Fanfare Ciocarlia, dünya çapında tanınan en büyük Çingene brass bandolarından biri olarak müzik dünyasında kendine sağlam bir yer edinmiş durumda. Balkanların yirmi dört ayaklı üflemeli canavarı, doğu funk ritimleriyle dünyanın dört bir yanındaki salonları ve festivalleri kasıp kavuruyor. Melbourne'den Memphis'e, Tokyo'dan Toulouse'a uzanan bir hayran kitlesi kazanan grubun enerjik performansları ve müzikal yenilikçiliği, onları benzersiz kılıyor.
Osmanlı'ya dayanan bir gelenek!
Kuzeydoğu Romanya'nın gizli köyü Zece Prajini'de çiftçi oğulları olarak büyüyen grup üyeleri, babalarının ve dedelerinin ayaklarının dibinde sanatlarını öğrenerek her konseri hem seyirciyi eğlendirme hem de Çingene müziğinin gerçek ruhunu yaşatma meydan okuması olarak görüyorlar. Fanfare Ciocarlia'nın, Doğu Avrupa'da Balkan brass müziği ve Balkan brass hareketinin yeniden doğuşunda ve popülerlik kazanmasında başı çektiğini belirtmek gerek.
Bu benzersiz bando üyelerinin köyü, geçmişi Osmanlı hakimiyetine dayanan pirinç üflemeli müzik geleneğini, Romanya'nın geri kalanında çoktan unutulmuşken kendi içlerinde yaşatmaya devam etmişler.
Teknik becerileri, hiçbir topluluğun boy ölçüşemeyeceği hızlı tempoları, tatlı ve ekşi hornları ile diğer tüm brass bandolarından ayrılan Fanfare Ciocarlia, The Times of London tarafından "ağır canavar sesi" olarak tanımlanmış. Sacha Baron Cohen'in Borat I ve II filmleri için "Born To Be Wild" ve "Just the 2 Of Us" şarkılarını seslendirmiş, dünya çapında sayısız DJ, orkestra ve bando tarafından örnek alınmış ve hatta taklit edilmiş. Albümlerinin birçoğu Avrupa Dünya Müzik listelerinde zirveye oturan Fanfare Ciocarlia, ayrıca "Brass On Fire" DVD'si ile Songlines dergisi tarafından "Müzik belgesellerinde yeni bir standart" olarak nitelendirilmiş.
5 Mayıs'ta İstanbul Büyükşehir Belediyesi Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda verecekleri konsere gelmeyi düşünürseniz grubun saksafoncusu Optica Ivancea'nın bir uyarısı var: "Eski dans ayakkabılarınızı giyin!"
O zaman keyifli söyleşimize buyurun…
Belki okurken bir yandan da dinlemek istersiniz… O halde konser performanslarından bir videoyu bırakalım:
"Diğer müzik stillerini avladık"
- Zece Prajini'de büyümek müzik kariyeriniz üzerinde nasıl bir etki yarattı?
Zece Prajini köyümüzdeki kültürel etkiler ve müzik eğitimi, sonraki gelişimimiz üzerinde büyük bir etkiye sahipti. Her evde bir veya daha fazla müzisyen bulunurdu ve yavruların çok genç yaşlarda -4-6 yaşlarında- bir enstrüman çalmaya başlaması ve ağabeylerini, babalarını, dedelerini taklit etmeleri yazılı olmayan bir kuraldı. Oyun alanımız köy meydanıydı. Burada her gün çocuklar olarak bir araya gelir, birlikte pratik yapar ve atalarımızın müziklerini çalardık. 14-16 yaşlarında köy repertuarını ezbere biliyorduk ve artık düğünlerde babalarımıza eşlik etme zamanımız gelmişti. Zece Prajini, müzik köklerimizi öğrendiğimiz, sevdiklerimiz ve mükemmelleştirdiğimiz yerdir. Müziğimizin başlangıç noktasıdır.
- Fanfare Ciocarlia'nın müziğini özel kılan ne? "Ağır canavar sesi"ni nasıl tanımlarsınız?
Yerel müziğimize ve üflemeli enstrümanları çok hızlı ve keskin bir tempo ile yorumlama geleneğimize dayanarak, yıllar içinde müzikal ve yaratıcı ruhumuzu kullanarak diğer müzik stillerini "avladık" ve bu unsurları kompozisyonlarımıza dahil ettik. Müziğimiz aracılığıyla yaşayabilmek istedik ve yaşamak sürekli değişmek, uyum sağlamak ve mükemmelleşmek anlamına gelir. Güçlü ses manzaraları yaratmak bizim tutkumuz ve bunu bir grup içinde iki tuba ve bariton horn ile yapmaktan daha iyi bir yöntem ne olabilir? Fikir, trompet ve saksafon melodilerinin görkemle süzülebileceği güçlü ve neredeyse tekno benzeri bir ses manzarası yaratmaktı. Tubalarımız o kadar ağır ki, kelimenin tam anlamıyla duvarları sarsabiliriz… Bu da hayranlarımız tarafından yaratılan "canavar ses" imajını doğurdu.
- Grup olarak, sahnede bu kadar yüksek enerjiyi nasıl sürdürüyorsunuz? Kalabalık olmak her kafadan ayrı ses çıkması ve biraz da sorun demek değil mi?
Sahne üzerinde ve arkasında birçok farklı birey olmamıza rağmen, aynı tutku ve müziğimizin vizyonu bizi birleştiriyor. Bu birlik bizi neredeyse 30 yıldır eşsiz bir takım haline getirdi. Bir şef veya lider gerekmiyor, müziğimizle senkronize oluyoruz.
- Dünya çapında 3000'den fazla konser vermiş olmanın getirdiği zorluklar nelerdir diye sormayacağım. Çeken bilir. Fakat bu yerler arasında "daha sık gelmeliyiz" dediğiniz, sizi şaşırtan yerler nereleri?
Artık 5000'den fazla gösteri olmuş olabilir. Tabii uzun zaman önce saymayı bıraktık. Yerleri ve etkinlikleri adlandırmak bizim için gerçekten zor. 30 yıllık turlama sürecinde birçok şey hafızanın karanlığına kayboluyor ve en iyi mekanların bir listesini oluşturmak istemiyoruz. Bizim için her konser en önemlidir, ister 200 kişinin önünde bir çiftlikte olsun, ister Tokyo'daki opera binasında. Bizim için seyircimiz kutsaldır. İnsanlar bir araya gelir ve müziğimizi kutlar, bu turdaki her günün zirvesidir. Misyonumuzu, insanların iyi zaman geçirmesini sağlama sanatında görüyoruz. Endişeler ve kısıtlamalar konser salonunun dışında iki saatliğine bırakılabilir ve tüm insanlar eşit hale gelir. İnsanların insan olmasına izin vermek için etnik, kültürel veya sosyal engeller, Fanfare Ciocarlia'nın müziğiyle, sınırlı bir süre için de olsa bir kenara bırakılır.
"Müzik günlük ekmeğimizdi"
- Ülkemize ve İstanbul'a daha önce gelmiş bir grup olarak, hangi güzel cümleleri sıralamak istersiniz? :)
Üzücü bir gerçek var ki, genellikle ziyaret ettiğimiz şehirleri gerçekten tanımak için çok az zamanımız oluyor. Normal tur günümüz çok sıkı bir programdan oluşuyor. Uçak, transferler, otel girişi, ses kontrolü, gösteri, yemek, uyku ve tekrar... Ama tabii ki, otelin veya konser salonunun solunda ve sağında küçük maceralara çıkabileceğimiz küçük fırsat penceresi her zaman var. Ve İstanbul zaten bizim için her zaman önemli bir vurgu olmuştur. İstanbul demek; harika insanlar, olağanüstü yemekler, sokaklardaki renkli kalabalık, harika gürültü, çılgın araba kaosu ve sonra Kadıköy'deki Çiya Sofrası'nda yemek! Müthiş!
- Müziğe olan ilginizi ne tetikledi? Yoksa siz içinde müzikle doğanlardan mısınız?
Müzikle adeta annemizin sütü gibi büyüdük. Hayatımızın ilk saatlerinden itibaren müzik, günlük ekmeğimizdi. Enstrümanlarımızla dış dünyaya her türlü duyguyu iletebilme fırsatıyla doğduk. Ayrıca müziğin damarlarımızda aktığını da söyleyebiliriz.
"Krallar, krallıklar ve imparatorluklar yıkılabilir ama anlamlı müzik yüzyıllar boyu sürer!"
- Fanfare Ciocarlia olarak insanlara nasıl ilham olduğunuzu düşünüyorsunuz? Dünyada pek çok felaket yaşanırken sizi dinleyenler iyileşir mi? Siz müziğinizle nasıl bir mesaj vermek istiyorsunuz?
Müziğimizle neşe, iyimserlik, özgürlük ve insanın çılgınlığını ifade etmek istiyoruz. Hepsinden önemlisi, bu özelliklerin hepsini mümkün kılmak istiyoruz. Müziğimiz gerçek… İnsanlar tarafından insanlar için yapılmıştır. Yıldız, diva ya da kahraman olmakla ilgilenmiyoruz, yeteneğimizde anlam bulmakla ilgileniyoruz. Bu anlam, müziğimizi canlı tutuyor! Krallar, krallıklar ve imparatorluklar yıkılabilir ama anlamlı müzik yüzyıllar boyu sürer!
- Duke Ellington "İki tür müzik vardır. İyi müzik ve diğeri" der. Bir müziğin "iyi" olması için hangi üç temel özelliğe sahip olması gerekiyor sizce?
İyi bir şarkının basit ve akılda kalıcı bir ana melodisi yani "kancası", zeki bir düzenlemesi ve insan olan müzisyenlere ihtiyacı var… Tutku ve heyecan dolu… Bunlar en azından bizim anahtar noktalarımız.
"Yaptığımız şey, hayatın film müziği"
- Albüm kapaklarınız harika bir filmden sahneler gibi. Buna kim karar veriyor?
Yaptığımız şey, hayatın film müziği. Her şarkının arkasında bir hikâye, her albümün arkasında bir hayat evresi var. Dolayısıyla, bu önemli evreleri görsel bir yüzle sunmak bizim için doğal. Albüm kapaklarının fikirleri ve gerçekleştirilmesinden sorumlu olan yöneticimiz, Henry'dir.
- En unutulmaz sahne anınız nedir?
Akşamın en güçlü sahne anı, ilk seyircilerin dans etmeye kalktığı zamandır. İşte önemli olan bu… İster New York'ta, İstanbul'da, ister Zece Prajini'de olsun. Bundan daha iyi anlar yoktur.
- Biz Türkler sevgimizi ve duygularımızı yemeğe dair kelimelerle ifade etmeyi severiz. Eğer Fanfare Ciocarlia bir yemek olsaydı, hangi yemek olurdu?
Haha! Harika bir soru! Sanırım masayı her türlü yemekle doldurmalıyız… Çeşitli etler, ama önce iyi bir işkembe çorbası, salatalar, bir mısır keki ve bolca baharat. Mükemmel sindirim için, atalarımızın onuruna güçlü bir kahve ve bir votka.
- Grubun her bir üyesi için birer süper kahraman kimliği yaratsaydınız, kim hangi süper kahraman olurdu?
Takımımızda en az 10 süper kahraman var: "süper iyimser", "süper sabırlı", "süper alçak tuba çalan", "süper hızlı saksofoncu", "süper mantıkçı", "süper aşçı", "süper yüksek trompetçi", "süper filozof", "süper organizatör", "süper empati yapan", "süper blues şarkıcısı".
"Beni temizle ve bir mola ver!"
- Müzik aletleriniz konuşabilseydi, sizin hakkınızda ne söylerdi? Galiba bu son sorular ortaokul anketi gibi oldu. :)
Hahaha! Eğer enstrümanlar konuşabilseydi, kesinlikle şöyle derdi: "Beni temizle ve bir mola ver! Aksi takdirde, her şeyi doğru yapıyorsun ve her akşam bedenimde ellerini hissetmekten ve bu hayatı seninle birlikte yaşayabilmekten mutluluk duyuyorum."
- O zaman gitmeden yeni projeleriniz ve hayallerinizi sorayım.
Projeler kendi kendine ortaya çıkıyor ve 30 yıldır hayallerimizin hayatını yaşıyoruz. Bunun dışında, iyi sağlık diliyoruz ve eğer bir gün turlamaya devam edemeyecek kadar yaşlı olursak, depresyonsuz bir emeklilik kutlaması yapma şansını umuyoruz. Şu anda, 2014'te çıkan "Devils Tale" albümünün heyecan verici bir devamı üzerinde, Kanadalı Adrian Raso ile birlikte çalışıyoruz. Ama önce, vinil üzerinde bir single EP yayınlayacağız. 60'lardan Spencer Davis Group'tan bir şarkı seçtik ve İngilizce ve ana dilimizde bir cover yaptık. Heyecan verici olacak!
"Eski dans ayakkabılarınızı giyin! Gösterimiz sırasında lazım olacaklar!"
- Son olarak konser öncesi İstanbullulara ne iletmek istersiniz?
Merhaba İstanbul kozmosunun sakinleri! Hayatınızı kutlayın, her saatin tadını çıkarmaya çalışın ve yapabildiğiniz zaman iyi şeyler yapın. Ve 5 Mayıs'ta Romanya'dan gelen müziğimizin evrenine küçük bir yolculuk yapmak istiyorsanız: Hepiniz kalpten davetlisiniz! Eski dans ayakkabılarınızı giyin! Gösterimiz sırasında lazım olacaklar!
Sümeyra Gümrah kimdir?
Sümeyra Gümrah Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV ve Sinema Bölümü'nden mezun oldu.
Öğrenim süreci boyunca Kanal D bünyesindeki radyolarda görev aldı. Yönetmen yardımcısı olarak başladığı kariyerini, kültür sanat sektöründe basın danışmanlığı yaparak devam ettirdi.
2006 - 2013 yılları arası Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda görev yaptı.
Fatma Berber ile kaleme aldığı Destek Yayınları'ndan Bir Pera Masalı isimli gezi kitabı ve Pink Floyd - Kilidi Açamazsan Kır Kapıyı isimli biyografi kitabı; Ayrıntı Yayınları Düşbaş Kitapları'ndan Bir Porsiyon Sanat isimli kitapları bulunuyor.
|