Bir ırka, bir cinsiyete, bir bölgeye, bir ülkeye, bir millete, bir inanca, bir sınıfa ait olmanın ululuk mu, alçaklık mı, güvence mi olduğu sadece metnin içinde kalmayıp seyirciye de soruluyor
İçinde yaşanan anın hemen tarihe dönüştüğü hızına yetişilmez, duygusuna erişilmez ve düşüncesine ulaşılamaz zamanların tutanağını bir çamaşırhanede tutan Seni Seviyorum Türkiye son derece dinamik, cesur ve güncel bir oyun. Türkiye’nin kirlilerini, temizlerini ayırıp arınmanın mümkününü arayan alegorik anlatım yine de alabildiğine gerçekçi bir duygu ve düşünce atmosferi yaratıyor. Kafkaesk alegorinin aşkınlığını anımsatan gerçekçilik anlayışı metni söylediklerinin çok daha ötesine ulaştırıyor ve böylece anlatması imkânsız görünenler doğal ve zorlamasız bir estetiğe kavuşuyor. Ceren Ercan metninin birbirinden derin ağırlık noktaları Yelda Baskın’ın minimalist sahne tercihiyle salt gerçekliğe ve maksimumda arınmış bilgiye dönüşüyor, en azından buna ikna ediyor. Aslında izlerken hızlı sahne trafiği ve aralıksız devam eden derin söylemi sadelikle arındırılıyor ve kolay bir metin yanılsaması yaratıyorsa da çok fazla sorgulamaya zorluyor. Bu yüzden ilk başta sadece naylon torbaların olduğu boş sahne göze batarken oyun başladıktan sonra sözün ve aksiyonun nefes kesen gücüyle sadece sahne değil tüm salon dolup taşıyor. Çünkü interaktif anlar aracılığıyla söz seyircinin her birinde yankılanıyor.
En önemlisi ise milliyetçilik ve ırkçılık arasındaki tehlikeli farkları en insani olanla imtihan etmesidir herhalde ki bu nokta da çok hassas bir üslupla dokunulmaz konular konuşulur kılınıyor. Bir ırka, bir cinsiyete, bir bölgeye, bir ülkeye, bir millete, bir inanca, bir sınıfa ait olmanın ululuk mu, alçaklık mı, güvence mi olduğu sadece metnin içinde kalmayıp seyirciye de soruluyor. Bu tanımlayıcı nüfus kağıdı bilgileri dışına çıkmak veya çıkmak istemek ihanet midir, suç mudur, ya da bireysel devrim midir gibi kaygan meseleler iç içe veriliyor. Dışlayıcı değil kapsayıcı olmanın gerekliliği de ayrıca sorgulanırken tüm ‘öteki’lerin ve içimizde susturulan çığlıkların imhası torbalarca kirli çamaşırla sahneye dökülüyor. Sonra kirlenmiş duygular ve düşünceler tek tek oyuncular tarafından giyilip çıkarılıyor, giyilip çıkarılıyor, giyip çıkarılıyor, giyip giyip çıkarılıyor. Hepsinin izi, kokusu, kiri, rengi ve dokusu birbirine bulaşıyor. En reddedilenin bir miktar herkese nüfus etmesinin huzursuzluğu, geçirgenliği ve değişkenliği tezat duygularla somutlaştırılıyor. Bir açıdan herkesin foyası, boyası ortalığa saçılıyor.
Oyun, tanıtım yazısında yazan “buradayım ve ben de Türkiye’yim” dahası ‘hem sevmiyorum hem de terk etmiyorum’ hatta ‘havasına suyuna da bin can feda edilmemelidir’ diyebilmenin ancak kısa bir süre sonra belki bu söylemlerin de tersini savunabilmenin imkânlarını araması gerçekten şaşırtıyor. Aynen geçen yıl savunucusu olunan masum ideallerin bugün leş gibi lekelenmiş ve ön görülemez suçlar dünyasına bulaştığının ayırdına varmanın tamamen örtünüp saklanma veya sonuna kadar soyunup ifşa etme ihtiyacının acılı çıkışsızlığı gibi… Memleket sevdası evlat sevgisi olduğundan sevip sevmemek kendinle küsmek ya da barışmak kararı almaya benziyor yani imkânsızlaşıyor. Gidilse de kalınsa da içinden çıkılmıyor çünkü memleketin bireye işleyen bazen bir şifa bazen bir virüs gibi olması çıkışsızlığı büyütüyor. Ayrıca tüm oyuncuların nefes kesen performansları ve Alican Yücesoy’un tiyatro seyircisinin kalbinde fenomen olma yolunda hızla büyüyen sevgi ve sempatisinin nedeni bir kez daha haklılık kazanıyor ve büyük bir seyir keyfi bahşediyor.
Ah Bartleby, ah insanlık, ahhh dünya! Senin ahın her ‘hayır’ demeye cüret edildiğinde aynı tazelikle duyuluyor ve bu sezon Cihangir Atölye Sahnesi seni tercih ettiği için bu ahhh çok doğru bir yerden yüreklere, akıllara değmeye zarifçe dokunuyor, izi kalıyor
"Yüzleşmek suçun gerçekliğini kanıtlamaya mı gerekçelerini anlamaya mı yaklaştırır?", "Yoksa yüzleşmek intikam ve misilleme tuzaklarından uzaklaştırarak dengeyi mi sağlar?", "Yüzleşmek suçluyu aşağılamanın medeniyet maskesiyle saldırısı mıdır?", "Bağışlama, insanın önce kendisini sonra çevresindekilerle ilişkilerini onaran bir erdem midir?" … Ya da "Affetmeden uzlaşmak mümkün müdür?"
-Oyun büyük cümleler, çarpıcı sloganlar, ağır mesajlar ya da çiğ esprilerle seyirciyi etkilemek yerine transparan ilmeklerle birbirine bağlanarak Ülkü Tamer duygu ve düşünce dünyasına hizmet ediyor