11 Ekim 2024

Bir sabah metroda

Metrodan iniyorum. Etrafımdaki gençlere daha bir farklı bakıyor gözlerim. Çok da uzak olmayan bir gelecekte daha güzel günler göreceğiz diye geçiriyorum içimden

İstanbul’da bir sabah… Hafif puslu bir hava... Kışın merhabası sokaklarda. Saat yediye yirmi var. Metronun gelmesine dört dakika gösteriyor ışıklı levha. İnsanlara bakıyorum, mutsuz endişeli suratlar. Kıyafetleri temizce, benim gibi sıradan insanlar, sıradan bir günde işe gidiyorlar. Metronun kapıları açılıyor. Daha izdiham saatleri değil, oturuyorum bir köşeciğe. Gözlerim radar gibi, bir gülücük, hiç değilse bir dudak çekilmesi kadar bir tebessüm arıyorum. Ama yok. Gölgeler var yüzlerde, içinden çıkılması müşkül bir ortak dertleri var sanki. Ben de bu ülkede, bu şehirde yaşıyorum. İçinden çıkılması müşkül birden çok dertten muzdaribiz hepimiz.

Karşımda bir adam var, kitap okuyor. Okuduğu kitabı biliyorum. İstanbul’dan çok uzak başka bir şehirdeki sıradan insanları anlatıyor kitap. O şehre gitmişliğim, o şehrin metrosuna binmişliğim var. O metroda gülümseyen yüzler görmüşlüğüm var. Gelecek kaygısı olmayan, pasaportlarını uzattıkları zaman vizeye ihtiyaç duymadan dünyanın her ülkesine kabul edilen insanlar; kimi tesisatçı, kimi doktor, kimi avukat, bir diğeri inşaat işçisi, öbürü gazetede muhabir. Muhabir sözcüğü serbest çağrışımla aklıma gazeteleri getiriyor. Gözlerim tekrar dolaşıyor bizim metromuzda. Gazete okuyan bir kişi bile yok. Yıllarca trenle gidip geldim, Sirkeci-Bakırköy hattında. Ne çok gazete okuyan insan olurdu trenlerde. Gazete diye bir şey kalmadı memlekette. Mertlik, yiğitlik, erdem ve iyi ahlak gibi kavramların yitip gitmesiyle birlikte gazeteler de kayboldu. Eskiden bakkallarda bile gazete satılırdı, gazete mecmua satan kulübeler ne çoktu, şimdi ara ki bulasın.

Yine serbest çağrışım bu kez ahlak sözcüğünü düşürüyor aklıma. Ahlak deyince; bir zibidi var, abuk sabuk konuşmayı kendine şiar edinmiş. Daha önceden üniversiteli gençlerin oturduğu evlere fuhuş yuvası demişti. İki genç kız vahşice katledilmiş, bu sefer de X hesabından savuruyor zibidi “Dini hassasiyetle yetiştirilmiş olsaymış öldürülen kız, kendisine namahrem olan adamla hiç tanışmayacakmış ve şimdi hayatta olacakmış.” Bak sen. Bu ülkede neredeyse her gün bir kadın öldürülüyor, çoğu da mahremleri tarafından. Bu ülkede kuran kursundan çıkıp evine gelen küçücük bir kız (basına yansıyan bilgilere göre) dini hassasiyetleri yüksek bir köyde, birbirinin mahremi adam ve kadınlar tarafından vahşice katledilip organize şekilde cesedi yok edildi. Kızcağızın kırkı daha yeni çıktı. Zibidi bilmez mi bunları, bilir de amaç iyilik doğruluk için konuşmak değil, amaç kendi yobaz kafasını topluma dayatmak. Zibidinin isminin başında bir de profesör unvanı var. Profesörlüğümden utanıyorum. Bunun gibi ne çok adam var. Akşamları boş boş konuşma kanallarında arzı endam edip, insanların hayatlarından dakikalar çalan.

Metro gidiyor, raylarda kayan tekerleklerin sesi, tıkır tıkır. İnmem gereken durakta inmiyorum. Bilmem neden? İki kişi hararetle bir şeyler konuşuyor Arapça, az ötede de başka gençler var Arapça konuşan. Göçmenlere sözüm yok, çağın sorunu, ama bir ülkeye bu kadar kısa sürede kontrolsüz on milyondan fazla insanın gelmesi, ekonomik, sosyal depremlere gebe hale getiriyor ülkeyi. Eğitimsiz insanlar memlekette çoğalırken, en eğitimlilerimiz ülkeden kaçıp gitmenin yollarını arıyor. Bugün serbest çağrışım günü, eğitim deyince de aklıma Milli Eğitim Bakanı ve eski Milli Savunma Bakanı geliyor. “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Müfredatı” adı altında çocuklarımıza hem de 21. yüzyılda din ağırlıklı bir eğitim verdirmeye çalışan bir bakan, tarikatlarla, cemaatlerle protokol yapan bir bakan. “Müslüman Kardeşler” ideolojisini okullara sokmaya çalışan bir bakan. Diğeri de eğitimin amacının bilgi değil 'Allah korkusu ve kuldan utanmak' olduğunu söylüyor. Allah korkusu taşıyor diye rütbe makam verdiği kendi adamlarının kendisini ters kelepçeyle nasıl esir ettiklerini unutuyor herhalde.

Son durağa yaklaşıyorum, inip ters yöne giden vagona binicem. Metroda düşüncelere daldım, geç kaldım işime de. Dünya bambaşka yerlere ilerliyor. Yapay zekânın insanlığa verebileceği zararı tartışıyor, yapay zekanın yaratıcılarından Nobel fizik ödülü sahibi bilim insanı. Erkek egemen, din ağırlıklı bir toplum hayaliyle yaşayanların sesleri giderek daha fazla çıkıyor. Bağırıp çağıranların ülküsü, iyi insan olmak değil, iyi inanan olmak. İkisinin aynı şey olmadığını son 20 yıllık iktidar deneyimi gösterdi. Yolsuzluk da arttı, şiddet de yoksulluk da, ultra lüks hayat yaşayıp insanlara fakirliğin nimetlerini anlatan din adamlarının sayısı artarken. Ülkenin geldiği yer, metroda seyahat eden mutsuz insanların suretlerinde dile geliyor.

Ben yine de umutluyum. Genç insanlardan umudumu yitirmiyorum. Güzel şeyler hayal eden, çalışan, okuyan gençler var. Sesleri çok çıkmasa da farkındalar kendilerine dayatılan gericiliğin. Cemaatler, tarikatlar güçlense de devlet gücüyle etkinlikleri artsa da çağın dinamikleri karşısında o kadar zayıflar ki. Özellikle genç kadınlardan umutluyum, üzerimize çöken karanlığı onların yakacağı meşale aydınlatacak. Metrodan iniyorum. Etrafımdaki gençlere daha bir farklı bakıyor gözlerim. Çok da uzak olmayan bir gelecekte daha güzel günler göreceğiz diye geçiriyorum içimden.

Talat Kırış kimdir?

Talat Kırış, 1961 yılında İstanbul'da Süleymaniye Doğumevi'nde dünyaya geldi. Sırasıyla Ataköy İlkokulu, İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdi.

Öğrenciliği sırasında yurtiçi ve yurtdışında kaza cerrahisi ve beyin cerrahisi kliniklerinde staj yaptı. Prof. Dr. Türkan Saylan'la birlikte Van'da lepra hastalığı üzerine saha çalışmalarına katıldı. Konya Devlet Hastanesi Acil Bölümü'nde mecburi hizmetini; 1986-1992 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda ihtisasını tamamladı. Uzmanlık tez çalışmasıyla Beyin Araştırmaları Derneği ve Japon Nörotravma Derneği'nden ödül aldı. Uzmanlık sonrası Kartal Eğitim Araştırma ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanelerinde çalıştı.

1995-1996 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri, Arizona, Phoenix'te bulunan Barrow Nöroloji Enstitüsü'nde burslu olarak, kafa kaidesi tümörleri ve beyin damar hastalıkları üzerine üst ihtisas yaptı. İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda 1999 yılında doçent, 2006 yılında profesör oldu.

2006 yılında 9. Uluslararası Serebral Vazospazm Kongresi'nin başkanlığını yaptı. Türk Nöroşirurji Derneği Yeterlik Kurulu kurucu üyeliği, Nörovasküler Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Nöroonkoloji Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Temel Kurslar eş başkanlığı, yönetim kurulu üyelikleri, Türk Nöroşirurji Dergisi ve Turkish Neurosurgery dergileri baş editörlüğü, Nöroonkoloji Derneği ikinci başkanlığı ve Türk Nöroşirurji Derneği başkanlığı yaptı.

Avrupa Nöroşirurji Dernekleri Birliği Araştırma Komitesi üyeliği görevinde bulundu. Akdeniz Beyin Cerrahları Derneği Eğitim Komitesi Başkanı olan Kırış, 2017-2021 yılları arasında Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu Beyin Damar Hastalıkları Komitesi Başkanlığı yaptı.

Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu'nda Türk Nöroşirurji Derneği'ni temsil eden delege olan Prof. Dr. Talat Kırış, meslek yaşamını Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi ve Koç Üniversitesi Hastanesi Beyin Cerrahisi bölümlerinde sürdürüyor.

Kırış'ın editörleri arasında bulunduğu İngilizce iki kitabı, 100'den fazla kitap bölümü, ulusal ve uluslararası dergilerde makaleleri yayımlandı; çok sayıda ülkede beyin cerrahisinin çeşitli alanlarında eğitim kursları ve konferanslar verdi, yurtiçi ve yurtdışında eğitim amacıyla çok sayıda beyin cerrahının izlediği canlı ameliyatlar yaptı.

Tıbbiye öğrenciliği yıllarından itibaren 40 yılı aşan öğretim üyeliği ve hekimlik hayatını, 2021'de yayımlanan "Beyne Giden Yol / Bir Beyin Cerrahının Anıları" adını verdiği kitabında anlattı. TEDx ve farklı sosyal platformlarda konuşmaları yayımlanan Kırış, aynı zamanda kıdemli bir denizci olarak Güney Amerika'dan Antarktika'ya kadar uzanan yelkenli seyahatler yaptı, Grönland'da kanoyla Kuzey Kutup dairesi geçiş yaptı. Anılarında hayalini, "Bir Şehir Hatları Vapuru'na ismimin verilmesini isterim. Kimbilir, kısmet..." sözleriyle paylaştı.

Gençlik yıllarından itibaren yazın dünyasıyla ilgilendi, 1984 yılında Düşün dergisi masal yarışmasında mansiyon kazandı. Argos sanat dergisinde öykü ve denemeleri, Cumhuriyet ve Radikal gazetelerinde yazıları yayımlandı. 2012 yılından Yacht Türkiye dergisinde yazmaya başladı.

Ağustos 2019'dan itibaren T24'te düzenli yazılar yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Vendée Globe 2024 bugün başlıyor, selametle…

Vendée Globe Yarışı yalnızca bir yelken yarışı değildir. Dünyanın en zor müsabakasında üç ay boyunca her gün hayatlarını riske atarak mücadele ederken, aynı zamanda dünyayı daha iyiye doğru değiştirmek isteyen insanların da yarışıdır

Neden susuyorsunuz?

Devlet işi gücü bırakmış kocaman bir sopa olmuş, dövecek muhalif arıyor. RTÜK diye bir kurum var, sopalıktan önce elektrikli şok tabancalığına, şimdilerde de ateşli silahlığa terfi etmiş. İktidarın, dayatılan siyasal İslam ideolojisinin hoşuna gitmeyecek yayın gördü mü indiririm aşağı diyor

Ronda Ramirez'in ortadan kayboluşu

Eylül ayının dolunay öyküsü uzak yıllardan ve yakında yapılan bir Ronda seyahatinden damıtıldı. Yıllar önce bir boğa güreşi tutkunuydum, İspanyolların deyimiyle Aficionado. Başta Hemingway, boğa güreşine dair her yazılanı okuyordum. Sonra Madrid'de, Barcelona'da o müthiş atmosferde izledim boğa güreşlerini. Hatta Zaragoza'nın bir köyünde antrenman boğalarıyla dövüşmüşlüğüm bile vardır. Boğa güreşi flamenkoyla birlikte, ölümle kalım arasında gidip gelen sarkacın salınımları arasındaki estetiğin, tutkunun dile gelişidir. Sonraları ama boğaların, bu muhteşem hayvanların arenada acı çekmeleri, öldürülmeleri kabul edemeyeceğim bir şey haline geldi. Başka bir canlıyı öldürmenin estetiği olamazdı. İşte bu öykü Aficionado yıllarımın özeleştirisidir de bir bakıma...

"
"