1890'lar, Amerika'nın güneybatısı. New Mexico - Colorado sınırlarına yakın Currumpaw Vadisi'nde kovboylar, kurtlar tarafından parçalanmış bir inek bulur. Kurtların doğal yaşam alanı insanlar eliyle bozulmuş, doğal besin kaynağı olan bizonlar avlana avlana, soyu tükenecek hale gelmiş, geyik ve antiloplar başka yerlere kaçmış. Aç kalan kurtlar sürülere saldırıyor. Neredeyse her gün farklı sürülerden bir inek eksiliyor. Başlarında dev boyutlarda gri bir kurdun olduğu beş kişilik sürü hayvanları avlıyor. Sürünün başındaki kurt Lobo ismiyle tanınıyor.
Bizon avlamaya alışmış kurtlar için sürüdeki inekler kolay av, tereyağından kıl çeker gibi her gece bir tane avlıyorlar. Kovboylar kurtların peşinde, ama Lobo ve sürüsünden tek bir kurdu bile vuramıyorlar. Bir hayvanı parçalayıp, bir kısım etini zehirleyip, kurtların bölgesine bırakıyorlar, ertesi gün zehirli olan etlere dokunulmadığını, zehirsiz olanlarınsa afiyetle yenip bitirildiğini görüyorlar. Çiftliklere musallat olan kurtları avlamak bir meslek haline gelmiş. Vurulan kurt başına çiftlik sahipleri ödeme yapıyor. Ne var ki Lobo ve arkadaşlarının peşine düşen avcılar başarısız oluyor. Teksas'dan Tenerre isimli ünlü bir kurt avcısı, köpekleriyle birlikte bölgeye gidiyor. Kurtların üzerine saldığı köpekler geri dönmüyor, Lobo'yu vurmak için çıktığı her sefer eli boş dönüyor.
Lobo'nun başına 1000 dolar ödül konuyor ve kurt avcılarının en ünlüsü Ernest Thompson Seton'a haber uçuruluyor. Seton değişik bir adam. Ailesi İskoçya'dan Kanada'ya göç etmiş, Toronto da yaşamışlar. Genç yaşta resim yeteneği öne çıkmış, Kanada da başladığı eğitimine aldığı bir bursla İngilterede, Royal Akademide devam etmiş. Kısa bir süre de Paris'te Académie Julian'da sanat eğitimi alma fırsatı olmuş. 21 yaşına geldiğinde babası, o güne kadar, yani çocukluğu ve gençliği boyunca kendisi için yaptığı tüm masrafların faturasını -ki buna kendisini dünyaya getiren doktorun ücreti de dahil- verip, borcunu ödemesini talep etmiş. Bu babasını son görüşü olmuş. Ressam ve doğasever olarak vahşi hayatı resimleriyle belgelemeye ve kitaplar yazmaya başlamış. Hayatını idame ettirmek üzere çeşitli işler yapmış ama esas geçimini kurt avlayarak sürdürüyormuş.
Lobo'yu vurup 1000 doları almak için New Mexico'ya geldiğinde kısa sürede bu işi halledeceğini düşünmüş ama evdeki hesap çarşıya uymamış. Önce, hayvanları zehirlemeye çalışmış. Kestiği hayvanlarda insan kokusu olmasın diye eldiven kullanıyormuş ve zehirli etleri doğaya bırakırken de doğal olarak ölmüş süsü verdiği hayvanların yanına ustaca yerleştiriyormuş. Bir gün tüm zehirli etlerin bir açıklıkta toplandığını ve kurtların üzerlerine dışkıladığını görmüş. Lobo resmen alay edip , aşağılamış onu.
Bunun üzerine kurt izlerini takip ederek doğal alanlarının sınırını tespit etmiş ve bölgeye belli bir düzende kapanlar yerleştirmeye başlamış. Bir süre sonra her bir kapanın ya üzerine atılmış bir taşla ya da bir dal parçasıyla etkisiz hale getirildiğini görmüş. Belli ki Lobo bölgedeki kapanları tespit edip, kapanmaları için, kapanın üzerine bir şey fırlatıyormuş. Zorlu rakibine saygı duysa da işini yapmaya kararlı olan Seton izleri takibi sürdürmüş.
Bir gün Lobo'nun dev cüssesiyle bıraktığı izlerin yanında, daha küçük ayaklı bir kurda ait izler tespit etmiş. Sürüden ayrı birlikte hareket eden. Koşan oynayan, yerlerde yuvarlanan ama birbirlerinden ayrılmayan bir çift büyük ve küçük pati. Lobo'nun yumuşak karnını bulduğunu anlamış. İz sürerken bembeyaz, güzel mi güzel, bölgede yaşayanların Blanca adını taktıkları dişi kurtla, Lobo'yu birlikte gördüğünde hain planını hayata geçirmeye karar vermiş.
Tuzakları arttırdığında, bölgeye etler bıraktığında, er geç Blanca'nın kapana yakalanacağını tahmin ediyormuş ve tam da düşündüğü gibi olmuş. Oraya ulaştığında ayakları kapana sıkışmış Blanca'yı başında bekleyen Lobo ile birlikte bulmuş. Onları gören Lobo biraz uzaklaşsa da izliyormuş. Blanca'nın vurulmasını bir feryatla karşılamış. Atın terkisine bağladıkları Blanca'yı çiftliğe götürmüşler. İki gün boyunca Lobo'nun acı dolu iniltileri, ulumaları tüm vadiyi sarmış. Hain planın ikinci kısmına geçmiş Seton. Blanca'nın bedeninden kestiği parçaları kürküyle birlikte sağa sola koymuş, yanlarına da kapanları. Sevdiği dişi kurdun kokusunun peşinden giden Lobo, belki dikkatini vermediği, belki de artık umursamadığı için tuzağa düşmüş.
Seton tüfeği doğrulttuğunda gözlerini gözlerine dikip öylece beklemiş. Adam onu vuramamış, bağlayıp çiftliğe götürmüş. Boynuna taktığı kalın bir zincirle ahıra Blanca'nın ölüsünün yanına koymuş. Lobo ne su içmiş, ne verilen yemekleri yemiş, bir süre sonra da ölmüş.
Seton o günden sonra kurt avcılığını bırakmış, kendini doğaya adamış. "Vahşi" hayvanlarla ilgili resimlerini de yaptığı kitaplar yazmış. Amerikan izciliğinin önderlerinden biri olmuş. Çocuklara doğada yaşamak, hayatta kalmakla ilgili dersler verdiği bir gençlik kampı kurmuş. Yaşamı boyunca öldürdüğü kurtların gözleri onu takip etmiş, vicdan azabıyla yaşamış.
Lobo ve Blanca yalnızca bir örnek. Gezegeni paylaştığımız canlıların ne denli zeki, duygu dolu olduklarını görmek için bu hikâyelere ihtiyacımız yok. Karada, havada, denizde yaşayan canlıların hepsi düşündüğümüzden çok daha zeki, toplumsal ilişkilerinde, diğer türlerle ilişkilerinde bizden daha uygar. Dünyayı onların gözünden görebilmeyi çok isterdim. İnsanı, gezegenin bu en vahşi canlısını, hayvanlar nasıl algılıyor acaba? İnsan gibi zararlı bir yaratığı nasıl değerlendiriyorlar, insanı gözlerken, insanla karşılaştıklarında ne hissediyorlar? Bu hikayeyi okuduktan sonra kendimi Budistlere yakın hissettim. Kim bilir belki de başka bir yaşamda, dünyaya hayvan olarak geri dönmek, bu soruların yanıtını bulmak mümkün olur.