16 Nisan 2017 tarihinde yapılan anayasa halkoylaması, Yüksek Seçim Kurulu’nun Seçim Yasası’nı açıkça ihlal eden kararı ve buna yapılan kurumsal, bireysel itirazları acele ile reddetmesi nedeniyle hukuken tartışmalı hale gelmiştir.
Buna, yurdun çeşitli yerlerinde sandıklarda yapılan ve basına yansıyan diğer ihlalleri de eklemek gerekir. Bu davranışların hiçbir yaptırımla karşılaşmaması, halkoylaması üzerindeki kuşkuları artırmıştır.
Tüm bu hukuksuzlukların ve usulsüzlüklerin AGİT ön raporunda, Oy ve Ötesi’nin ilk raporlarında ifadesini bulması, durumu daha da vahim hale getirmektedir.
AGİT son raporunun da ilk bulguları doğrulayan belki daha da vurgulayan biçimde çıkması halinde - ki bu en güçlü olasılıktır- ne olabileceğine bakılmalıdır.
Bu değerlendirmenin, Avrupa Konseyi Statüsü; Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Helsinki Nihai Senedi; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Mahkemesi (AİHM); Venedik Komisyonu Raporu’nun teknik ayrıntılarına girmeden, kolay anlaşılır olmasında yarar vardır.
Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’ne üyeliğin ilk ve vazgeçilmez koşulu, demokrasi ile yönetilmek ve ülkede insan hakları ile hukukun üstünlüğü ilkesinin geçerli olmasıdır. Türkiye’nin taraf olduğu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, bir ülkede demokrasinin geçerli olup olmadığını, insan hakları ile hukukun temel ilkelerine, demokratik hak ve özgürlüklere uyulup uyulmadığını, AHİM aracılığı ile denetlemek amacıyla imzalanmıştır.
Demokrasinin ilk ve vazgeçilmez koşulu, seçimlerin hukukun temel ilkelerine, uluslararası kabul gören demokratik kurallara ve standartlara uygun olarak yapılıp yapılmadığıdır. Avrupa Konseyi’nin ve AGİT’in üye ülkelerde yapılan seçimleri gözlem heyetleri aracılığı ile izlemesinin amacı bu uygunluğu yerinde görmek ve varsa usulsüzlükleri saptamaktır.
AGİT ve Avrupa Konseyi’nin, bir ülkede seçimlerin Konsey ve AGİT standartlarına uymadığını, hukukun temel ilkelerine uyulmadığını düşünmesi halinde konu AİHM tarafından incelenip karara bağlanabilir veya AHİM bu konuda bir görüş verebilir. Bu başvuru herhangi bir üye tarafından da yapılabilir. Mutlaka Türk vatandaşları veya Türk kurumları örneğin Türk siyasi partileri tarafından yapılması şart değildir. Üye ülkeler Türkiye üzerinde siyasi baskı kurmak isterler ve siyasi tutumlarına hukuki bir dayanak ararlarsa, AHİM kararını veya görüşünü çabuklaştırabilirler. 1980 askeri müdahalesinden sonra Fransa, Norveç, İsveç ve Danimarka Türkiye hakkında böyle bir başvuruda bulunmuşlar ve bu başvurunun mahkûmiyetle sonuçlanması büyük güçlükle önlenebilmiştir. AHİM’nin halkoylamasında hukuka, demokrasinin kurallarına uyulmadığına karar vermesi veya bu yönde görüş bildirmesi halinde bunun anlamı, o ülkede demokrasinin bulunmadığı, hukuk devletinin geçerli olmadığıdır.
AİHM’nin vereceği karar veya görüş, halkoylamasının geçersiz sayılması değil, uluslararası standartlara, hukukun ve demokrasinin temel kurallarına uyup uymadığıdır.
Hukukun temel ilkelerinden, demokrasiden ayrılan ülkeler, Avrupa Konseyi’nden çıkarılırlar. Buna Bakanlar Komitesi resen karar verebilir. Bu siyasi bir karardır. Geçmişte farklı biçimlerde uygulanmıştır. Örneğin 1974 askeri darbesi sonunda Yunanistan bu gerekçe ile Konsey’den çıkarılmıştır. Türkiye ise 1980 askeri darbesinden sonra, en kısa zamanda demokrasiye döneceğini ilan ve bunun gereklerini vakit geçirmeksizin yerine getirdiği için Avrupa Konseyi’nden kısmen –sadece Danışma Meclisi’nden- çıkarılmıştır.
Bir ülkenin temel insan haklarını, hukukun temel ilkelerini, demokratik özgürlükleri ihlal etmiş olduğu AHİM kararı veya görüşü ile saptanırsa Bakanlar Komitesi’nin, o ülkenin Konsey üyeliğinin devamına karar vermesi çok zordur. Türkiye böyle bir tehlikeyi, Birinci ve İkinci Güney Kıbrıs AHİM başvurularında, uluslararası alandaki itibarı bugünkünden çok daha yüksek olmasına karşın güçlükle atlatabilmiştir.
Avrupa Konseyi’nden çıkarılan bir ülke, artık Batı’nın ve Avrupa’nın bir parçası değildir. Her alanda dışlanır. İşbirliği yapılabilecek ülkeler listesinden çıkar. Uluslararası alanda hem ülkesinin hem vatandaşlarının hakkını, hukukunu korumakta sıkıntılar yaşar.
Özetle, Avrupa Konseyi, AGİT, AİHS ve AHİM hafife alınacak kurumlar değildir. Türkiye’nin bu kurumlarla ilişkisi dünya üzerindeki yerini, hakkını hukukunu kısacası geleceğini çok yakından ilgilendirir. Bunu unutmamız veya kendimizin bile inanmayacağımız gerekçelerle bu kurumları karşımıza almamız, Türkiye’yi, ülke bütünlüğünü bile gündeme getirebilecek çok ciddi bir tehlikenin içine atar.
İçine düştüğümüz durumu doğru değerlendirmekte, hareketlerimize ve sözlerimize dikkat etmekte yarar vardır.
Yapılması gereken yel değirmenlerine saldırmaya devam etmek değil, girdiğimiz yanlış yoldan bir an önce dönmektir.