamış, kendini sulara bırakmıştı. Yaşamasının anlamı kalmamıştı. Son anda ablasının güçlü oğlu onu sudan çıkarıp boynuna bir cesetten aldığı can yeleğini geçirmeyi başarmıştı. O gece 78 kişiden 35’i boğulmuş, Afrika’dan kaçmaya çalışırken Akdeniz’de hayatını kaybeden otuz bine yakın insan gibi denizin derinliklerine gömülmüştü.
Eşi, kızının mutluluğuna odaklanmışken, adam o haberi hatırladı. Kadın sessiz, kederli örüyordu kızının saçlarını incecik. Araya Çinli Zhang’ın dükkanından aldığı renkli yapay saçlardan karıştırıyordu. Küçük kız çocuğu çok ama çok mutluydu. Birkaç gün sonra kocaman bir gemiye binip bir gece lüks kamaralarında uyuyup evlerine döneceklerdi. Arkadaşları bayılacaktı saçlarına. Tişörtünde Mickey Mouse resmi olan pembe giysili kadın el ayak çekildikten sonra, canlarını alan denizin karanlığına kendini bırakmayı düşünüyordu. Her gece ama her gece bu fikirle dalıyordu uykuya. Cesaretini topladığı bir gece gidecekti yanlarına.
Saç örme işi bitmişti. Küçük kız çocuğu tabureden kalktı, pembe giysili Afrikalı kadının tuttuğu bir köşesi kırık aynada kendine baktı, sonra kadına sımsıkı sarıldı, uzaklaşırlarken döndü, koşa koşa gidip bir daha sarıldı.
O gece ay yoktu. Tunus sahilinde başka bir tekne, içine doldurduğu kapasitesinin iki katı insanla yola çıkmak üzereydi. Adamın kayaların arasına yerleştirdiği kamera dünyanın dönüşünü kaydediyordu. Küçük kız çocuğu gülücükler saçıyordu. Akdeniz’in dibinde başka küçük çocukların iskeletleri arasında balıklar dolaşıyordu. 150 yıl önce de Dünya yine aynı şekilde dönüyordu ve Dünya gezegeni o zaman da Samanyolu Galaksisinin uzak bir yerlerinde küçük bir noktaydı. 150 yıl önce de Afrika kıyılarından yola çıkan içleri Afrikalı insanlarla dolu tekneler vardı.
Afrikalı kadınlar, Afrikalı adamlar, Afrikalı çocuklar denizlerde ya zulme ya ölüme gittiler, gidiyorlar, gidecekler ve dünya dönmeye devam edecek…
Talat Kırış kimdir?
Talat Kırış, 1961 yılında İstanbul'da Süleymaniye Doğumevi'nde dünyaya geldi. Sırasıyla Ataköy İlkokulu, İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdi.
Öğrenciliği sırasında yurtiçi ve yurtdışında kaza cerrahisi ve beyin cerrahisi kliniklerinde staj yaptı. Prof. Dr. Türkan Saylan'la birlikte Van'da lepra hastalığı üzerine saha çalışmalarına katıldı. Konya Devlet Hastanesi Acil Bölümü'nde mecburi hizmetini; 1986-1992 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda ihtisasını tamamladı. Uzmanlık tez çalışmasıyla Beyin Araştırmaları Derneği ve Japon Nörotravma Derneği'nden ödül aldı. Uzmanlık sonrası Kartal Eğitim Araştırma ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanelerinde çalıştı.
1995-1996 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri, Arizona, Phoenix'te bulunan Barrow Nöroloji Enstitüsü'nde burslu olarak, kafa kaidesi tümörleri ve beyin damar hastalıkları üzerine üst ihtisas yaptı. İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda 1999 yılında doçent, 2006 yılında profesör oldu.
2006 yılında 9. Uluslararası Serebral Vazospazm Kongresi'nin başkanlığını yaptı. Türk Nöroşirurji Derneği Yeterlik Kurulu kurucu üyeliği, Nörovasküler Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Nöroonkoloji Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Temel Kurslar eş başkanlığı, yönetim kurulu üyelikleri, Türk Nöroşirurji Dergisi ve Turkish Neurosurgery dergileri baş editörlüğü, Nöroonkoloji Derneği ikinci başkanlığı ve Türk Nöroşirurji Derneği başkanlığı yaptı.
Avrupa Nöroşirurji Dernekleri Birliği Araştırma Komitesi üyeliği görevinde bulundu. Akdeniz Beyin Cerrahları Derneği Eğitim Komitesi Başkanı olan Kırış, 2017-2021 yılları arasında Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu Beyin Damar Hastalıkları Komitesi Başkanlığı yaptı.
Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu'nda Türk Nöroşirurji Derneği'ni temsil eden delege olan Prof. Dr. Talat Kırış, meslek yaşamını Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi ve Koç Üniversitesi Hastanesi Beyin Cerrahisi bölümlerinde sürdürüyor.
Kırış'ın editörleri arasında bulunduğu İngilizce iki kitabı, 100'den fazla kitap bölümü, ulusal ve uluslararası dergilerde makaleleri yayımlandı; çok sayıda ülkede beyin cerrahisinin çeşitli alanlarında eğitim kursları ve konferanslar verdi, yurtiçi ve yurtdışında eğitim amacıyla çok sayıda beyin cerrahının izlediği canlı ameliyatlar yaptı.
Tıbbiye öğrenciliği yıllarından itibaren 40 yılı aşan öğretim üyeliği ve hekimlik hayatını, 2021'de yayımlanan "Beyne Giden Yol / Bir Beyin Cerrahının Anıları" adını verdiği kitabında anlattı. TEDx ve farklı sosyal platformlarda konuşmaları yayımlanan Kırış, aynı zamanda kıdemli bir denizci olarak Güney Amerika'dan Antarktika'ya kadar uzanan yelkenli seyahatler yaptı, Grönland'da kanoyla Kuzey Kutup dairesi geçiş yaptı. Anılarında hayalini, "Bir Şehir Hatları Vapuru'na ismimin verilmesini isterim. Kimbilir, kısmet..." sözleriyle paylaştı.
Gençlik yıllarından itibaren yazın dünyasıyla ilgilendi, 1984 yılında Düşün dergisi masal yarışmasında mansiyon kazandı. Argos sanat dergisinde öykü ve denemeleri, Cumhuriyet ve Radikal gazetelerinde yazıları yayımlandı. 2012 yılından Yacht Türkiye dergisinde yazmaya başladı.
Ağustos 2019'dan itibaren T24'te düzenli yazılar yazıyor.
|