30 Eylül 2020

Kürtler…

Bir gün "Kürt sorunu var, bu soruna çözüm bulalım" diyorlar, sonra birlikte çözüm aradıkları insanları bu nedenle hapse atıyorlar, onlarca faili meçhul, annelerinin yıllardır aradığı kayıp çocuklar var. Herkesin gözü önünde Diyarbakır Baro Başkanı öldürülüyor, öldüren belli değil. Biz Türk olarak bunları yaşasak isyan etmez miyiz Allah aşkına?

Ben İstanbul çocuğuyum. Bu şehirde doğup büyüdüm. Çocukken babamın memleketi Gürün'e gider orada yazları geçirirdik ama anılar uzakta ve biraz flu. Anadolu'nun doğusuna ilk kez 1984 yılında yani, 23 yaşımdayken rahmetli Türkan Saylan'la yaptığımız bir sağlık taraması sırasında gittim ("Bir Zamanlar Anadolu'da Türkan Saylan'la bir minibüs Yolculuğu" başlıklı yazımda bu yolculuktan söz etmiştim). Kürtlerle ilk gerçek karşılaşmam da o zamandır. Türkiye'de, ülkenin ana dilini hiç bilmeyen, gerçek anlamda tek kelime dahi bilmeyen büyük bir topluluğun yaşadığının o zamana kadar farkında değildim.

1984 yılının yaz aylarında önce Bahçesaray'a, ardından da Çaldıran'a, on tıp öğrencisi, birkaç doktor, hemşire ve iki öğretim üyesinden oluşan bir ekiple cüzzam taraması amacıyla gittik ve ikişer hafta kaldık. Cüzzam hastalığı o bölgede yoğun görülüyordu ve biz cüzzamla birlikte sağlık taraması da gerçekleştirdik. Ekiplere ayrılmış, köyleri ve mezraları bölüşmüştük. Her gün bir köye gidip mezralarıyla birlikte tüm nüfusu tek tek muayene ediyorduk. Hepimiz "okumuş çoçuklardık". Ülke sorunlarına ilgi duyan, siyaset, tarih, felsefe ve elbette edebiyat okuyan gençlerdik. Meğerse bırakın dünyayı, ülkeden haberimiz yokmuş.

İlk gittiğimiz köyde yaşadığımız şoku kelimelerle anlatmak zor. Bu şok ertesi günlerde de sürdü ve Bahçesaray'dan birkaç ay sonra gittiğimiz Çaldıran'da da artık deneyimli olmamıza rağmen aynen devam etti. Gittiğimiz köylerdeki insanlar Türkçe bilmiyorlardı. Askere gidip gelenler öğrenmiş, çoğu unutmuştu. Kadınlarsa zaten hiç bilmiyorlardı. Okul vardı ama herhalde birileri Ankara'da haritayı düz sanıp üç köyün ortasına bir okul yapmışlar, dağlar arasında yer alan köylerden okula ulaşmak çok zordu. İlkokulu bitirip Türkçeyi çat pat öğrenenler bile, sonraki eğitimlerine devam edemediklerinden unutuyorlardı. Çaldıran'da da durum aynıydı.

Cumhuriyetin 61. yılında oralara gitmiştik ve oradaki halk ülkede konuşulan ana dili bilmiyordu. Öğretilmemişti kendilerine ve kendi konuştukları dil, yani onların ana dili de uzun yıllar yasaklıydı. Serbest olduktan sonra da bu dille yani Kürtçe'yle devlet dairelerinde, hastanelerde hatta belediyelerde anlaşamıyorladı. Yıllar boyunca böyle bir şeyin nasıl mümkün olduğunu düşünüp durdum. Bugün hâlâ o yöreden gelen ve tek kelime Türkçe konuşamayan hastalarla karşılaşıyorum.

Oysa örneğin, bir yıl kaldığım Arizona'da İngilizce ile beraber İspanyolca da resmi dildi. Bankamatik kartını soktuğunuzda "İspanyolca mı, İngilizce mi devam edelim?" diye sorardı sistem. Bugün de Avrupa'nın bir çok ülkesinde mesela tren bileti alacaksanız, makineden Türkçe seçeneğini seçip öyle devam edebilirsiniz. Türkiye'de ise yaklaşık 14 milyon Kürt yaşamasına karşın böyle bir imkana sahip değiller. Hatta bırakın kamu kuruluşlarında Kürtçe anlaşabilmeyi, birkaç gün önce basında yer alan bir habere göre, Bitlisli Kürt sanatçı Cesim Başboğa, il jandarma karakoluna çağrılarak düğünlerde Kürtçe şarkı söylememesi için uyarılmış.

Bütün bunları neden yazdım?

HDP yöneticilerinin altı yıl önce olmuş ve soruşturmaları, hatta yargılamaları yapılıp bitmiş olaylar bahane edilerek, ansızın gözaltına alınmaları nedeniyle tabii. T24 yazarlarının çoğu, bu durumun hukuksuzluğunu, iktidarın muhalefeti bölmek için yargıyı siyasete alet ederek bir hamle yaptığını, bu hamleyle hem muhalefeti bölmeyi, hem de seçimlerde kilit durumdaki HDP'yi sindirmeyi amaçladığını açık seçik anlattı. Durumun böyle olduğuna kuşku yok. İşin insani boyutunun siyasi boyuttan daha önemli olduğunu düşünüyorum.

CHP'li ulusalcılara, İyi Partili milliyetçilere ve ses versem duyarlar mı acaba dediğim iktidarı yanlısı yurttaşlara seslenmek istiyorum. Geçtim diğerkâmlıktan*, kendimizi Kürt vatandaşların yerine koyarak empati yapmak bu kadar mı zor? Aynı ülkede, yani Türkiye sınırları içinde doğuyorsunuz. Her doğum rastlantıların bir araya gelmesiyle gerçekleşir öyle veya böyle. Siz de rastlantısal olarak bir Türk ailesinde değil de Kürt ailesinde dünyaya geliyorsunuz. Ananızın konuştuğu dil Kürtçe. Komşunuzun oğlu yanık yanık Kürtçe türküler söylüyor siz büyürken. Anadiliniz uzun yıllar yasaklı, varlığınız uzun yıllar kabullenilmiyor, hatta tuhaf tanımlamalara maruz kalıyorsunuz (Kürtlerin aslında Türk oldukları karda yürürken çıkan kart kurt seslerinden kendilerine Kürt dendiği hikâyesi). Siyaset yapmaya, demokratik yoldan hak aramaya çalışıyorsunuz, sizin seçtiğiniz adamları, kadınları derdest edip, yerine kendi adamlarını koyuyorlar. Bir gün "Kürt sorunu var, bu soruna çözüm bulalım" diyorlar, sonra birlikte çözüm aradıkları insanları bu nedenle hapse atıyorlar, onlarca faili meçhul, annelerinin yıllardır aradığı kayıp çocuklar var. Herkesin gözü önünde Diyarbakır Baro Başkanı öldürülüyor, öldüren belli değil. Biz Türk olarak bunları yaşasak isyan etmez miyiz Allah aşkına?

Şimdi diyeceksiniz ki PKK terör örgütüyle, aralarına mesafe koymuyorlar. Aslında yıllardır Kürt siyasetçilerin yapmaya çalıştığı şey meşru siyasetin içinde sorunlara çözüm aramak, kendilerine oy veren geniş kitleye çözümün dağda olmadığını anlatmak. Her zaman aralarına PKK ile yeterince mesafe koyuyorlar mı? Koymadıkları oluyor. Ama iktidardakiler de bu konuda tuhaf davranıyor. Gün oluyor PKK liderinin mektubu okutuluyor nevruzda, gün oluyor yerel seçimlerde Kürtleri etkileyelim diye birini gönderip mektup alıyorlar adamdan. Kardeşini azılı terörist diye biliyoruz, devlet televizyonunda yerel seçim için iktidar propagandası yaptırılıyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?

Ben siyasetçi değilim, PKK'yı terör örgütü olarak görüyorum ve silahlı propagandaya da dünyanın neresinde olursa olsun sonuna kadar karşıyım. Ama arkadaşlar, bu ülkede 14 milyon Kürt yaşıyor. Çevre ülkeler Irak, Suriye ve İran'da da milyonlarca Kürt var. Gelin bu coğrafyayı dünya barışının başladığı bir vahaya çevirelim. Önce bu ülkede yaşayan Kürtlerle barışalım. Meclis'e altı milyon insanın oyuyla seçilmiş bir partiyi yok saymayı, yöneticilerine her türlü baskının, zulmün uygulanmasını reddedelim. İşe siyasi değil insani ve ekonomik yönüyle bakalım. Bu ülkede yaşayan Türkler, Kürtlerle barışırsa ülkemiz çağ atlar. Zaten et ve tırnak gibiyiz binlerce yıldır. Ahmet Kaya şarkılarını seven Türk sayısı, Kürt sayısından fazladır muhtemelen. Sonra, hukuk herkese lazım. Haksız, hukuksuz uygulamalara, bunlar HDP'li, bunlara her yol mübah anlayışına karşı çıkmazsak, ülkenin demokrasiye veda mektubunun altında bizim de imzamız olur.

Bugün Türkiye'nin en önemli, her şeyden önemli iki sorunu, kadın cinayetleri ile birlikte Kürt sorunudur. İkisi de zaten şiddet ekseninde kesişmektedir. Kürt meselesinin hem iç hem de dış siyasetimiz açısından hayati önemi vardır. Kürtlerin temsilcisi, pek çok Türk'ün de oy verdiği HDP'dir ve HDP'nin içinde olmadığı bir demokrasi ittifakının başarı şansı olmadığını da, en iyi AKP - MHP iktidarı bilmektedir. Onun için bu kadar gözükara davranabilmektedirler. Sıradan siyasetçiden gerçek lider olmaya geçiş, ülke menfaati için popülizmin tuzağına düşmeden, cesaretle hareket etmekten geçer. Geçer geçmesine de, bu iş yalnız siyasetçilere, liderlere bırakılamayacak kadar da yaşamsal. Onun için sesimizin çıktığı her platformda hakkı, hukuku savunmalıyız.



*Diğerkâmlık: Başkalarının yararını da kendi yararı kadar gözetme, diğer insanlara maddi veya manevi kişisel çıkar gözetmeksizin yararlı olmaya çalışma 

Yazarın Diğer Yazıları

Vendée Globe 2024 bugün başlıyor, selametle…

Vendée Globe Yarışı yalnızca bir yelken yarışı değildir. Dünyanın en zor müsabakasında üç ay boyunca her gün hayatlarını riske atarak mücadele ederken, aynı zamanda dünyayı daha iyiye doğru değiştirmek isteyen insanların da yarışıdır

Neden susuyorsunuz?

Devlet işi gücü bırakmış kocaman bir sopa olmuş, dövecek muhalif arıyor. RTÜK diye bir kurum var, sopalıktan önce elektrikli şok tabancalığına, şimdilerde de ateşli silahlığa terfi etmiş. İktidarın, dayatılan siyasal İslam ideolojisinin hoşuna gitmeyecek yayın gördü mü indiririm aşağı diyor

Bir sabah metroda

Metrodan iniyorum. Etrafımdaki gençlere daha bir farklı bakıyor gözlerim. Çok da uzak olmayan bir gelecekte daha güzel günler göreceğiz diye geçiriyorum içimden

"
"