Japonya enteresan bir ülke... Ritüelleri, geleneksel Japon mimarisi, ihtişamlı Budist tapınakları, doğanın içinde gizlenmiş huzur veren ve dinginliğe çağıran Şinto mabetleri, sadeliğin görkemi Zen bahçeleri, bembeyaz çiçekler açan Sakuraları (kiraz ağaçları) ile erdemli samuray'ları, yüceltilen Mayko ve Geyşaları, kolay yetişmeyen Sumoları, Origamisinden (kağıt katlama) İkebana (çiçek yerleştirme) sanatına kadar geniş bir yelpazede sizi kucaklayıp mistik ve renkli bir yolculuk için adeta bir masal balonuna bindirip ayaklarınızı yerden kesiyor.
Geleneksel ve ultra-modern çizgilerin karışımı olan bu coğrafya, postmodern gökdelenleri, en bilinen markaların birbiriyle yarıştığı bir market özelliği ile ilk bakışta batıyı andırsa da aslında hala gizemli bir doğu ülkesi olma özelliğini sürdürüyor. Bu özelliklerine artı olarak yaratıcı sunum ve pişirme teknikleri ile size inanılmaz görsellikler sunan bir mutfağa da sahip. Lezzete büyük önem veren Çinli ve Hintlilerin tersine, Japon mutfağında görünüş belki de lezzetten de önce geliyor. Yemek düzenlemesi yemekte normal olarak bekleneceği gibi lezzetlerin örgüsüne göre değil, renk ve biçim kombinasyonlarına göre yapılıyor. Kırmızı bir turp bir lezzet olarak değil, resimde bir leke olarak önemli olabiliyor Japon sofrasında. Onun için Çinliler haklı olarak ''Japon yemeklerine bakmalı, Batı yemeklerini koklamalı, Çin yemeklerini yemeli'' derler. Japon uygarlığının biçime ve yüzeye önem verme eğilimi, bu adalardaki yiyecek maddesi çeşitsizliği ile birleşince yemek konusu da İkebana gibi sanatlar arasına girmiş görünüyor. Japonya'ya ilk defa giden ziyaretçiler restoranların vitrinlerinde içeride sunulan yemeklerin seçimine yardımcı olmak üzere kullanılan gerçeği birebir yansıtan ürünlerin plastik olduğunu ilk etapta anlayamazlar. Çeşitli vinil reçineler kullanılarak üretilen bu plastiklerin üretildiği fabrikalarda maketlerin boyutlarının, şekillerinin ve renklerinin düzenlenmesinde profesyonel aşçılar çalışır. Plastik yiyeceklerin üretimi de başlı başına bir sanayi haline gelmiştir burada.
Tokyo'da bahar festivalini üç yüze yakın çeşidi olan sakura'ların en muhteşem açıldığı zirve iki günü yakalayarak "sakura time" olarak zihinlerimize ve hafızalarımıza bir daha hiç bir zaman çıkmayacak şekilde kazıdıktan sonra Japonya'nın en büyük metropol şehri, liman ve endüstri merkezi olmasının ötesinde çok önemli bir gurme destinasyonu olan Osaka'ya geçtik.
Japonya’nın ticari ve diplomatik olarak dünyaya açılan kapısı Osaka bir yanda limanı, bir yanda Zen bahçeleri içerisindeki tapınakları, meşhur kalesi, bir yanda hayranlık uyandıran tasarımlarıyla gökdelenleri ile doğal güzelliklerin, deniz ve modernizmin buluştuğu bir kent ve aynı zamanda alışveriş dünyası ile insanların başını döndüren bir metropol.
Osaka'nın anlamı ''büyük tepe'' olduğu için şehre girdiğinizde 1988 yılında gökdelenler şehri projesinin bir parçası olarak inşa edilen 40 katlı iki kulenin tepesindeki gözlem terası olan ''Umeda Floating Garden''dan panoramik olarak kenti keşfe başlamakta yarar var. Burası ''sky wedding (gözkyüzü düğünleri)''nin de düzenlendiği muhteşem bir atmosfere sahip. Aslında Japon kentlerini tanımak için tepelerden bakmak ve yer altına inip ruhunu yakalamak daha anlamlı. Zira binlerce dükkânın yer aldığı ve kat kat yerin altına doğru uzanan pasajları ve her daim hareketli ve her tür ürünün satıldığı uzun kapalı yer üstü veya yer altı pasajları ile alışverişin keyfine varmanız mümkün. Özellikle Umaga bölgesi plazaların birbirine yer altından ve üstünden köprülerle bağlanması ve yer altında kat sayılarına devam ediyor olması nedenleriyle büyük resimde aralarında yer alan istasyonları ile göz önüne alırsanız her taraftan karınca yuvasından fışkıran insan yığınları gibi yukarıdan bakınca bir karınca ordusu seklinde sağlı sollu hareket ederek aktığını ve oluşturdukları enerjinin yoğunluğunu çok yukarıdan bile hissetmek mümkün.
Gerçek bir gastronomi cenneti olarak da anılan Osaka, dünya mutfağını sunan modern otelleri dışında deniz mahsulünü sevenlerin baş tacı aynı zamanda; zira burada her restoran Büyük Okyanus ve Japon Denizi’nin harika ürünlerini unutulmaz mutfak şovları eşliğinde getiriyorlar sofranıza. Yemek yemenin başlı başına ciddi bir iş olarak algılandığı kentte çoğu kapıda kimonolu kadın rehberler karşılıyor sizi ve Tatami'ye (hasır yer döşemesi) basmamak koşuluyla ayakkabılarınızı çıkararak içeri alınıyorsunuz. Geleneksel Japon oturma düzenine göre düzenlenmiş lokantalarda her seferinde başka bir dünyanın kapıları aralanıyor ziyaretçilerine. Yemeğe başlamadan verilen Oşibori'yi (nemli havlu) sadece ellerinizi silmek için kullanmak ve işiniz bitince de muntazam bir şekilde rulo haline getirmek de ritüelin bir parçası. Çubuklarla yemeğe başladığınızda ise içteki çubuğu sabitleyip, kalem tutar gibi tuttuğunuz diğer çubukla da yiyeceği kavrayarak gastronomi vahasında büyülü bir yolculuğa başladığınızı hissedeceksiniz.
Osakalılar yemek yemeyi çok seviyorlar. Genelde de yemeği dışarıda yemeği tercih ediyorlar. Bundan dolayı ‘bayılana kadar ye‘ anlamına gelen kuidaore deyimiyle ünlenmişler. Shinsaibashi bölgesinde ise inanılmaz tatları deneyimlemeniz mümkün. Köprünün her iki tarafındaki sokaklarda bölgenin simgesi haline gelmiş bazı renkli restoranlar mevcut. Restoranların vitrinlerinde yer alan plastik yiyecek tabakları ve menü resimleri kadar kendi uzmanlıklarını göstermek üzere işletmelerinin tabelaları ile birlikte devasa maketler asabiliyorlar. Gözleri dönen devasa ahtapotlar, ayakları hareket halinde dev yengeçler, renkli ıstakoz maketleri, oldukça geniş fugu (balon) balığı fenerleri ile restoranların hünerlerini ve albenilerini ortaya koyan gözümüze çarpan başarılı örneklerden sadece bir kaçı. Yeri gelmişken belirtmekte yarar var. Fugu balığı gibi tehlikeli ve zehirli balık servis edilen bir müessese olmanız için geçmiş dönemde herhangi bir insana zarar vermeleri halinde harakiri yapacaklarını taahhüt eden restoran sahipleri varmış.
En dikkat çekici Osaka spesiyalitesi ise; Okonomiyaki. Halen bu lezzeti düşününce kendi kendimi gülümser halde buluyorum. Okonomiyaki içine kabak doğranmış yumurtalı krep karışımına karides, kalamar, ahtapot, deniz tarağı, isteğe göre et, pırasa, yeşil soğan gibi sebzeler eklenebiliyor. Üstüne Japon Worcestershire stili sos ve sunumcu tarafından milimlik aralarla inanılmaz seri bir şekilde z harfi çizercesine mayonez sıkılıyor ve en üste de tütsülenmiş bonito (torik) pul parçaları eklemlenerek lezzette muhteşem bir zirveye tırmanmanız kaçınılmaz hale geliyor. Osakalıların bir diğer önemli spesiyali ise; Takoyaki’dir. Bu yemek tereyağı ve ahtapot içerikli. Tako zaten ahtapot demek. Ahtapot da geleneksel yemeklerin en sevilen malzemesi Japonya'da. Takoyaki bu şehirde bir aile yemeği olarak bilinmektedir. Osaka’da hemen her yerde take away olarak da sokak satıcıları tarafından da satılan altın yumurta sekline bürünen lezzet bombasına ulaşmanız mümkün.
Japonların en önemli öğlen yemeklerinden biri de; balık suyunda servis edilen soba (karabuğday eriştesi) Çorbaya genellikle kızarmış soya peyniri, pırasa, mantar, balık, tavuk ve çeşitli sebzeler de katılabiliyor. Daha kalın olan erişteye udon, sarı kıvrımlı Çin eriştesine şinasoba, erişte çorbasına ramen, sebze güvecine ise oden deniyor. Dökme demir ya da nabe denilen seramik güveçte servis ediliyor.
Emin olun bu gurme kentte yerel biraların yanına harika yakışan vasabili (Japon yaban turpu ezmesi) ve norili (yosunlu) krakerler de olağanüstü damak tatları bırakıyor.
Biranın sudan farksız içilmediği bu ülkede favorim kırın birası oldu. Japonların pirinçten fermante edilen meşhur pirinç rakısı sake kadar erik şaraplarını da çok beğendiğimi ifade etmeliyim. Son olarak da her yerde her zaman bulabileceğiniz Japonya'da dondurmadan keklerine kadar her şeyin içinde yer alan o-ça (yeşil çay) dan bahsetmeden geçmeyelim. Yeşil çay fermente edilmediği için yeşildir ve Çin kökenlidir. Yeşil çay tozu ılık suda demleniyor ve önemli çay serenomilerinde kullanılıyor.
Yüzlerce yıldır ülkenin ticaret merkezi olan Osaka, Japonya’da en çok yabancı nüfusu barındıran şehir. Osakalılar, tipik çekingen Japonların aksine oldukça sıcakkanlı ve misafirperver insanlar. Aynı zamanda, ülkenin diğer kısımlarındaki Japonlara göre daha iyi İngilizce konuştuklarını söylemek mümkün. Osaka Akvaryumu Kaiyuka dünyadaki en büyük akvaryumu, özellikle deniz planktonları çeşitlerini ve Ocean Sunfish denen son derece enteresan ve ağır abi kılığındaki balığı görmek için harika bir fırsat sunuyor. Aynı zamanda Üniversal Stüdyoları da keyifli vakit geçirebileceğiniz bu gizemli coğrafyanın sunduğu keyifli alternatifler arasında yer alıyor.
Osaka'da seçenekler bitmiyor ama özellikle bu gurme başkentinde tadımladığınız muhteşem yemekler sonrasında yüzünüze tatlı bir gülümseme yayılmasına neden olan nimetler için öğrenmeniz ve söylemeniz gereken iki kelime den birisi Oişii! (Lezzetli) diğeri de, Arigato (teşekkürler) Osaka!