Yaşlılıktan konu açma nedenim, sizleri baby boomer - alfa kuşağı çukuruna düşürmek değil. Alfa kuşağı dün doğdu. Hadi bilemedin geçen sene. Baby boomer ise, İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni doğan patlaması yaşanan 1946-64 yılları arası doğanlar anlamına geliyor. Burada Kukla Dayı’nın efsane kuşak videosuna atıf yapalım: Ben babama beybi bumır dedirtmem ulennn.
Yaşlandık, çok yaşlandık. Sensin yaşlı, diye geçiriyorsanız içinizden benden yaşlısınız. Hatta baya yaşlısınız. Ama ümit ediyorum ki, son günlerde siyaset ve medya kavgaları çukuruna fazlasıyla düştüyseniz, sandık hesabı ile gazetecilik meslek meseleleri arasında sıkıştıysanız, size bir yaşlının omzuna basarak o çukurdan çıkmanızı sağlayacak bir yol gösterecek olabilirim.
Haber medyasına olan güveniniz azaldı değil mi? Bu durum, sadece siyasi kutuplaşma nedeniyle kendini pozisyon almak zorunda zanneden gazeteciler ile ilgili değil maalesef. Önce yaşlılar tavır aldı. Bu bir “başımıza ne geldiyse yaşlılardan geldi” yazısı da değil. Ne yaşadıysak onu yaşattık sonuçta. Sadece yaşlandığımızda, yaşlıların da ne halt ettiğiyle yüzleşme zamanımız geldi.
Dijitalleşme tüm dünyanın, özellikle medyanın ve siyasetin dengelerini değiştirdi. Baktığımız zaman artık haber, gazetelerden, ana akımdan alınan bir ürün değil, dijital içerik tsunamisinde ağzınız açık gezinirken ne yutarsanız o. Peki, bu nasıl oldu? Facebook’ta ülke kuran yaşlılardan haberiniz var mı mesela? Bir yandan hala geleneksel TV haberciliğinin yaşamasını çok ilginç bulan global araştırmalar var. Youtube yayıncılığı, patronsuz gazetecilik dünyanın en büyük ve önemli gazetecilerini yarattı ama gençlere… Ulusal TV haberleri hala var ve en çok baby boomerlara hitap ediyor: Haber kanalları izleyicisinin yaş ortalaması; 65 yaş üzeri!
İnsanlar bağıra bağıra 'kimseye güvenmiyorum, hükümete güvenmiyorum, medyaya güvenmiyorum, kurumlara güvenmiyorum, etrafımdakilere güvenmiyorum’ derken, yaşlılar neden bu özel toplanma noktalarında buluşuyor? Hadi buraya bir bakalım. Çünkü kendi düşüncelerini açıklamaktan, duygularını tükürür gibi fikir saçmaktan çok, hissettiklerini yanıltan, doğrulayan ya da güçlendiren fikirler ve ifadeler arıyorlar. Çok klas bir tavır. O yüzden en çok TV haberlerinde, o yüzden hala gazetelerde, o yüzden hala konuşabildiği değil, konuşanları izlediği mecralara gidiyorlar.
Ve Z kuşağına dikkatli bakmamız gerektiğini söyleyenler, boşverin yaşlıları, anahtar gençlerde diyenler büyük hata yapıyor. Yaşlılar oyun kuruyor, görmüyorlar. Hatta oyunu değiştirmiyor, olduğumuz yerde saydırıyorlar bizi. Üstelik bunu son derece sinsice yapıyorlar. Resmen sessiz sessiz karşı devrim yapıyorlar.
Hani Türkiye genç bir ülkedir masalını, biz ilkokuldayken öğretiyorlardı. Türkiye’nin yaşlandığını artık hepimiz biliyoruz. Türkiye’nin giderek sıralama yükselttiği nadir endekslerden biri, yaşlı nüfusunun artışı. Türkiye’nin Google algoritmaları da sorunlu. Türkiye yaşlı mı diye sordum son rakamları alabilmek için, “İnsanın Manevi Alanı Boşluk Kabul Etmez” başlıklı bir makale ilk sırada geldi. Sensin manevi boşluk alanı!
Birçok ülke ya yaşlanma eğiliminde ya da zaten çoktaaan yaşlandı. Türkiye de o tünelden geçiyor, fakat biz her şeyin suyunu çıkardığımız gibi bunu da haddinden fazla hızlı yaparak, hesapları alt üst ettik. Yaşlı oranının nüfus içerisinde yüzde 10’dan 20’ye çıkmasına “yaşlanma hızı” deniyor. Bunu Fransa 115 yılda, Almanya 85 yılda tamamladı… Türkiye? 20 yılda! Yani 20 yılda yaşlanmayı başardık. Yaşlanmadık, resmen çöktük affedersin.
Siyaset bir dindir. Çok da basit kuralları var. Bunlardan en yaygın olanı; insanları temel ihtiyaçları ile meşgul edersen, kaybettikleri özgürlüğü unutmalarına neden olmaktır. O yüzden yaşlanırken o kadar çok kaybettik ki elimizdekileri, daha fazlasını kaybetmek istememeyi anlıyorum ben şahsen.
Yaşlandığımızı da kabul etmiyoruz zaten. Üstelik yaşlıları da sevmiyoruz. Acımasız bir kayıtsızlık içindeyiz. Bakınız, sosyal medyada sık sık trend olan yaşlıları bağlayalım evde otursunlar akımı. Öğle kuşağı ekranının karşısında babaannesinin ellerini ve ayaklarını bağlayıp, “hepimizin iyiliği için evde tutuyorum” diyerek fotoğraf yayınlayan bir genç, rekor düzeyde beğeni almış, üzerine benzer binlerce içerik paylaşılmıştı. Yaşlı deyince aklımıza gelen metrobüste kavga çıkaran, gençlerin kıyafetlerine karışan, mutsuz, agresif, sosyal ilişkileri zayıflamış, aklına her geleni yapabileceğini sanan bir kitle geliyor değil mi? Oysa gerçek bu değil. Neden değil? Çünkü ben dahil, siz, hepimiz yaşlanıyoruz. Ben hala gencim diyorsanız, yaşlısınız demektir. Çünkü hiçbir genç, ben hala gencim demez.
Yaşlılar konusunda bildiğimiz çoğu şey yanlış. Bir kere dünyayı gençlerin ve tercihlerinin belirlediği bilgisi en temelde büyük yanlış. Yaşlı sayısı inanılmaz hızla artıyor. Önümüzdeki 30 yıl içinde 60 yaş üzeri nüfus, dört katına çıkacak. Çoğu da gelişmekte olan ülkelerde. Her saniye 60 yaş üzerindeki nüfusa artı iki yaşlı insan daha ekleyerek, zinciri büyütüyorlar. Yaşlılar ve fikirleri de her yerde iktidarda. Dünyanın en büyük şirketlerinin başında 65 yaş üzeri kişiler var. Dünya siyasetine yön verenlerin hemen hepsi oldukça yaşlı. Putin, Trump, Şi Cinping… Kürsüden gençlere göz kırpıyor ama yaşlılara konuşuyorlar. Neden? Çünkü gençler talepkar, yaşlılar ise değil. Gençler değişim istiyor, yaşlılar ise düzen. Gerontokrasi, yaş bakımından toplum içerisindeki en yaşlı bireyin hiyerarşik anlamda en üst düzeyde bulunması ve bu kişinin iradesine tabi olmak anlamına gelir. Büyük resme bakarsak, hepimizin yaşlılar düzeninin tebasıyız aslında. Yani gençler konuşuyor, yaşlılar yapacağını yapıyor.
Yaşlılar hakkında diğer yanılgımız, öğle kuşağı esiri, bilgisiz, dünyadan bihaber olduklarını sanmamız. Oysa sadece Türkiye’de bile her iki yaşlıdan biri etkin bir sosyal medya kullanıcısı. Agresif ve kavgacı olduğunu sanıyorsunuz, ama o da bir sosyal medya yalanı. TÜİK istatistiklerine göre mutlu olduğunu beyan eden 65 üstü kişilerin oranı tam tamına yüzde 64,1. Gençlerden beklentiniz nedir sorusuna yüzde 81.9’u yani neredeyse tamamı ne demiş biliyor musunuz: Deneyimlerimizden faydalansınlar. Özgüven de tavan yani.
Siyaseten çok önemli bir ayrımdayız. Önümüzdeki seçimlerde kurdeleyi yine onlar kesecek. 65 yaş ve üstü kişiler, geleneksel ve muhafazakar partilere oy veriyor. Yaşlılar dünyaya ilk nanik eylemini, İngiltere’deki Brexit seçimlerinde yaptı. Açıklıkla yazamayacağım benim bile terbiye sınırımı zorluyor ama siz internetten bakabilirsiniz, baby boomer’ın Z kuşağına çektiği hareket olarak tarihe geçen bir imzaları var. Amerika’da son dört seçime 65 yaş üstü damgasını vurdu, Avrupa’da yükselen sağ da yaşlı nüfusun eseri.
Peki yaşlılar ne halt etmeye çalışıyor? Gizli bir planları olabilir. Mesela yaştan bağımsız olarak herkesi kahırdan yaşlandırmak istiyor olabilirler. Vallahi olabilirler.
Alıştığı koşullarda hayat sürdürmeye ihtiyaç duyuyorlar, diyenler var. Değişimi istemedikleri için statükocu davranmaya devam edeceklerini söyleyen de... En dikkat çekeni, yaşlıların sessiz bir direniş eyleminde olduğu iddiası. En kritik yaşlar, 45’inde başlıyor ve 70’e kadar sürüyormuş. Çünkü yaşlılık, öncelikle ürkütücü bir duygu. Yeni bir ev, yeni bir sevgili, yeni bir sosyal çevre, yeni bir iş için risk alınamayacak, hatta sabahları “çok da halim yok bugün” cümlesinin daha sık söylenmeye başladığı berbat bir evre. O yüzden mevcut sistemi korumak daha kolaylarına geliyor. Halleri yok yani. Allah belamızı burada veriyor işte. Az zamanım var, olan olduğu haliyle devam etsin mi diyorlar yani? Gürültü yapmayın, topunuzu keserim mi diyorlar bunlar bize? Allah sizin iyiliğinizi versin.
Otur oturduğun yerde diyen yaşlı nüfus önümüzdeki seçimlerin kaderini değiştirecekse ve henüz bunu siyaseten göremeyenler varsa, acilen “Yaşlıların oy verme davranışı” ile “Terör Yönetimi Kuramı” arasında bağ kuran çalışmalara bakmalarını naçizane tavsiye ederim. 1986’da Greenberg, Pyszczynski, Solomon tarafından ortaya konulan “Terör Yönetimi Kuramı”, ölüm yaklaştıkça insanların davranışlarının değiştiğini söylüyor. Kitabi bakarsak, aslında bu değişimin bilgelik getirmesi gerekiyor. Bilgelik, özgüvenle de doğrudan ilişkili. Farklı olanla anlaşabilmek de ancak özgüvenle açıklanıyor. Yani ilk kapıdan içeri girdiğiniz anda, diğer kapılar birbirine açılıyor. Demek bu labirentin bir yerinde kayboluyor yaşlılar. Ve biz onları bulamıyoruz.
İnsanlar, yaş aldıkça kendi aileleri ve kurumlarla daha güçlü ilişki kurmaya başlıyor. Durduk yere güvenmeye, durduk yere sahip çıkmaya başlıyorlar, bugüne kadar hiç hak etmediklerini düşünmelerine rağmen. O yüzden değişim kelimesini sevmemeye başlıyorlar. Siyasal düzeni değiştirme eğiliminde olan parti veya aday yerine, “biraz daha zaman lazım, başladığımız işi biz bitiririz” diyeni desteklemeye meylediyorlar.
Yandık Allah diye feryat edebilirsiniz tam burada.
Oysa oyunun kuralını her zaman ve daima değiştirebilecek güç, medyada saklı, gazetecilerde. Eskiden değil, çok yakın bir zamana kadar hayatımıza gerçeklerin girmesi için gazetelere güveniyorduk. Ve onların neredeyse çok büyük bölümü tamamen ortadan kayboldu. Her 10 Amerikalıdan 4’ü medyanın haberciliğine asla güvenmediğini söylüyor. “Türkiye’de her 10 kişiden 7’si medyaya güvenmiyor” diyen araştırmalar var. Özgür gazeteciliğe güven yerlerde. Geleneksel medya ortadan kaybolunca, gerçeğe nereden ulaştığımız zaten anormal karmaşık hale geldi. Bana sorarsanız, ölüm sarmalı burada başladı. Haber kuruluşları kepenk indirdi, muhabirleri işten çıkardı, siyasiler kendi medyasını yaratma yolunda vura kıra savaş verirken, ortalık yangın yerine döndü. İnsanlar, en çok da yaşlı nüfus, aslında hepimiz maalesef, ortak bir gerçek ve fikirler kümesini çoktan terk ettik. Daha doğrusu o küme bir balon oldu, patladı, yok oldu.
Demokrasiler, temel bilgiye sahip, gerçeğin peşinde, bilgili seçmenlere güvenir. Haberlerle bağın kopması, siyasetteki tercihlerin, dolayısıyla ülkenin yönetimine yönelik eleştirel bakışın kalbine hançeri sapladı, terazinin dengesi bozuldu. Ne bozulması, terazi kırıldı.
Muhafazakar, "muhafaza eden" demek. Yaş aldıkça, bir kapanış ihtiyacı hissettiklerinden, perdeyi böyle mevcut sahneyle kapatmak istiyorlar.
Yaşlanmakla ilgili en çok sevdiğim diyalog, Demet Evgar’ın “ne ara bu kadar yaşlandık, ne ara bütün bunlar oldu” diye isyan ettiği videosudur. Yaşlanmaya hazır değiliz, evet. Ama olan oldu. Hepimiz yaşlıyız. Ama “az dur, iyi böyle, gürültü olmasın” diyen içimizdeki sesi susturmak zorundayız. Böyle yaşlanmayalım. İyi böyle değil. İyi değil böyle.
Şükran Pakkan kimdir?
Doç. Dr. Şükran Pakkan, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunudur. Birkbeck University Morley College'de Medya ve Gazetecilik eğitimi almış, yüksek lisans ve doktorasını İstanbul Üniversitesi'nde tamamlamıştır.
Mesleğe İzmir'de politika ve ekonomi muhabiri olarak başlayan Pakkan, London Weekend Television (Channel 5), Women's Journal, Milliyet Gazetesi, Al Jazeera Türk TV, Al Jazeera English, HaberTürk TV gibi ulusal ve uluslararası medya kuruluşlarının haber merkezlerinde 25 yılı aşkın süre aktif gazetecilik yapmıştır. Akademik ve medya kariyeri boyunca başta Türkiye, Amerika, İngiltere ve Katar'da olmak üzere ulusal ve uluslararası çapta medya ve editoryal program, eğitime, sunum ve seminerlere konuşmacı ya da eğitimci olarak katılan Pakkan, "Bülent Dikmener Gazetecilik Ödülü" ve "Sedat Simavi Belgesel Ödülü" başta olmak üzere birçok ödülün de sahibidir.
Gazeteci Hrant Dink'e yönelik suikast sürecinde medyayı konu alan "Neler Yapmadık Şu Vatan İçin" ile dijitalleşmenin gazeteciliğin üzerine etkilerini inceleyen "Gazeteciliğin Geleceği" isimli kitapların yazarıdır. "Unutmak ya da Unutmamak: Unutulma Hakkının Gazetecilik Perspektifinden Uygulanabilirliği" başlıklı kitabın da ortak yazarıdır.
Uzun yıllardır üniversitelerde medya, televizyonculuk ve gazetecilik dersleri vermekte, kurucusu olduğu Newsroom Media'da kariyerine yapımcı ve yayıncı olarak devam etmektedir.
|