“Ben onlardan değilim.”
Asker üniformasıyla düğüne katılan Michael Corleone’nin sevgilisine söylediği bu cümleyi ünlü Godfather serisinin birinci filminden hatırlarsınız. Al Pacino’nun can verdiği ünlü karakter bu sözleri en saf haliyle tüketmişti belli ki. İktidar olma hırsının erkek olmanın bir kusuru, hastalığı olduğunu, er ya da geç bu kusurun saklandığı yerden çıkacağını bilmiyordu. Yaşadığı trajedilerin ardından ki bunlar yenir yutulur gibi değildir; babasının vurulması, ailesinin tehdit altına girmesi, katil olması, İtalya'ya kaçması, orada tanışıp evlendiği kadının gözü önünde havaya uçurulması, abisi Fredo'nun aileye ihanet etmesi gibi acı gerçekleri yaşayarak öğrenecekti.
Michael Carleone, Godfather
Bilecekti ki diğer güç sahibi erkekler onu rahat bırakmayacak ve hep daha fazlası için onu zorlayacak, o da kendini savunmak, acıtan taraflara bastırmak ve daha da güçlü olmak için hem sürekli büyümek hem de kendisi ve ailesi için bir güç alanı yaratmak zorunda kalacaktı. Sinema tarihinin en derin karakterlerinden Al Pacino üzerinden anlatılan erkek olmanın dramıdır Godfather. İktidarını korumaya çalışan bir erkeğin nasıl canavarlaştığını, yabancılaştığını, yalnızlaştığını anlatır adım adım. İktidar canavarı Michael'a istemediklerini yaptırtacak, sevdiklerini de tek tek elinden alıp sonunda onu zirvede tek başına bırakacaktır. Zirvede insan yalnızlaşır, kontrolcü olur ve etki alanında dahi şüphecidir. Görünüşte her şeye sahiptir ancak gerçekte seveni dahi kalmamıştır. Her şeyi vardır ama kendisi yoktur. Aklı ve kalbi aynı dili artık konuşmamaktadır. Başarılarını boş elleri ve boş kalbiyle karşılamaktadır. Bu kadar büyük bir iktidara rağmen varoluşsal bir iktidarsızlık içerisindedir. Kilisede günah çıkarırken “Eşime ihanet ettim, ablamın eşini, kardeşimi öldürttüm, birçok suç işledim ama en önemlisi kendime ihanet ettim,” der. İktidar hırsı kendi varlığını öldürmüştür!
Bu kadar etkili bir film ile konuya girme sebebim sizin iktidar yolunuz olan kariyer hakkında bildiklerinizi ve bilmediklerinizi dile getirmek, kariyer basamaklarını tırmanırken kazançlarınız ve kayıplarınız hakkında sizi farkındalığa davet etmek ve en saf halinizle; “Ben onlardan değilim” diyerek çıktığınız bu yolda onlardan biri haline gelmenize bir nebze olsun engel olmaktır. Acı okulundan değil, akıl okulundan mezun olmanızı sağlayarak, düşerek değil düşünerek, en az maliyet ve maksimum farkındalıkla yolculuğunuza anlam katmaktır.
Kariyer sadece sizin yolunuz değildir, ailenizin, iş arkadaşlarınızın, çalıştığınız kurumun ve tüm sistemin de etkilendiği eylemler bütünüdür. Siz yükseldikçe gölgeniz de büyür ve etrafınız kararmaya başlar. Emerson “Her kurum bir adamın gölgesidir,” derken zirvedeki iktidarın etki alanından bahseder. Peki, bu etki alanında siz ne kadar kendiniz olarak kalabildiniz? Kalbiniz ve aklınız aynı dili konuşabiliyor mu? Kendinize, değerlerinize ihanet ettiniz mi? Başka kimlere ihanet ettiniz? Daha da önemlisi hâlâ “Ben onlardan değilim” diyebiliyor musunuz?
Çalışmak! Bu dünyada var olma hallerinden biri üretmek, eylemin adı da çalışmak. Karşılığında yaşam için elzem olan parayı kazanarak toplumda görünür, sevilir, sayılır olmak. Bir insanın yaşam gayesi sanılan mecburiyetten bahsediyorum. Peki, gerçekten öyle mi?
Şayet ilkel bir kabilede doğmuş olsaydık işimiz çok kolay olacaktı, cinsiyetimize göre avcı veya toplayıcı diyerek çalışma ve üretim alanlarımız belirlenecek, yeteneğimize göre de hiyerarşideki yerimiz oluşacaktı. Ancak medeniyetin yarattığı plaza ormanlarında eski kurallar asla geçerli olmadı. Konulan kurallar da ne kolaydı ne de sınırları belirgindi. Plazalar kendini yaratırken değişken, iç içe geçen, kaypak ve çoğunlukla mantığın olması gerek dediği net sonuçları yaratmaktan uzak, bulanık kurallar zinciri oluşturdu. Bu kurallar net değildi, ortamlara göre değişkendi, birini sağlamadan diğeri işlemiyordu ve kurumsal sisteme değil kişiye bağımlıydı. İşte sorun da burada başlıyordu, sistemi çözmenize rağmen kişileri çözemediğinizde kuralları anlayamıyordunuz. Bir yerde işleyen kural aynı şartlara sahip başka bir yerde işlemeyebiliyordu.
Çünkü sistem yöneticilerin elindeydi ve bazen çoğunluğun değil ama yöneticilerin lehine sonuçlar için manipüle edilebiliyordu. Kurumlar zirvedeki adamların gölgeleri haline gelmişti.
İş dünyası, yeni mezunun gözünde masalımsı tınıları ve ışıltılı plazaları ile düş dünyasına açılan bir kapı iken, içine girdiğinde karanlık ve tekinsiz bir ormana dönüşüyordu. Bir anda kendini besin zincirinin tepesinde katil balinaların, kan (güç) sevici hizmetkâr köpekbalıklarının bulunduğu bir okyanusta buluyordu. Burası, çeşitli renklerde ve boyutlarda, farkındalıkları olmayan, hayatta kalmak için bir araya gelen zararlı/zararsız sürülerin olduğu, hızlı balığın daha seri avlandığı, küçük balığın ise büyük balık tarafından yenmesinin kural olduğu uçsuz bucaksız derin sulardı.
Bu çılgın kalabalığın içinde yükselmek, üretmek, var olmak ise büyük bir ustalık gerektiriyordu ve yeni mezun bu donanımdan yoksundu. Peki, ne yapacaktı?
İş yaşamı tehlikelere karşı maskelerle dolaşılan, maskeler düştüğünde ise kiminle karşılaşacağını bilemediğiniz “vahşi bir orman”dır. Bu ormanda kiminle karşılaşacağınızı asla bilemezsiniz.
Ormanda öyle insanlar göreceksiniz ki kuzuyu yemek için tilkiyle plan yapacak, kurtla birlikte öldürecek, çobanla birlikte yiyecek, sahibiyle birlikte yas tutacak. Bu çok yüzlü insanların arasında hayatta kalmak ve başarılı olabilmek için duruma, ihtiyaca ve amaca göre farklı maskelerle dolu devasa bir gardırop yaratmanız gerekir. Yoksa av ile avcının sürekli karşı karşıya geldiği veya düzenli rol değiştirdiği bu vahşi dünyada farkındalıksızlığınız ile sadece avlanmayı bekleyen masum ve narin bir kuzudan farkınız kalmaz.
İlkel kabilelerde yaşayan yerlilerin gün içerisinde çıplak dolaşıp, maskeleri sadece ayinlerde, ritüellerde kullanmasına karşılık modern ofislerde yaşayan beyaz yakalıların gün içerisinde farklı maskeler kuşanmaları ve sadece özel anlarında ve alanlarında maskelerinden sıyrılmaları şaşırtıcı bir ironi değil de nedir? Keşke ilkel kabile kuralları geçerli olsaydı da kimin gerçekten kim olduğunu ilk görüşte anlayabilseydik. Ne yazık ki artık böyle bir şansımız yok.
Plazalarda hayatta kalabilmek için gerekli yazılımı ne yazık ki mezun olduğumuz okullardan elde edemiyoruz. Verilen akademik bilgilerin çoğu da iş yaşamında kullanılamıyor. Sahip olduğunuz diplomalar aslında sizin ne kadar bilgili olduğunuzun değil, eğitilebilir olduğunuzun göstergesidir. Ve işe başladığınız ilk gün gerçek eğitiminiz de başlar. Üstelik buradaki eğitimde kurallar okuldakinin tam tersi işliyor; okulda ders çalışıp sınav olurken, iş yaşamında sınav olup ders alıyorsunuz. Fena halde can yakan bir eğitim sistemine giriyorsunuz. Geçer notun kıt verildiği, soruların bilmediğin yerden geldiği bu sınavda akademik olarak büyük başarılara imza atmış mezunlar dahi takılıp düşüyor, bir süre sonra da sistemden siliniyor.
Kulaç atmasını bilmeden, iş hayatı denen bu uçsuz bucaksız okyanusa iskelenin birinden kiminiz çivileme, kiminiz balıklama, kiminiz itilerek atladınız. Suyun üzerinde kalmak, yüzmeyi öğrenmek ve karaya çıkabilmek artık sadece sizin doğru öz-yönetim, ilişki yönetimi ve zaman yönetimindeki başarınıza kalmış.
Ancak dış görünüş ve imaj yönetiminin hâkim olduğu bir iş dünyasında, gerçek değer olan bu yetilerinizi cazibeli kılıp sunmak da ayrı marifet gerektiriyor. İş dünyası plazaları, piramit yapıları ile her gün biraz daha büyüyen bir dünya…
Yükseldikçe yukarı doğru daralan bu piramitte neler görmeyeceksiniz ki? Eksilmemek için eksiltenler, gücü yetmeyince çeteleşenler, duygusallık dolu kolay düşüşler, hormonlu çıkışlar en sık karşılaştıklarınız olacak. Ama sadece bunlarla yetinmeyecek, bitmeyen entrikaları, hırs balonuna binip yükselirken aşağıdaki sesleri duyamayacak hale gelerek gerçeklerden kopanları, amansız makas değiştirenleri, acıtan tarafa bastıran acımasız stratejileri, matruşkavari ekip seçimleri, akıl dolu blöfleri ve ince ince örülmüş taktiksel oyunları da tecrübe edeceksiniz.
Kısaca iş hayatının açık büfesi, acı-tatlı ve ekşi sosları ile sizleri bekliyor olacak!
İş hayatını her açıdan ve yüksek frekanstan tecrübe etmiş, profesyonel şapkaları gereği tam kalbinde yaşayan biri olarak yakın bir süreçte raflarda yer alacak ‘’Bir Head-Hunter’ın Anıları-Bitimsiz Oyunun Kitabı’’ isimli dokuzuncu kitabımda yeni mezunlara ve hali hazırda beyaz yakalı olarak bu okyanusta kulaç atmaya çalışanlara piramitte yükselmeleri, lider olmaları, sistemde ikinci bir şans bulabilmeleri için yol göstermek; hikâyelerini yeniden yazmak, psikolojik ve zihinsel olarak ikinci kez doğmak isteyenlere oyunun kurallarını tüm yalınlığıyla bir nehir söyleyişi şeklinde anlatmak istedim. Hayatınızla ilgili iki kez zar atarsınız der Romalılar. İlki yukarıdan, diğeri sizin tarafınızdan diyenlere, bizim coğrafyada doğduysanız üçüncü bir zar daha atmanız gerekir demek istedim. Hayatın kırkından sonra değil farkından sonra başladığını, kendinizden mezun olmadan bir yere gidemeyeceğinizi, tüm erdemlerin başlangıcı olan farkındalık oluşursa gerçek gayenizi keşfedebilme şansına sahip olduğunuzu söylemek istedim.
Dayatılan değil, yaratılan geleceğin sahibi olmanıza, öz-geçmişe değil yaratılacak öz-geleceğe odaklanmaya dikkat çekmeye çalıştım. Kariyer yolculuğu sırasında yanınızda taşımanız gereken alet çantasını nelerle doldurmanız gerektiğinden bahsettim. Umarım amacıma ulaşabilir, başınıza geleceklere siz sevgili okurları hazırlayabilirim.
En iyi kariyerler planlı kariyerler değil, siz hazır olunca gelişen kariyerlerdir.