23 Mart 2025

8 saniyede meydan dolduran bir nesil

“Bir şeyin sonunu getiremiyorlar” dedik. “Dikkat süreleri 8 saniye, balıktan kısa” dedik. “Çabuk sıkılıyorlar” dedik. Ama biz daha cümleyi bitirmeden, onlar meydanı doldurmuştu bile. Sonra biri çıktı, pankarta şunu yazdı: Benim gibi üç çocuğun olsa ne yapabilirsin?..

Gençlik, politik olmanın doğuştan hali. Sabah uyandığı için isyan eden beyinle, “ne demek bu ülkede bir geleceğim yok” diye sorgulayan ruh, aynı pakette geliyor. Genç, önce kendi vücut kimyasına isyan ediyor, sonra toplum sözleşmesine. Gençlerin apolitik olduğunu kim uydurduysa ya da hangi yetişkin böyle bir beklenti içindeyse korkarım gençliğini yaşamamış ya da yaşatmamışlar. Sensin apolitik.

Z kuşağı dediğimiz kitle, aslında bizim kafamızın almadığı bir sürüm. Onlar siyasetle ilgilenmiyor değil, bizim siyasetimizle ilgilenmiyor. Kravatlı adamlara, kürsülere, basın toplantılarına, miting otobüslerinin tepesine çıkıp el kol işareti yapan tek tip takım elbiseli abilere acayip sinir oluyorlar.  Bu yüzden siyasi partileri de bayraklarını da reddediyorlar. Bu yüzden “miting değil, eylem” diyorlar. Bu yüzden meydanı sahneye çevirmeye çalışan herkese, bir adım geri dur diyorlar. Bu yüzden üç gündür protestolarda sadece pankart ve Türk bayrağı taşıyorlar.

Çünkü bu çocuklar figüran değil. Rol değil, senaryo değişikliği istiyorlar.

Çok acayip; gençlerden korkanların, provokasyona geleceklerini düşünenlerin, sokaklarda olmalarını istemeyenlerin çoğu, asıl değişmesi gerekenin kendileri olduğunu fark etmiyor. Fark etmiyoruz, değişmemiz lazım. TikTok’tan yapılan eylem çağrılarını küçümsüyoruz değil mi? Bu kuşak, Amasya’dan Twitter’a tek bir hashtag girip, global Google algoritmasını üç dakikada alt edecek organizmayı uyandırıyor.  Biz hala neyi küçümsüyoruz acaba? Üstelik, bu ülkede politik refleksi en gelişmiş kesim “lütfen burada siyaset yapmayalım”cılar. Gençler de en çok onlara gülüyor, ben de… Siyaset, mecliste değil, markette, okulda, sokakta, wifi şifresinde, hatta kahve siparişlerinde bile var. Kısaca: Gençlik politiktir. En baştan beri. Hayatın kendisi politiktir. En baştan beri. Apolitizm de bir mitostur. Uydurulmuş bir masal.

Bugün sokaklarda gördüğümüz o devasa kalabalığın nabzı, Z kuşağının damarlarında atıyor. Gezi’deki ilk sabahı hatırlayanlar bilir. Alanda çok grup vardı ama birleşen şey, kimlikler değil itirazdı. Bu yüzden ilk günlerden itibaren siyasi parti flamaları asılmadı, asılmak istenince uyarı geldi. Çünkü mesele bir partinin mitingi değil, gençlerin toplumun sahipsizliğine karşı meydanı sahiplenmesiydi. Z kuşağı bunu o günlerden gördü, daha doğrusu bebektiler, geriye dönüp baka baka, dinleye dinleye, okuya okuya öğrenmişler. Bastırılmış olan, unutulmamış olandır. Ve unutmayanlar burada. Üstelik artık sistemin yapısal kodlarına karşı yürüyorlar. Evet onlar mitinglerle büyümedi. KYK kuyruklarında, evdeki para hesaplarında, okul ücretleriyle, saçma sınavlarda çelme yerken, üç kuruş harçlıkla ay sonunu getirmeye çalışırken büyüdüler.

Ve evet, gençler çok politik. Ama bize hiç ama hiç benzemiyor. Onlar konuşmacı listesinde olmak istemiyor, karar alma süreçlerinde yer almak istiyor. Sahneye değil, zemine bakıyor. Miting, birilerinin konuştuğu, diğerlerinin alkışladığı bir format. Meydan ise herkesin hem ses hem beden olarak var olduğu bir örgütlenme biçimi. Z kuşağı, bu ayrımı biliyor. Çünkü onlara göre kürsüye çıkan lider değil, birlikte alınan karar kutsaldır. “Partilere güvenmiyorlar” da değil. Kolektif akla güveniyorlar. Onlara göre siyasetin makyajı değil, metabolizması değişmeli. Toplantı değil, dayanışma. Slogan değil, fikir. En önemlisi: Onlar ve biz ayrımının kalktığı, eşit bir zemin.

Z kuşağı işte bu yüzden başka. Siyasetçilerin kafası karışık ama onların değil. Biz sloganla büyüdük. Bizim bildiğimiz siyaset, yukarıdan aşağıya bir akış. Onlar yatay hizalanmış çocuklar. Bizim için “birini seçeceğiz” fikri hala makulken, onlar “neden birini seçmek zorundayız?” diye sorabiliyor. Yani en azından benim evdeki genç bunları sorup, beni kilitliyor. Ve itiraf edeyim, içten içe bu sorulara bayılıyorum. Bize benzemedikleri, kendilerini temsil ettirmek için değil, doğrudan katılım istediklerini gördüğüm için gurur duyuyorum. Kendimizi ispat edemedik ama çocuklarımızdan yana sınavı geçiyor olabiliriz. Bir Türk anası olarak, tüm Z kuşağı için içimden geçen tek bir kelime var: Maşallah. Hey maşallah.

Kimi zaman sessizler, kimi zaman çok komikler, kimi zaman içten içe sinir bozucu derecede netler. Ama her halleriyle politikler. Ve en çok da bu netlikleriyle sarsıyorlar bizi. Çünkü biz çoğu şeyi anlayış kisvesiyle he deyip geçtik; onlar geçmiyor. Bu yüzden içimden şu geçiyor: Belki de biz onları kurtarmayacağız. Onlar bizi kurtaracak. Yani tüm bu karmaşanın içinde hala bir ışık varsa, o ışık ne bir siyasi programda ne de partilerin vaat kitapçığında. O ışık, pankartına direniş yazan bir çocuğun gözlerinde.

Onlar bizim gibi yanlışa razı olup, azıcık doğrudan mutlu olmuyor.

İmamoğlu da bu kuşağa nutuk atmadığı için seviliyor. Çünkü Z kuşağı, gençler, siz bizim umudumuzsunuz dedi mi, otomatikman göz devirmeye başlıyor. Onlar umut olmak istemiyorlar, zaten yeterince yük var üstlerinde. İşte İmamoğlu o yüzden farklı. Çünkü gençlere inandığını söyleyen bir lider değil, inandığını davranışlarından anladığımız bir figür. O, gençlerin gözünde ne bir kahraman ne de bir abi. Z kuşağı artık şunu net biliyor: Kimsenin onlar için konuşmasına ihtiyaçları yok. Sadece seslerini duyabilecekleri bir alan arıyorlar. İmamoğlu bu sessiz antlaşmayı biliyor. En büyük avantajı da burada: Onlara kurtaracağım demiyor, birlikte değiştirebiliriz diyor.

Yeni nesil dijital aktivizm, eski model örgütlenmeler gibi kalıcı yapılar kurmadıklarından, onların gücü hızlı, dağınık ve viral olmasında. Ama zayıf noktası da bu: Kalıcılık değil, etki anı önemli. Yani Z kuşağı’nın protesto biçimleri, örgütlenmeye değil, momentuma dayanıyor. Kalıcı yapılar, hiyerarşik örgütlenmeler, tüzükler, yönetim kurulları… Z kuşağı için fazla ağır, fazla yavaş. Onlar için önemli olan, hızla tepki vermek, görünür olmak ve kolektif nabız yakalayabilmek. Momentumu buldukları anda oradalar. Kaybolduğunda ise dağılmıyorlar, bir sonraki dalgayı bekliyorlar. Bu, klasik siyaset için kafa karıştırıcı. İşte bu yüzden yeni nesil protestolar, sistemin içinden değil, dışından konuşuyor. Hong Kong protestolarında lider yoktu, WhatsApp, Telegram ve Airdrop üzerinden anlık organize oldular, hareketli, sabit olmayan, baskıya göre şekil değiştiren bir direniş modeli kurdular. Bu kuşak kendisini bağırmak zorunda da hissetmiyor.  Protestoyu örgütlemiyorlar, yayıyorlar.

Püf noktası şu: Bu çocuklar mevcut sistemi tıklamıyor!

Bu kuşağın siyasal davranışı Bennett tarafından ağ temelli siyasal pratik olarak tanımlanır. Yani, geleneksel, merkeziyetçi ve hiyerarşik yapılardan farklı olarak, kişisel eylem motivasyonu ile hareketteler. Bu da şu demek: Herkes kendi değerleriyle, motivasyonuyla eyleme geçiyor ama ortak bir noktada buluşuyorlar. Kolektifin bir parçası gibiler ama bireyselliklerinden taviz vermiyorlar. Bu da klasik siyaset açısından kontrolsüzlük gibi görünüyor ama esasen kendi içlerinde kendilerine özgü bir sorumluluk gizli.

Siyasetçilerin ne yapması lazım? İşte bugün her şeyi bu kırılma anı değiştirecek. Gençler kendisiyle iletişim kurmaya çalışan “abileri, ablaları” çok manasız oluyor. Aynı dili konuşurlarsa kapı açılacak. Z kuşağı, klasik siyasetçileri formatı bozulmuş dosya gibi görüyor. Açılmıyor. Mesele artık kimlik değil, ilişki biçimi. Karizmaya değil, tutarlılığa bakıyorlar. Nutka değil, pratiğe. Klasik temsil mekanizmaları samimiyetsiz geliyor. Gençlerle buluşuyoruz, gençlik kollarımız var… Z kuşağının siyasetten beklentisi, klasik temsil teorilerinden farklı. Temsili demokrasi halkın iradesinin belirli aralıklarla sandıkta görünür kılındığı, ardından karar yetkisinin vekillere devredildiği bir modele dayanır. Ama artık o model çalışmıyor. Çünkü bu kuşak temsil değil, ilişki istiyor. Dahil edilmek değil, birlikte inşa etmek istiyor. Bu dönüşümün adı, siyaset teorisinde post-temsili siyaset. Yani halkın yalnızca temsil edilmediği, aynı zamanda sürecin aktif öznesi olduğu yeni bir demokrasi anlayışı. Onlara yeni bir anlayış lazım. Anlayan ve iş birliği yapan kazanacak.

Son üç gündür yükselen kalabalıklara dikkatle bakın. Bu sadece bir belediye başkanını savunma refleksi değil. Bu, temsil edilmeyenlerin, susturulmaya çalışılanların, yok sayılanların “Biz buradayız” deme biçimi. Ve bu meydanları büyüten şey, İmamoğlu’nun tek başına gücü değil; onun sessizce yaptığı çağrı: Kendimi size emanet ediyorum. Gençler bu çağrıyı duydu. Onlara siz ne düşünüyorsunuz diye sorulmadı, doğrudan yer açıldı. Ve eğer hala bu nesli anladığınızdan şüphe ediyorsanız, şu son üç günün görüntülerine bir daha bakın. Politik olmayan, ya da bildiğimiz şekliyle politik olan bir gençlik mi istiyorsunuz? İşte tam da bu yüzden geldiler. Kalabalık geldiler.

Şükran Pakkan kimdir?

Doç. Dr. Şükran Pakkan, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunudur. Birkbeck University Morley College'de Medya ve Gazetecilik eğitimi almış, yüksek lisans ve doktorasını İstanbul Üniversitesi'nde tamamlamıştır.

Mesleğe İzmir'de politika ve ekonomi muhabiri olarak başlayan Pakkan, London Weekend Television (Channel 5), Women's Journal, Milliyet Gazetesi, Al Jazeera Türk TV, Al Jazeera English, HaberTürk TV gibi ulusal ve uluslararası medya kuruluşlarının haber merkezlerinde 25 yılı aşkın süre aktif gazetecilik yapmıştır. Akademik ve medya kariyeri boyunca başta Türkiye, Amerika, İngiltere ve Katar'da olmak üzere ulusal ve uluslararası çapta medya ve editoryal program, eğitime, sunum ve seminerlere konuşmacı ya da eğitimci olarak katılan Pakkan, "Bülent Dikmener Gazetecilik Ödülü" ve "Sedat Simavi Belgesel Ödülü" başta olmak üzere birçok ödülün de sahibidir.

Gazeteci Hrant Dink'e yönelik suikast sürecinde medyayı konu alan "Neler Yapmadık Şu Vatan İçin" ile dijitalleşmenin gazeteciliğin üzerine etkilerini inceleyen "Gazeteciliğin Geleceği" isimli kitapların yazarıdır. "Unutmak ya da Unutmamak: Unutulma Hakkının Gazetecilik Perspektifinden Uygulanabilirliği" başlıklı kitabın da ortak yazarıdır.

Uzun yıllardır üniversitelerde medya, televizyonculuk ve gazetecilik dersleri vermekte, kurucusu olduğu Newsroom Media'da kariyerine yapımcı ve yayıncı olarak devam etmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları

Duvar’ın kapanışı

Dijital devler, haber akışını kontrol ederek önce neyi okuyacağımıza, sonra neyi bileceğimize karar veriyor. “Eğer bilinçli bir okur olmazsan, sadece gösterilmesine izin verilen haberleri göreceksin” diyorlar. Ama hadi dürüst olalım: Hiçbir ölümlü bu algoritmalarla tek başına mücadele edemez. Karşımızda, neyin görünür olup olmayacağına karar veren, değişken, kapalı ve sorgulanamaz bir sistem var. Bizi bir akışın içine atıyorlar ve önümüze ne koyarlarsa onu yiyoruz…

Tarafını seç: Yapay zekâ mı doğal aptal mı?

Gerçek insan ile yapay zekâ arasındaki sınır giderek buharlaşıyor. Ama bir yapay zekâ yaradılışı gerçekleşiyorsa, şahsen insana benzemesin isterim. ChatGPT’ye sordum, insana benzersen ne olur diye, şöyle dedi: “Bugün hiçbir şey yapasım yok.” Allah seni bildiğin gibi yapsın…

İyi olan kazansın!

Milletvekillerinin parti değiştirmesine engel olmak gerekiyor. İrademize, oyumuza saygı istiyoruz. Hakkımız değil mi? Oyumu isterken kapımı çaldın, saf değiştirirken neredesin? Elbet bir gün kavuşacağız

"
"