Şu ana kadar sözü edildi mi bilmiyorum ama nasılsa biri eninde sonunda böyle bir cümle kuracaktır.
Avrupa’nın en büyük hapishanesiymiş Silivri, e ülkede içeri girmeyen kalmadığına göre büyüklüğü de su götürmez bir gerçek olmalı.
Hatırlarsınız, Silivri Cezaevi (sonuna ‘ev’ gelince size de tuhaf gelmiyor mu?) üniversite yapacağız diye genel seçimlerde konu edilmişti zaman zaman.
Bana sorarsanız, Sinop, Ulucanlar, Diyarbakır gibi özellikle siyasi mahpushaneleri müze yapma geleneğimize daha uygun düşmesi açısından kesinlikle Silivri de müze olmalı.
Şükür, emsalleri gibi uzun sürmeden Nasuh Mahruki çıktı da yüreğimize biraz su serpildi Silivri’de.
Çok olmadı mı?
Mesela, Gazze protestosunda bulunan gençler de oradaydı.
Ya Osman Kavala?
Daha birkaç gün önce bir açıklama yaptı, koca yedi yılı doldurup sekizinci yıldan gün aldığı bugünler, bir şekilde gazete ilanlarına konu ediliyor ya, söylediğine göre; kimin yaptığını bilmese de ‘ilan yoluyla’ eylemliliği, ortak bir duruş-tutum olarak görüyor ve ifade ediyor.
Ama asıl onun aklı, kamuoyunda tanınmayan, bu nedenle durumları konusunda pek haberimizin olmadığı nice mahpus var ya Silivri damında... Onlarda!
Ve Kavala’nın onlar için hassasiyetini dile getirmeyi ihmal etmeyişi, bir Gezi Parkı direnişçisi için çok anlaşılır olsa da insanın bu şartlarda bile sadece kendini değil başkalarını düşünüyor olmasının sıcacık bir duygu olduğunu; duymaya-konuşmaya ihtiyacımız vardı gerçekten dedirtmiyor mu size de?
Her muhalif söz, paylaşım ya da eylem yüzünden, neredeyse yatıp çıkmayan, hala yatan ve fakat ende sonda tutamayıp çıkarmak zorunda kalacakları çok insan var Silivri’de.
Siyasallaştığı konusunda zihinlerde kesin bir hükme varılan fakat hala olağan bir kabullenişin beklendiği bu adli trajedi daha ne kadar devam edebilir?
Kibirden yorgan döşek yatacak kadar rahatsız olduğunu düşünmeye başladığım iktidarın elinde Silivri’nin giderek artan şöhreti, ‘Dünyayı Değiştiren On Yıl’ın olay mahali ve başladığı yer; Fransız İhtilali’nin ünlü Bastille Hapishanesini geçti desem çok mu abartmış olurum.
Bir yurttaş olarak şu hüznü yaşıyorum, ülkece yaşıyoruz; Balyoz’u, Ergenekon’u, Gezi’yi düşündükçe, suç bile oluşmadan yolda suç düzülen, tutuklu kalmanın cezaya dönüştüğü yüzlerce örnekle Silivri aklımızdayken hiçbir yanımız bahar bahçe olmuyor.
Tanıyan azdır, Balyoz’dan yatmıştı Ercan İrençin, tam üç buçuk yıl...
Kurmay albaydı ve şimdilerdi en az on kapıdan geçip görebileceğimiz bir komutandı muhtemelen.
Deniz’in, hemen yanımda koca bedeniyle sarsıla sarsıla ağladığını işittiğimde çocukluk arkadaşına, çocukça (delil demiyorum, çünkü yok) bahanelerle verilen yirmi yıllık cezayı Yargıtay’ın onadığını okuduğunu anlamam uzun sürmemişti...
Sonra çok oturduk Ercan’la, anlattı o günleri, o anlattıkça, ne kadar normal ve hayatın içinde, herkes gibi günlük neşesi ya da dertleri olan insanları hedef tahtası yapabildiklerinden ürkmüştüm.
Ercan’la ne zaman sohbet etsem şu düşünceler aklımın bir köşesinden neon ışıklı bir tabeladaki yazılar gibi akıp gidiyor:
Karıncayı bile incitemeyecek insanları, nasıl asker yapıyor, onlarla o kadar savaştan nasıl muzaffer ayrılıyor ve sonra onları akıl almaz suçluyor ama yine de o insanları devletine milletine bu kadar bağlı bir yurtsever olmaktan nasıl alıkoyamıyorlar?..
Müze teklifimi unutmadım, konuyu toparlamak gerekirse, ilginç bir panik atakla İmralı’yı da bu mahpushane müzeciliğine aday gösterme telaşı tam gaz sürüyor.
Anlayamadığım bir şey var, bizzat MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin ısrarla, Abdullah Öcalan’ı siyasi bir aktör haline getirmek isterken ne hikmetse terörist başına; mesela, Selahattin Demirtaş’a ‘Seni cumhurbaşkanı yaptırmayacağız’ özlü sözünden daha hafif eylemlere imza atmış gibi bir muamelenin reva görülmesi...
Koca ülkede bir an bile gecikmeden konuşulması gereken onca şey varken Sayın Bahçeli’nin, anlamsız kafiye dizini ve kulağa hoş geldiği sanılan birbiri ardına sıralanmış kelimelerden ibaret metinlerini samimi bularak bir anlam yükleme gayretine şaşırıyor insan.
E şimdi de tutturmuş, CHP darbeye davetiye çıkarıyormuş.
Hay Allah, ne diyeyim bilemedim, bu devlet aklıysa vay devletimizin haline!
Eyvallah.
Serdar Gündoğ kimdir?
Serdar Gündoğ, Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesinde doğdu. İlk ve Orta Okulu Ankara'da, Liseyi ise Aydın'da tamamladı. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümünü İzmir'de bitirdi.
Türkiye'nin ilk haber portallarından bodrumhaber.com ve aynı adla yayımlanan günlük gazetenin genel yayın yönetmenliğinin ardından çeşitli yerel haber portallarında, Posta ve Milliyet gazetelerinin eklerinde haftalık yazılar yazdı.
2009 yılından itibaren yerel ve genel seçimlerde kampanya yöneticiliği ve danışmanlıklar yaptı.
Çevre ve insan temalı farkındalık projeleri için fikir ve senaryolarına katkı sağladığı kısa filmler ve belgesellerin yapımcılığı yanında kültür ve sanat etkinlikleri de düzenleyen Serdar Gündoğ'un marka ve siyasi danışmanlıkları devam ediyor.
|