11 Nisan 2016

Hava tahmini bile yapmıyorsan, ne işe yararsın ey NASA?

Baş döndürücü bir sığlık. Akıl almaz bir pişkinlik. Ürkütücü bir ‘cahil’ cesareti…

Voyager 1 uzay aracı, NASA tarafından fırlatıldığı 5 Eylül 1977'den bu yana 20 milyar* kilometreden fazla yol aldı. 2013 Eylül ayında NASA tarafından yapılan açıklamaya göre de, güneş sisteminden tamamen ayrılarak yıldızlar arası alana girdi. 

Voyager 1’in üzerinde bulunan altın kaplama plakada; Güneş Sistemi'nin bulunduğu yer ile dünya üzerindeki dillerden oluşan elli dokuz farklı selamlamanın yanı sıra, balinaların şarkıları,  bir annenin yeni doğmuş bebeğine ilk sözleri, yeni aşık olmuş bir kadının beyin dalgaları gibi kayıtlar da bulunuyor. NASA, tüm bunların bir milyar yıl yaşayacağını hesaplıyor. Günün birinde de, Dünya dışındaki başka canlılara ulaşabileceğini.

14 Şubat 1990'da NASA, asli görevini tamamlamış ve artık Dünya'dan epeyce uzaklaşmış olan Voyager 1'e yeni komutlar yollayarak Güneş Sistemi'ndeki tüm gezegenleri fotoğraflamasını sağlamış.

Voyager 1’in, Neptün’ü geçtiği zaman kamerasını geri çevirip ‘Dünya’yı; uçsuz bucaksız bir evrende devasa yıldız bulutları arasında salınan bu narin, soluk mavi ışık noktasını son bir kez kaydetmesini isteyen de, NASA’nın danışmanlarından ve Voyager görüntüleme ekibinden Carl Sagan** olmuş.

Daha sonra sagan, ‘Soluk Mavi Nokta’ adını verdiği o fotoğraf üzerine şöyle yazmış:

“O nokta burası. Yuvamız. O, biziz.

Üzerinde, sevdiğiniz herkes, tanıdığınız herkes, adını duyduğunuz herkes, gelmiş geçmiş bütün insanlar, kendi hayatlarını yaşadı. Her neşemiz ve ıstırabımız, binlerce din, ideoloji ve ekonomik doktrin, her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve her korkak, uygarlığı kuran ve yıkan herkes, her kral ve her köylü, aşka düşmüş her genç çift, her anne ve her baba, umut dolu her çocuk, her mucit ve her kaşif, her bir ahlak hocası, her bir yolsuz politikacı, her süperstar, her büyük lider, her aziz ve her günahkâr, türümüzün tarihindeki herkes… burada yaşadı. Güneş ışınlarına asılı duran bir toz zerreciğinin üzerinde…

Dünya, engin bir sahnenin çok küçük bir parçası.

Bütün o imparatorlar, generaller ve diktatörler tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün. Onlar ki zafer anlarında, ufacık bir noktanın çok küçük bir kısmının ‘anlık’ hakimleri olabildiler. Yaşattıkları sonsuz zulmü düşünün…

Bu noktacığın bir köşesini mesken tutmuş sakinlerin, başka bir köşesinde, başka sakinlere yaptıkları zulmü düşünün. Ne çok yanlış anlaşılma yaşadılar. Birbirlerini öldürmeye ne kadar meraklıydılar. Nefretleri ne kadar büyüktü…

Tavrımız, kendimizi önemli sanışımız, evrende ayrıcalıklı olduğumuz yanılgısı, bu soluk mavi noktada sınava tabi tutuluyor.

Gezegenimiz, onu çevreleyen geniş kozmik karanlıkta yapayalnız bir nokta.

Bu enginlikte, bu önemsizliğimizde, bizi kendimizden kurtaracak yardımın, başka bir yerden gelebileceğine dair bir işaret yok. Dünyamız, şimdiye kadar yaşama ev sahipliği yaptığı bilinen, tek gezegen. Türümüzün göç edebileceği başka bir yer yok. En azından yakın gelecekte. Ziyaret etmek mümkün. Yerleşmek, henüz değil...

Hoşunuza gitsin gitmesin, şu an için dünya, barınabileceğimiz tek yer.

Astronominin, tevazu öğrettiğini ve karekteri şekillendirdiğini söylerler. İnsanın ahmakça kibrini, bu uzak görüntüden daha iyi temsil eden bir şey olacağını sanmam. Bence bu, sorumluluğumuzun altını çiziyor. Birbirimize karşı daha nazik olmalı ve bu soluk mavi noktayı koruyup el üstünde tutmalıyız.

Bildiğimiz tek yuva, o...”

Türkiye’yi de kapsayan Doğu Akdeniz bölgesinde son yıllarda yaşanan kuraklığın, 900 yılın en ağır kuraklığı olduğunu bildiren NASA’ya, Bakan Eroğlu’nun, “NASA da kim oluyor? Onların meteorolojik hava tahminleri, bizim gerimizde. Bizim teknolojimiz onlardan ileri!” diye çıkışmasını hatırlarsınız.

NASA’dan gelen yanıt şöyle: “NASA, hava tahmini uydularının kontrolünü yürütmez ve uygulamaya dönük hava tahminleri yapmaz.”

Olsun. Biz yine de her konuda herkesten ileriyiz!

Parayı bastırıp satın alabildiği en ileri teknolojiyi, o teknolojinin mucitlerine kafa tutmak için koz olarak gören bu zihniyeti sadece aymazlık ile tanımlamak güç.

Baş döndürücü bir sığlık. Akıl almaz bir pişkinlik. Ürkütücü bir ‘cahil’ cesareti…

Cumhurbaşkanı Erdoğan,  31 Mart’ta Brookings Enstitüsü'nde “Hak ve özgürlükler bakımından Türkiye’den daha ileri ülke yok” sözlerini sarfederken korumaları dışarıda gazetecilere ve protestoculara saldırıyor; Türkiye’de Meral Camcı, savaş yerine ‘barış’ talep ettiği için tutuklanan dördüncü akademisyen oluyordu.

Aynı konuşmada Erdoğan sözlerine, “Günümüzde insanlık, bilimde, teknolojide, tıpta ve daha birçok alanda tarihteki en ileri noktasındadır. Uzayın derinliklerinden, insan vücudundaki en ince ayrıntılarına kadar fevkalade geniş bir ilgi alanına sahibiz…” diye devam ediyordu.

Söz konusu ‘insanlığın’ bir parçası ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak “Uzayın derinliklerine olan fevkalade geniş ilgi alanımız,” ile “NASA’dan ileri teknolojimiz”i üst üste koyduğumuzda -bunlara bir de son yıllardaki milli eğitim müfredatını, ‘ileri’ düzeyde bilimsel sınavları, ‘Kâbe tavafı’ gibi ‘ana sınıfı’ aktivitelerini, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın fetva ve bilimsel yayınlarını, ‘okunmuş fasulye’ gibi Tübitak proje ödüllerini v.s. eklediğimizde- gerçekten de hemen her konuda Türkiye’den daha ‘ileri’ bir ülke olmadığını hemencecik anlarız.

“Tarihin en acı derslerinden biri şudur: Yeterince uzun zamandır aldatılmışsak, aldatmacayı ortaya koyan her türlü kanıtı reddederiz. Gerçeği bulmakla ilgilenmeyiz artık. Aldatmaca bizi kafeslemiştir. Tuzağa düştüğümüzü kendimize bile itiraf etmek, son derece acı vericidir çünkü…” diye yazmış Carl Sagan, “Ama ben inanmak istemiyorum, bilmek istiyorum,” diye de aklemiş.

Başımızdakiler, “teknoloji, bilim, insanlık, refah, ekonomi, demokrasi… her şeyin en ilerisi bizde” diyerek ne kadar esip gürlerse gürlesin, işin aslı biz “bilimin aydınlatamadığı bir dünyada” zifiri karanlığa düşme tehlikesi ile karşı karşıyayız.

Evet, durmadan ilerliyoruz. Ama ileride görünen tek şey karanlık. İlerisi kargaşa. İİerisi cinnet.

“Bilimi, güç sahibi azınlığın eline terk etme lüksümüz yok. Bilim herkese ait olacak şekilde yayıldıkça suistimal edilmesi riski azalır. Bilimsel değerler fanatikliğin ve cehaletin cazibesini azaltır…” sözleri de Sagan’a ait:

“Modern bilim, her durakta bir alçakgönüllülük dersi alan, bilinmezliğe bir yolculuktur. Bilim, kendimizi kandırmamamız için bir yoldur. Tabii, birbirimizi de…

Otoriteyi sorgulayın. Herhangi biri öyle dedi diye hiç bir fikir doğru olmaz.

Kendinizi sorgulayın. Bir şeye sırf inanmak istediğiniz için inanmayın. Bir şeye inanmak onu doğru kılmaz.

O küçük ‘Soluk Mavi Nokta’yı düşünün. Evrende, o noktaya bir süre dikkatlice baktığınızı hayal edin.  Sonra kendinizi, Tanrının, bütün evreni bu toz tanesi kadar ufak yerde yaşayan, on milyonlarca türden tek bir tanesi için yarattığına inandırmaya çalışın.

Şimdi bir adım daha ileri gidin. Her şeyin, bu türün tek bir rengi, tek bir ırkı, tek bir cinsiyeti, ya da tek bir dine inananları için yaratıldığını hayal edin.

Aklımızın hayalimizin alamayacağı kadar büyük bir evrende yaşıyoruz ve tüm bu alanda nokta kadar bile yer kaplamayan bizlerin, tüm evrendeki tek canlı gezegen olduğunu düşünüyoruz. Ya çok benciliz, ya kendimizi çok soyutluyoruz ya da çok korkuyoruz.



Benciliz, çünkü sahip olduğumuz tek yuvayı parselleyip satacak, ona sınırlar çizecek kadar kendimizi yerkürenin, hatta evrenin sahibi zannediyoruz.

Soyutluyoruz, çünkü kendimizi kendimizden bile o kadar soyutlamışız ki, yalnızlık hissinin yarattığı boşluk yüzünden birbirimize yapmadığımızı bırakmıyoruz. Aslında bizler de birer ‘uzaylı’ olmamıza rağmen, kendimizi uzayda var olan bir gezegenin insanları olarak değil, evrenin merkezi sanıyoruz.

Korkuyoruz, çünkü karşımızda neyin olduğunu bilmiyor ve öğrenmeyi reddediyoruz.

Oysa bilgi, cehaletten üstündür. Katı gerçeklerle yüzleşmek, içimizi rahatlatan masallara inanmaktan üstündür. Bizler dünyamızı, sorularımızın cesareti ve yanıtlarımızın derinliği ile anlamlı kılarız.

Bizler, yaşamın anlamının bekçileriyiz…”

1969 yılında, ‘Ay’a ilk ayak basan insan’ olarak tarihe geçen NASA astronotlarından Neil Louis Armstrong’un sözleriyle bitirelim:

“Bir insan için küçük bir adım ama insanlık için dev bir sıçrama!”

ABD ya da NASA için değil. İnsanlık için…

@SibelYerdeniz

 

 

 

* http://voyager.jpl.nasa.gov/where/

 

** Carl Edward Sagan, ABD'li gökbilimci, astrobiyolog. Bilimin popülerleşmesi için yaptığı çalışmalarla da tanınır. Astrobiyolojinin öncülerindendir ve Dünya Dışı Akıllı Varlık Araştırması'nın ilerlemesinde büyük katkıları olmuştur. Uzun yıllar NASA’ya danışmanlık da yapan Sagan, Aralık 1996’da nadir görülen bir kemik iliği hastalığından hayatını kaybettiğinde 62 yaşındaydı.

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ne anlatayım ben sana?

Ey ilk insan, ey ilk yürek, ilk nefes, ilk adım, ilk gözyaşı, ilk kahkaha... bu mu mirasın torunlarına?

Selo Başkan sizden korkmuyor Beyefendi, arz ederim!

Bu ülkeyi yönetenler; iktidar ve söz sahipleri bize ne demek istiyor?

Selo Başkan sizden korkmuyor Beyefendi, arz ederim!

Nazi Almanya’sında milyonlarca insanın ‘iyi’ olmaya cesaret edememesinin nedeni neydi?