19 Eylül 2021
Son haftalarda ülkemizin eğitim ve istihdam konuları ile ilgili yazılar yazıyorum. Artarak devam eden ilgi üzerine bu konuda çok değerli görüşleri olan seçkin uzmanlarla söyleşileri sürdürüyorum. Bugün eski bir dostum olan Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır Hoca ile 21. yüzyılda din eğitimi konusunda sohbet edeceğiz.
Abdülaziz Bayındır, 1976'da Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi'nden mezun olmasının ardından tayin edildiği İstanbul Müftülüğü'nde 1997'ye kadar önce müftü yardımcısı, sonra uzman olarak çalıştı. Bu süre içinde Fetva Kurulunu ve Şer'iyye Sicilleri (Osmanlı Mahkeme) Arşivi'ni yönetti. 1983-1993 yılları arasında İslamî İlimler Araştırma Vakfı'nın ilmi toplantılarını düzenledi. 1984'te "Şer'iyye Sicilleri Işığında Osmanlılarda Muhakeme Usulleri" isimli teziyle doktora, ekonomi ve İslam hukuku ile ilgili çalışmalarıyla 1987'de doçent, 2003'te İstanbul Üniversitesi'nde profesör oldu. 1985'ten 2005'e kadar faizsiz bankacılık, sigorta ve borsa konularında danışmanlık yaptı. 17 dilde yayın yapmakta olan Süleymaniye Vakfı'nı 1993'te kurdu. İlkokuldan itibaren iş dünyasının içinde olan Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, 30 kadar patent ve faydalı modele sahip bir fabrikanın kurucusu ve ortağıdır. Şimdi Abdülaziz Hoca ile söyleşiye başlayalım.
T.Ç.: Abdülaziz Hocam, İslam dünyası, Çin'den İspanya'ya uzanan, Avrupa'da örnek alınan bir medeniyeti ortaya çıkarmıştı. Hatta, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden öğrenciler Endülüs'e eğitim almak için gidiyordu. İslam, ilk emrinin "Oku" olması nedeniyle eğitimin öne çıktığı ve bilgi kavramının yüceltildiği bir dindir. Franz Rosenthal "Bilginin Zaferi" isimli kitabında İslam dünyasında bilgi kavramının nasıl zenginleştiğinden bahseder. Özellikle de Müslümanlığın yaygınlaşmaya başladığı ilk dönemde bilgi ve eğitimin çok önemli bir yeri olduğunu anlatır. İslam dininin bilgiye yaklaşımını anlatır mısınız?
A.B.: Nebimiz hayatında bir kitap okumuş veya yazmış değildi (Ankebut 29/48). İlk inen ayette "Oku!" emri verildiğinde okuyabileceği tek şey Allah'ın yarattığı âyetler yani varlıklardı. Allah Teâlâ, Âdem'e de önce göklerde ve yerdeki varlıklarla ilgili bilgileri yazı ile öğretmişti (Bakara 2/31, Alak 96/1-5). Yazıyı öğreten Allah, onu ilk öğrenen insan da Âdem'dir. Âdem aleyhisselam ve torunları döneminde bilgi seviyesi çok yüksekti. Nuh aleyhisselamın kavmi, yedi kat göğün tabaka tabaka nasıl yaratıldığını biliyor, güneş sistemini ve ayı, çıplak gözle görebiliyordu (Nuh 71/15-16).
Allah'ın ayetleri, yaratılan ve indirilen ayetler olmak üzere ikiye ayrılır. Her varlık, Allah'ın ayetidir. İndirilen ayetlerin Allah'a ait olduğunu öğrenmenin en önemli delili, yaratılan ayetlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Onlara, çevrelerinde ve kendi vücutlarında olan ayetlerimizi göstereceğiz. Sonunda onun (Kur'ân'ın) tümüyle doğru olduğu, onlar açısından ortaya çıkacaktır." (Fussilet 41/53)
T.Ç.: Bu ayete göre, canlılar alemi ile din arasında tam bir bütünlük olduğu anlaşılıyor. Din eğitimi ile birlikte fizik, kimya ve biyoloji gibi doğa bilimlerinin ve tabiat kanunlarının birlikte öğrenilmesi gerektiğini söyleyebilir miyiz?
A.B.: Tabiat kanunları ile doğru din arasında sıkı bir bağ vardır. Allah'ın dini, tabiatta geçerli kanun ve kuralların, insan hayatına uygulanmasıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Artık yüzünü doğrudan bu dine, Allah'ın fıtratına çevir; o insanları ona göre yaratmıştır. Allah'ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. Doğru din budur, ama insanların çoğu bunu bilmez." (Rum 30/30)
Fıtrat, bir şeyi uzunlamasına bölme anlamındadır. Varlıkların oluşumu, gelişimi ve değişimi bölünme kanununa göredir. Allah'ın dini, bu kanun ve kurallara tamı tamına uygundur. Fıtrat, tüm varlıklarda geçerli olan ve onları bir bütünün parçası haline getiren tabiat kanunudur.
T.Ç.: Bu bilgiler ışığında Kur'an'a yaklaşım yöntemi ne olmalıdır?
A.B.: Allah'ın kitabı da o kanunların yazılı halidir. Allah Kur'an'ın ve indirdiği bütün kitapların içine, hikmet adını verdiği bir metot yerleştirmiş ve o metotla doğru bilgilere ulaşmanın yollarını göstermiştir. İlgili ayetlerden biri şöyledir:
"Bu bir Kitaptır ki ayetleri, bilenler topluluğu için Arapça kur'ânlar (kümeler) halinde ayrıntılı olarak açıklanmıştır." (Fussilet 41/3)
Kur'an sözcüğü, ayetler kümesi anlamındadır. Kur'an büyük kümedir. Onun içinde, her konu ile ilgili ayetlerin bir araya getirilerek oluşturulacak sayısız küme vardır. Bu kümeler, Arap dilini ve üzerinde çalışılan konuyu iyi bilen kişilerle birlikte oluşturulduktan sonra doğru sonuçlara ulaşılabilir. Ama en küçük bir hata, yanlış bir sonuca götürebilir. Bu sebeple, varılan sonuçlar daima tartışmaya açık olur.
İndirilen ayetlerle yaratılan ayetlerde ortak olan kavramlarından biri de zikirdir. Akılda tutulması gereken doğru bilgi anlamında olan zikir, ilahi kitaplardan elde edildiği gibi (Enbiya 21/24) varlıklardan da elde edilir. İbrahim aleyhisselam, henüz nebi olmadan önce, Allah ile araya bir aracı koyup şirke düşmemeleri konusunda toplumunu uyarırken şöyle demişti: "Sizdeki zikri kullanmayacak mısınız?" (En'am 6/80). Ellerinde ilahi kitap olmayan o toplumun kafasındaki zikir, tabiattan elde edilmiş doğru bilgi dışında bir şey olamaz.
T.Ç. Zikir kavramının burada bir toplumun sahip olduğu bilgi birikimini ifade ediyor. O bilgi, tabiatta bulunmayan telefon, otomobil veya uçağın tasarımı ve üretilmesinde kullanılıyor. Hikmet yöntemi açısından din ile bilim ilişkisine nasıl bakmalıyız?
A.B. Allah bütün nebilerine kitap ve hikmet indirmiş (Al-i İmran 3/81), onlar da bunları ümmetlerine öğretmişlerdir (Bakara 2/129, 151). Hikmet hem Allah'ın indirdiği ayetlerden hem de yarattığı ayetlerden doğru bilgi üretme yöntemidir. Bu da din ile bilimin birleştiği noktalardandır. Bugün bilimde ve teknolojide ulaşılan seviye, Süleyman aleyhisselama indirilen kitaptan üretilmiş bir bilgiyi bilen şahsın ulaştığı seviye karşısında çok zayıftır. Büyük bir tahtı olan (Neml 27/23) Sebe kraliçesi Belkıs, adamlarıyla birlikte Yemen'den Süleyman aleyhisselama gelirken Süleyman aleyhisselam, devletinin önde gelenlerine şöyle demişti:
"Ey ileri gelenler! Onlar teslim olmuş bir şekilde gelmeden önce hanginiz o kadının tahtını bana getirir?" (Neml 27/38)
Kitaptan bilgisi olan bir kişi: "Sen gözünü açıp kapayıncaya kadar onu sana getiririm." dedi ve getirdi (Neml 27/40).
O kişinin bilgi aldığı kitap, Süleyman aleyhisselama indirilmiş olan kitaptır (Al-i İmran 3/81, Nisa 4/163, En'am 6/84-89). Kur'an ile ortak içeriğe sahiptir (Maide 5/48). Hikmet metodu ile hem o bilgiye hem de daha nice bilgilere ulaşılabilir.
T.Ç.: Günümüzde İslam dünyasında alınan patent sayısı sadece Güney Kore tarafından alınan patentlerden daha az. Müslümanlar neden bu konuda geri kalıyor?
A.B.: Kur'an'dan çözüm üretme ilmi olan hikmet metodunu, maalesef Müslümanlar unutmuş, problem çözemez ve bilimsel alanlarda ilerleyemez hale gelmişlerdir.
T.Ç.: Bu gözle bakıldığında, İslam dünyasında dini ilimler ve doğa bilimleri ayrımı ortaya çıkıyor. Hatta medreselerin kuruluşundan kısa bir süre sonra, matematik, geometri, fizik gibi derslerin müfredattan çıkarıldığı görülüyor. Faydasız ilim kavramı gündeme geliyor. Sonuç olarak örneğin rasathaneler yıkılıyor ve astronomi gibi temel bilimler bir kenara itiliyor. Siz de sahur ve namaz vakitleri ile ilgili çalışmalar yaparak tartışma başlattınız. Bu amaçla, kutuplara kadar gidip gözlemlerde bulundunuz. Orada hikmet metodunu mu uygulamaya çalıştınız?
A.B: Elbette. Bizim yaptığımız şey, fizik ve uzay bilimlerinde uzman kişilerin de içinde olduğu bir ekip ile birlikte, namaz vakitleri ile ilgili ayetleri, Kur'an'dan bulup bir araya getirmek ve onları, Allah'ın yarattığı ayetlerle birlikte okumaktır. Allah'ın kutup bölgesinde yarattığı ayetleri görmek için oraya kadar gittik, birçok şeyi gördük ve o bölgenin namaz vakitlerini, indirilen ve yaratılan ayetlerden ayrıntılı olarak tespit ettik. İlgili ayetlerden biri şöyledir:
"Geceyi ve gündüzü iki ayet /gösterge yaptık, sonra gecenin göstergesini (karanlık olma şartını) giderdik. Aydınlatıcı olmayı da gündüzün göstergesi yaptık. Bunlar hem Rabbinizin ikramını aramanız hem de yılların sayısını ve hesabı bilmeniz içindir. Biz her şeyi ayrıntılı olarak açıklamışızdır." (İsra 17/12)
Çoğumuz, güneşin varlığını gündüzün göstergesi, yokluğunu da gecenin göstergesi olarak biliyorduk. Bu ayet bize güneşin gecenin de gündüzün de göstergesi olmadığını öğretti. Ayetin şu ifadesi çok önemlidir: "Sonra gecenin göstergesini giderdik. Aydınlatıcı olmayı da gündüzün göstergesi yaptık." Ayet bize, karanlığın her zaman gecenin göstergesi olmayacağını, beyaz gecelerin de olacağını öğretti.
Ayrıca hiçbir ayet, güneşi gündüzün göstergesi saymaz. Bundan da yazın güneşli gecelerin ve kışın güneşsiz gündüzlerin olacağını öğrendik. Ayetlerden öğrendiklerimizi doğadaki gözlemlerimizle birleştirdik. Kurulan dengeleri ve gece ile gündüzün özelliklerini anlatan diğer ayetleri de inceledikten sonra namaz vakitlerinin her yerde, çıplak gözle nasıl gözlemleneceğini anladık ve ona göre bir takvim yaptık. Artık, en uzun gün olan 21 Haziran'da, güneşin uzun zaman batmadığı Svalbard'da oruç süresi sanılanın aksine 15 saati bulmamaktadır. Şimdi orada yaşayanlar hem oruç vakitlerini hem de namaz vakitlerini gözlemleyebilmektedirler.
T.Ç: Kutuplara yakın bir yerde namaz vakitlerinin gözlemlenebilir olması çok önemli. Hikmet metodunu hayata geçirmek için sizce nasıl bir eğitim modeli uygulamak gerekir?
A.B: Allah her insana, diğerlerinde olmayan özellikler vermiş ve hayırlı işlerde, en önde olmak için yarışa girmesini teşvik etmiştir (Müminun 23/57-62). Bu sebeple kadın, erkek, genç, yaşlı, zengin ve fakir ayırımı yapılmaksızın herkesin hür bir ortamda, kendi kabiliyetlerini keşfedip geliştirmesine imkân veren bir eğitim sistemi gerekir. Bu, Allah'ın nebilerinin sistemidir. Muhammed aleyhisselamın mescidi herkese açıktı. İsteyen herkesin oraya gelme, kitap ve hikmet eğitimine katılma, tam bir hürriyet içinde her türlü soruyu sorma, gerektiğinde itiraz etme hakkı vardı (Ahzab 33/36, Mümtahine 60/12). Bu arada, onlardan her biri, günlük işlerini de aksatmadan yapıyordu.
Bugün, ilkokuldan üniversiteye kadar yürütülen eğitim sisteminde öğretilen bilgileri, öğrencilerin test etme ve istedikleri anda, kendi kabiliyetlerine uygun bir alana yönelme imkanları yoktur.
T.Ç.: Hikmet yönteminden uzaklaşınca karşımıza çıkan sorunlara örnekler vererek kavramı biraz daha netleştirebilir misiniz?
A.B.: Sorgulanamaz konuma gelen hocalar ilahlaştırılarak İslam alemi şirk batağının içine atılmıştır. Bu ortamda Allah'ın Nebîsi'nin şöyle dediği iddia edilerek devlet adamları da ilahlaştırılmıştır:
"Bana itaat eden Allah'a itaat etmiş olur. Bana isyan eden Allah'a isyan etmiş olur. Emire (yetkili kişiye) itaat eden bana itaat etmiş olur. Emire isyan eden bana isyan etmiş olur." (Sahih-i Buhari)
İşler bu noktaya geldiği için fesada yönelen yani normal davranış göstermeyen bir şahsın, devlet başkanının emri ile öldürülmesi kabul edilmiştir (Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, cil III, s. 309, paragraf 15). Devlet başkanının yetki verdiği kişi de davranışlarından hoşlanmadığı birini, yargı kararına gerek olmadan öldürebilir. Mesela Köprülü Mehmed Paşa'nın sadareti zamanında asesbaşı/bekçi başı olan Zülfikar Ağa'nın 4000'den fazla zanlıyı kendi eliyle öldürdüğü nakledilir (Asesbaşı, TDV, İslam Ansiklopedisi).
T.Ç.: Hikmet yöntemini tanımladınız ve bir örnek olarak da kutuplarda oruç ve namaz saatleri ile ilgili çalışmanızdan bahsettiniz. Hikmet eğitimi imam hatip okullarında veya ilahiyat fakültelerinde veriliyor mu? Hikmet eğitimi almak isteyen bir ilahiyat fakültesi öğrencisi ne yapmalıdır?
A.B.: İmam hatip okulları ve ilahiyat fakülteleri, din adamı yetiştirmek için kurulmuştur. Onlara, Kitap ve Hikmet değil, mezheplerin ürettiği din öğretilir. Halbuki İslam'da din adamlığı ve din görevliliği yani ruhban diye bir sınıf olamaz. Herkes kendi dininin adamı ve görevlisidir. Kitabı ve hikmeti öğrenmek, her Müslüman'ın hakkıdır. Kitap ve Hikmet eğitimi, nebimizin yaptığı gibi herkese açık olan camilerde olur. Dinini, Kur'an'dan öğrenen her insan, indirilen ayetlerle yaratılan ayetlerin ilişkisini sürekli göreceği için din ve bilim ayırımı diye bir şeyi aklından bile geçirmez. Bu eğitim herkesi, doğa bilimlerine yöneltir. İlahiyat öğrencileri de çalışma yaptıkları alanlarla ilgili doğa bilimleri konularında uzmanlaşmalıdır.
T.Ç.: Kur'an'daki din kavramını anlatmak için neler yapıyorsunuz?
A.B.: Kur'an'daki dini anlatmak için Avrupa, Rusya, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Amerika'da çok sayıda toplantıya katıldım, seminer ve konferanslar verdim. Allah'ın ayeti olduğu için doğru dine kimsenin bir itirazı olmuyor. Bu arada, çok sayıda iş birliği anlaşması imzaladık. Almanya'nın Tübingen Üniversitesi ile yaptığımız iş birliği anlaşmasında geçen şu ifadeler, çok şeyi anlatmaktadır:
"Bilimin kaynağı Allah'ın yarattığı kitap, yani fıtrattır. Bu sahada Allah'ın indirdiği kitaptan da yararlanılırsa bilimde, hayallerin ötesinde bir gelişme yaşanacaktır. Böylece diyalog içinde birlikte araştırmalar yapma ve hayırlı işlerde yarışma imkanları ortaya çıkacaktır."
Süleymaniye Vakfı - Tübingen İşbirliği Açıklaması
T.Ç.: Dünyada çok sayıda ülkede bilgisayarların, yapay zekanın ve robotların geleceği nasıl şekillendireceği konuşuluyor. Pek çok mesleğin bu gelişmelerden nasıl etkileneceği tahmin edilmeye çalışılıyor. Ona göre yeni eğitim sistemleri tasarlanıyor. Siz de internet üzerinden çok sayıda dilde yayın yapıyorsunuz. Gelecekte din eğitimi bu teknolojik gelişmelerden nasıl etkilenecek?
A.B.: Teknolojik gelişmelerin en büyük faydası, insanları sorgulamaya ve doğruları aramaya yöneltmesidir. Günümüzde din eğitiminde ezberciliğe karşı ciddi bir başkaldırı var. Artık gençler TV kanallarında sözde kanaat önderlerinin söylediklerine inanmıyorlar. Teknolojinin sağladığı imkanları kullanarak her konuyu araştırıyorlar. İyi niyetli olanlar, Kur'an'daki dine uymaya başladılar. Bu gidiş, Müslümanların indirilen ayetleri, yaratılan ayetlerle birlikte okumasına sebep olduğu için çok güzel gelişmelerin olacağı açık.
T.Ç.: Abdülaziz Hocam, zaman ayırdığınız ve değerli görüşlerinizi paylaştığınız için çok teşekkürler. Yeni yüzyıl için din eğitimi ile ilgili son sözlerinizle söyleşimizi noktalayalım.
A.B.: Özetlemek gerekirse, gelecekte din eğitiminin temeli Kur'an'daki ayetlerden çözüm üretmeyi sağlayan hikmet metodunu öğrenmek olacaktır. Hikmet eğitiminin özü kitaptaki ayetler ile yaratılmış bütün kainattaki ayetlerin birlikte öğrenilmesidir. Bu anlamda hikmet eğitimi herkesin görevi olarak görülmelidir. Yani geleceğin din eğitimi bir ruhban sınıfına havale edilecek bir görev değildir. Bu konuda derinleşmek isteyenler geleceğin ilahiyat fakültelerinde doğa bilimleri konusunda da uzman olarak yetiştirilmelidir. Çağdaş bilgi ve becerilerle donatılmış araştırmacıların çalıştığı seçkin merkezlerin oluşturulması gerekir.
Değerli okuyuculara ve özellikle de gençlere, Allah'ın indirdiği kitabı ve hikmeti (Bakara 2/231) birlikte öğrendikleri zaman taşların yerine oturacağını ifade etmek istiyorum. Böylece kafa karışıklığına neden olan hurafelerden ve saptırmalardan kurtularak gerçek İslam dinini kavrayacaklardır. Geleceğin okuyucularımız ve bütün İslam dünyası için hayırlı olmasını dilerim.
Enflasyonla mücadelede, bilinçli tüketim ve tasarruf yapmak konusunda hepimize düşen görevler olduğunu düşünüyorum. Gençlerimizi, canlarımızı, doğayı, gıda maddelerini ve özellikle de zamanı israf etmekten kaçınmalıyız
"Bab-ı Ali'de görev alan bürokratların büyük bir kısmının ciddi anlamda mal varlıkları olduğu, ölümlerinin ardından ortaya çıkan belgelerde (terekelerde) görülmüştür. Hatta benzer çalışmalara konu olan paşaların rüşvete bulaşmamış olması, normal ya da gerekli bir durum değil bir gurur kaynağı, yüksek ahlak olarak ifade edilmektedir"
"Cumhuriyetin ikinci yüzyılında, küresel patent yarışına katılabilmek için görsel düşünme becerisine sahip gençler yetiştirmeliyiz"
© Tüm hakları saklıdır.