16 Mart 2025
Tarih boyunca bilim ve teknoloji bir sarmal şeklinde birbirini besleyerek gelişmişti. Mıknatıs, elektrik, aşı ve antibiyotik gibi bilimsel keşif ve icatlar teknolojik ürün ve hizmetlere dönüştü. Yeni teknolojiler de bilimsel projelerin daha hızlı ve başarılı bir şekilde yapılmasına imkân sağladı. Böylece, teknolojik aletlerle uzayda ve okyanusların derinliklerinde bilimsel araştırmalar yapılabildi.
20. yüzyılda, pek çok ülkede Nobel Ödülleri ile patentler el ele ilerledi. 21. yüzyılda Batı’da teknoloji olağanüstü bir şekilde yükselirken, temel bilimlere ilgi ve desteğin azaldığını görüyoruz. Devletler ve şirketler, kısa sürede ekonomik sonuç veren projelere odaklanıyor.
Science dergisi, Avrupa’da temel bilim için ayrılan kaynakların azaltıldığına işaret ediyor. Donald Trump’ın yeni döneminde, ABD’nin de bilimsel projelerin kaynaklarını keseceği anlaşılıyor. Başkan Yardımcısı J.D. Vance’in “Profesörler düşmandır.” cümlesi ve Elon Musk’ın harcamaları kesmek için kullanacağı “testere” resmi tamamlıyor.
Batı’da bu kesintiler tartışılırken, Çin temel bilimlere yaptığı yatırımları artırmaya devam ediyor. Batı’nın göçmenlere karşı sertleşen tavırları, tersine beyin göçü için çaba gösteren Çin’in işine yarayacak gibi görünüyor.
Bu yazıda, Batı’da teknoloji yükselirken bilimin düşüşe geçişinin, Doğu için önemini tartışacağım. Bu çerçevede, Türkiye’nin bu gelişmeyi bir fırsata dönüştürebilmesi için atması gereken stratejik adımlardan bahsedeceğim.
Tarih boyunca bilim insanları tarafından tesadüfen yapılan keşif ve icatlar (serendipity) çok önemli gelişmelere neden olmuştur. Örnek olarak, Alexander Fleming’in laboratuvardaki besi yerlerini boyayarak resim yapmak amacıyla renkli mikropları ararken, penisilini keşfedişini verebiliriz. Wilhelm Röntgen de floresan konusunu incelerken, X-ışınlarını keşfetmişti. Mikrodalga ve grafen gibi Nobel Ödüllü pek çok buluş da beklenmedik bir şekilde ortaya çıkmıştı.
Patentler, ilk olarak 15. yüzyılda İtalya’da verilmişti. Akabinde diğer Avrupa ülkelerinde de bu uygulama yaygınlaştı. Osmanlı’da da 19. yüzyılda İhtira Beratı kanunu çıktı.
Günümüzde patent, dünyanın en değerli belgesi haline gelmiş bulunuyor. Artık bir patent ile milyar dolarlar kazanmak mümkün. Bu nedenle, Apple ile Samsung gibi pek çok şirketlerin arasında patent savaşları yaşanıyor.
İş dünyasında önceliğinin teknoloji ve patent olması çok doğal. Dev teknoloji şirketlerinin, yapay zekâ ve robotik gibi konulara yatırım yapmasına şaşırmamak gerekiyor. Sanayinin üniversitelerde, patent alınabilecek projelere destek vermesi, yetenekli akademisyenlerin ve öğrencilerin bu alanlarda yoğunlaşmasına neden oluyor. Ancak bu sırada, temel bilimler göz ardı ediliyor.
Çığır açan teknolojik gelişmelere neden olan pek çok keşif, sanayiyle bağlantılı olmayan projelerden kaynaklanmıştı. Teknoloji odaklı araştırmalar nedeniyle artık, bu tür önemli buluşlar için uygun ortamın olmayacağı düşünülüyor.
Batı’da temel bilimler için kaynakların azalması durumunda, beyin, genom, doğa ve uzay gibi pek çok konunun önemi azalabilir. Depremler, iklim değişikliği ve virüsler gibi yaşamsal sorunlarla ilgili çalışmalara ayrılacak kaynaklar kesilebilir.
Batıda bu gelişmeler olurken, Doğu’da temel bilim çalışmalarına ilgi devam ediyor. Çin bu konuya daha fazla kaynak ayırıyor. Hindistan’da da hareketlenme var.
Çin’in son dönemde, özellikle imovasyon stratejisiyle yükselişe geçerek patent başvurularında ilk sıralara yerleştiğinden daha öne bahsetmiştim. Özellikle de kısa sürede yaptığı yayın ve patent başvuruları ile göz dolduran Shenzhen Enstitüsünü örnek göstermiştim.
Temel bilimlere önem vermesine rağmen Çin’in hala çok az sayıda (8) Nobel Ödülü var. ABD, Almanya ve Japonya gibi, hem Nobel Ödülleri hem de patentleriyle ilk sıralarda olan ülkelerle, temel bilimlerde güçlü olmadan rekabet etmenin zor olacağını gören Çin, son yıllarda bu alan için ayırdığı kaynakları sürekli artırıyor.
Çin’in temel bilimler bütçesi, şimdilik ABD’nin temel bilim bütçesinin dolar olarak dörtte biri kadar. Ancak, Çin’in yerel satın alma paritesi göz önüne alınınca, ABD’nin rakamına doğru ilerlediği hesaplanıyor. Bilim ve teknolojideki başarılar, Çin’in Orta Gelir Tuzağından kurtulmasını sağlayacak gibi görünüyor.
Son günlerde Trump’ın, Çin ile bilimsel ilişkilere sınırlama getireceğinin işaretleri gelmeye başladı. Bu gelişmeler bir bilimsel ambargoya dönüşürse, Çin’in Avrupa ile iş birliğine yönelmesi ve kaynakları daha da artırması söz konusu olabilir.
Aslında Doğu’da, temel bilimler alanında güçlü olan Japonya ve Güney Kore gibi Asya-Pasifik ülkeleriyle birlikte Çin bir ağırlık merkezi oluşturabilir. Bu alanda, Hindistan’daki gelişmeleri de göz ardı etmemek gerekir.
Hindistan’ın yazılım alanındaki başarıları çok dikkat çekmişti. Son dönemde, ilaç sektöründe bir küresel oyuncuya dönüşmesine, sektörü bilen biri olarak ben şaşırmadım. Şimdi de temel bilimlere yöneldiğine ve bu konuya daha fazla kaynak ayırdığına dair haberler geliyor. Bu adımlar henüz Çin ile kıyaslanacak seviyede olmasa da Hindistan’da güçlü bir temel bilim geleneği olduğunu unutmayalım.
Batı Dünyasının, temel bilimleri tamamen terk etmesi elbette söz konusu değil. Ancak, Elon Musk gibi teknokratların ön plana çıkartılmasının, Doğu’nun temel bilimlerde güç kazanması için bir fırsat penceresi açtığı ortada. Doğru stratejik adımlarla, Türkiye’nin de bu fırsattan yararlanması mümkün olabilir.
Şimdi, dünyada bizim için örnek olabilecek başarılı bilimsel araştırma ve eğitim uygulamalarına göz atalım.
Gelişmiş ülkelerin birçoğunda, Almanya'nın temel bilim odaklı Max Planck Enstitüsü gibi bağımsız araştırma merkezlerine rastlıyoruz. Bu merkezler, bilimsel buluşlara odaklanarak teknolojik gelişmeler için yeni kapılar açıyor. Bu ülkelerde ayrıca, üniversite ve özel şirketlerin araştırma projeleri için de devlet kaynakları sağlanıyor.
Finlandiya gibi gelişmiş ülkelerde öğretmenlik prestijli ve yüksek ücretli bir meslek. Öğretmenlerin çalışma koşulları çok iyi olduğu için, yetenekli öğrenciler bu mesleğe yöneliyor. Pek çok ülkede öğretmenlerin ders verdikleri alanda lisansüstü dereceli olması gerekiyor. Bu nedenle, üniversitelerdeki temel bilim bölümleri de güçlü oluyor.
İsviçre gibi gelişmiş ülkelerde, orta öğrenimde yetenek temelli yaklaşım karşımıza çıkıyor. Meslek liseleri ile fen liselerine erken yaşta yönlendirilen gençler, eğitimde ve meslek hayatında daha başarılı oluyor.
Çin’deki RDZF gibi üniversite destekli teknik liselerin, gelişmiş ülkelerde yaygınlaştığını görüyoruz. Bu model, üniversite ile yakın ilişkide olan lise öğrencilerinin üniversitede ders almasını sağlıyor. Aynı zamanda, akademisyenlerin desteği ile liselerin eğitim kalitesi yükseliyor.
Japonya gibi bazı ülkeler, sanatı da içine alan STEAM (bilim, teknoloji, mühendislik, sanat ve matematik) eğitim modeline yöneliyor. Bilim ve sanat sentezlenerek eğitim daha çekici hale getiriliyor.
Yukarıda bahsedilen yaklaşımlardan nasıl bir strateji oluşturabileceğimizi tartışmadan önce Türkiye’de bilim ve teknolojinin durumuna bakalım.
Prof. Dr. Fuat Sezgin, 16. yüzyılda Osmanlı’da bilimsel gelişmenin durduğunu ifade etmişti. Daha sonraki dönemlerde, Avrupa’dan teknoloji transferi yapılmaya çalışıldı. Örneğin, 1773’te mühendishanenin (Şimdiki İTÜ) temelini atmak üzere Fransızların görevlendirildiğini biliyoruz. 19. Yüzyılda da sanayileşme hamlesi kapsamında yabancı danışmanlar getirilerek fabrikalar kurulmuştu.
Atatürk döneminde, Türkiye’nin çok sayıda sanayi yatırımı yapılmıştı. Bu sırada, Nazi Almanya’sından kaçan bilim insanları İstanbul Üniversitesi’nde görev almış ve temel bilimlerin gelişmesinde önemli rol oynamışlardı. Onların öğrencileri daha sonra üniversitelerimizde başarılı akademisyenler olarak görev aldılar. O ekolde yetişmiş hocalardan, İTÜ’de ders almış biri olarak, katkılarının çok değerli olduğunu biliyorum.
Günümüzde, gelişmeye devam eden Türkiye, Küresel İnovasyon İndeksinde ne yazık ki hala 39. sıradadır. (https://www.tim.org.tr/files/downloads/Raporlar/Inovasyon_ve_Ihracat_Raporu_2024.pdf)
Dünya Rekabet Gücü Sıralamasında da 2023’te 47. konumdan 2024’te 53.’e gerilemiş bulunuyoruz.
2024 yılında yüksek teknoloji ürünlerinin toplam sanayi ürünleri ihracatı içindeki payı %3.6 olmuştur. (https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Dis-Ticaret-Istatistikleri-Aralik-2024-53538) Araştırmaya ayrılan kaynakların, patentlerin ve yabancı yatırımların, yüksek teknoloji ihracatı ile doğrudan ilişkili olduğunu biliyoruz. Türkiye’nin toplam araştırma harcamaları GSMH’nın sadece %1.4’ü kadar. Oysa, OECD ülkelerinin ortalaması %2.5.
Merkez Bankası tarafından 2014’te yayınlanan bir raporda, Türkiye’nin orta gelir tuzağından çıkabilmesi için daha kaliteli bir eğitime ihtiyaç duyduğu vurgulanmıştı. Gelişmiş ülkeler ile az gelişmiş ülkeler arasındaki en büyük farkın fen ve matematik eğitiminde olduğu görülüyor. Orta öğrenim kalitesini ölçmeye yönelik olarak uygulanan PISA testlerinde, Türkiye matematik ve fen bilgisi alanlarında, gelişmiş ülkeler (OECD) ortalamasının altında kalmaya devam ediyor.
Ülkemizde üniversite mezunlarının iş bulamaması, başarılı öğrencilerin tıp ve mühendislik alanlarına yönelmesine neden oluyor. Temel bilimlerin öğrenci çekmekte zorlanması nedeniyle, fizik, kimya, biyoloji ve matematik gibi bölümler kapanıyor. Bu şekilde temel bilimde uzmanların yetişmesi mümkün değil. Bu tablo, gelecekte mühendislik ve klinik tıp gibi uygulamalı dallar için gerekli olan temel bilim eğitimin de zayıf kalacağını gösteriyor.
Türkiye’nin bilim eğitiminde en temel sorunlarından biri de öğretmenlik mesleğinin cazip olmaktan çıkması. Uzman öğretmen olarak temel bilim mezunlarından yararlanılmaması büyük bir eksiklik. Yukarıda gelişmiş ülkelerde, öğretmen olmak için lisansüstü derece sahibi olmanın gerektiğinden bahsetmiştim. Öğretmen adaylarının lisansüstü programlara yönelmesi, zayıflayan temel bilim bölümlerini güçlendirecektir. Bu amaçla, eğitim fakülteleri ile fen fakültelerinin iş birliği yapması gerekiyor.
Özetlemek gerekirse, Türkiye’nin bilimsel ve teknolojik kalkınmasının önünde iç içe geçmiş engellerden oluşan bir sorunlar yumağı var. Öğretmenlik mesleği cazip olmadığı ve öğrenciler yeteneklerine göre yönlendirilmediği için ortaöğrenimde başarısızız. Üniversitelerde temel bilim bölümleri kapanırken, iyi yetişmiş mühendis ve doktorları beyin göçü ile kaybediyoruz.
Yetersiz araştırma kaynakları, bilimsel ve teknolojik gelişmeyi sağlamıyor. Sonuç olarak, Türkiye, orta gelir tuzağından çıkmakta zorlanıyor
Bu tabloya bakarak, Türkiye’nin bilimsel ve teknolojik kalkınması için aşağıdaki strateji adımları öneriyorum.
Batı’da temel bilimlerin düşüşe geçişini, Çin’in fırsata dönüştürerek Orta Gelir Tuzağından çıkabileceği düşünülüyor. Türkiye’nin de önündeki engelleri aşabilmesi için, bu fırsattan yararlanması ve aşağıdaki stratejik adımları atması gerektiğini düşünüyorum.
İlk adım, öğretmenlik mesleğini geliştirmektir. Temel bilim alanlarında lisansüstü derece alan öğretmenlerin orta öğrenimde uzman öğretmen olarak görev almasını sağlamalıyız. Bu amaçla eğitim fakülteleriyle fen fakültelerinin iş birliği, üniversitelerde temel bilim bölümlerinin güçlenmesini sağlayacaktır.
İkinci adım, orta öğrenimde yetenek temelli eğitime geçilmesidir. Erken aşamada yetenekleri belirlenen ve ona göre yönlendirilen öğrenciler eğitimde ve meslek hayatında daha başarılı olabilir. Bu amaçla, daha fazla fen liselerine ve meslek okullarına gerek vardır.
Üçüncü adım, orta öğrenimde, bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik (STEM) derslerinin yaygınlaşmasıdır. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi gençler, erken yaşlarda geleceğin mesleklerine hazırlanmalıdır.
Dördüncü adım, üniversitelerimizin, bulundukları bölgeye, birikimlerine ve kadrolarına göre uzmanlaşmasıdır. Örneğin, ODTÜ, İTÜ ve Boğaziçi gibi bazı üniversitelerin MIT, Stanford ve SIAT gibi araştırma odaklı olarak geliştirilmesi gereklidir. Buna karşılık akademik kadrosu yetersiz olan üniversitelerin meslek yüksek okulu olarak yapılandırılması faydalı olacaktır. Böylece, sanayideki ara kademe teknik eleman açığı kapatılabilir. Yukarıda bahsedilen RZDF örneğinde olduğu gibi, üniversitelerimizin liselerle yakın ilişkide olması sağlanmalıdır. Üniversitelerin bu şekilde yapılaşması beyin göçünü tersine çevirebilir.
Beşinci adım, temel bilimler alanında uzmanlaşacak araştırma merkezleri kurulmasıdır. Bu amaçla, örneğin TÜBİTAK-MAM, Almanya’daki Max Planck gibi yapılandırılmalıdır. Bu merkezlerde görevlendirmek üzere, halen Batı’da akademide ve araştırma merkezlerinde görev yapan yetenekli araştırmacıların tersine beyin göçü ile ülkemize dönüşü sağlanmalıdır. Ancak bu uzmanlara, Batı’da alıştıkları koşullarda çalışma imkanı verilmelidir.
Son ama en önemli adım da gerekli kaynakların ayrılmasıdır. Bilim ve teknoloji ile kalkınma için bilimsel araştırmalara ayrılacak kaynaklar, GSMH’nın %1.4 seviyesinden, en azından OECD ülkeleri ortalaması olan %2.5’a çıkarılmalıdır. Bu kaynakların da gerçekten bilim ve teknolojinin gelişmesinde kullanılması sağlanarak, kaliteli yayın, patent, yeni ürün ve hizmetler ortaya çıkarılmalıdır.
Özetle, Batı’da temel bilimlerin gerilemesi bir fırsat penceresi yaratıyor. Türkiye’nin bu fırsatı değerlendirebilmesi için, eğitim ve araştırma için stratejik atılım yapması gerekiyor.
(Not: Bu yazı, dostların ve ChatGPT’nin katkıları ile yazılmıştır.)
Talat Çiftçi kimdir?Prof. Dr. Talat Çiftçi; İTÜ, Rutgers, Chapman ve Işık Üniversitelerinde kimya mühendisliği, biyoteknoloji, iş idaresi ve nöroestetik dallarında eğitim aldı. ABD’de BristolMyers ve Türkiye’de Pakmaya, Eczacıbaşı, Bozlu Holding gibi şirketlerde yönetim konumlarında çalıştı. Bahçeşehir ve Altınbaş Üniversitelerinde rektör yardımcısı olarak görev aldı. Makale, patent ve kitapları yayınlandı. Halen stratejik yönetim danışmanlığı yapıyor. |
Ülkemizde hızlı bir kalkınma hamlesi başlatabilmek için Çin’in Şenzen’de uyguladığı imovasyon stratejisini örnek alabiliriz. Bu yaklaşım bize, uluslararası patent ve faydalı modellerle desteklenen markalar oluşturmayı sağlayabilir
Trump’ın yeni dönemi, bir ticaret savaşı ile başladı. Başta Çin olmak üzere, çeşitli ülkelerin karşı hamleleriyle küresel ölçekte ekonomik bir tsunami oluşuyor. Bu gelişmeler, şirketlerimizin kurumsallaşma çalışmalarını tamamladıktan sonra verimlilik, kalite ve yenilik basamaklarından yükselmelerini gerektiriyor
Enflasyonla mücadelede, bilinçli tüketim ve tasarruf yapmak konusunda hepimize düşen görevler olduğunu düşünüyorum. Gençlerimizi, canlarımızı, doğayı, gıda maddelerini ve özellikle de zamanı israf etmekten kaçınmalıyız
© Tüm hakları saklıdır.