Gerçek manada bir affetme eylemi ancak suçlu tarafın suçunu kabul etmesi, pişman olması ve yaptığı hatayı telafi etme süreciyle tamamlanır.[1]
İngiliz yazar Shelagh Stephenson'un metni, Türkiye gibi intikam kültürünün her daim köpürtüldüğü hatta en ufak bir hezeyanda idam kararının çıkmasını vaade dönüştüren söylemleri alkışlayan çoğunluğun karşısına çıkartılması zor bir oyun. Çünkü en basit özetle oğullarının katiliyle yüzleşme hatta mümkünse acıyı hafifletme imkanlarını arayan bir ailenin yas süreci işleniyor.
Yönetmen Berfin Zenderlioğlu konuyu korkunç, çirkin, acıklı vb. öğelerinden alabildiğine arındırarak süzüyor; en temiz, en koyu gerçekliği tüm çıplaklığıyla sahneye koyuyor. Küçük bir abartının acı gerçeği bulandırmaya teşne yakınlığından uzak duran Zenderlioğlu'nun minimal seçimleri, yas sürecinin kaskatı ağırlık ve yalnızlığını somutlaştırıyor. Evlat acısının tarifi imkansız karanlığı, aile içi hesaplaşmalar eşliğinde ve hayatla nasıl uyumlanabilecekleri soruları arasında iyice çıkmaza giriyor. Katharsise ulaştırmada zirveyi yaşatacak konu ve oyuncu kadrosuna rağmen yönetmen konunun ciddiyetine denk düşen az, öz ve saf bir biçim tercih ediyor.
Evrim Alasya, Sena Başdoğan, Zeynep Alkaya, Faruk Barman ve Aykut Akdere'nin kendilerini unutturan hatta şöhretlerinden sıyrılarak sahne ve seyirci arasında kurdukları sağlam dramatik bağ konuya derinden hizmet ediyor. Oyuncuların hareket trafiğindeki matematiksel duyarlılıkları rejisel biçimin temelini oluşturuyor. Akışın geometrik geçişlerle iç içe erimesi ve aynı anda karşı karşıya gelişi karakterler arasındaki çatışmayı estetik ve organik kılıyor. Özellikle rol dağılımındaki eşitlik ayrıca bütüncül ve gerçekçi oyun yapısını güçlendiriyor. Denilebilir ki bol bağırtılı, ağlamaklı yüksek anlar yerine derine inmeyi tercih ederek neredeyse yönetmen ve oyuncular kendilerini feda ediyor ve mesele önceleniyor. Seyirci bolca ağlatılarak tatmin edilmek yerine soğuk, donuk, dayanılması zor realiteyle karşı karşıya bırakılıyor.
18 yaşındaki oğulları Danny'yi bir uyuşturucu bağımlısı Emma öldürünce anne, baba ve erkek kardeş kabullenmesi neredeyse imkansız bir yasın ortasında kalıveriyorlar. Mary (anne) oğlunun katiliyle yüzleşmek isteyince acıyla baş etmeye çalışan aile bireyleri, sonrasında ise katil ile kurban yakınları arasında sert tartışmalar başlıyor.
"Yüzleşmek göz yummak mıdır?" sorusu suçlu ve masum fark etmeden çetrefilli olsa da sonuçta problemi inkâr etmekten daha iyileştiricidir sonucuna varılıyor. "Yüzleşmek suçun gerçekliğini kanıtlamaya mı gerekçelerini anlamaya mı yaklaştırır?", "Yoksa yüzleşmek intikam ve misilleme tuzaklarından uzaklaştırarak dengeyi mi sağlar?", "Yüzleşmek suçluyu aşağılamanın medeniyet maskesiyle saldırısı mıdır?", "Bağışlama, insanın önce kendisini sonra çevresindekilerle ilişkilerini onaran bir erdem midir?" … Ya da "Affetmeden uzlaşmak mümkün müdür?" gibi neredeyse anlaması dahi bir olgunluk derecesi gerektiren sorular ardı ardına sıralanıyor.
Sebepsiz bir cinayetin düğümleri tek tek çözüldükçe faili ve mağduru birbirine "öteki" kılan sistemin dinamikleri ailenin de birbirine ötekiye dönüştüğü parantezler açıyor. En önemlisi ise tüm bu seslendirilmesi dahi yaraya tuz basan sorular katille empati kurmak için değil acıyla yüzleşmek, kabullenmek ve biraz da olsa yas sürecini hafifletmek için amaçlanıyor ki bu anlamda oyun öğretici önermeler de bulunuyor.
Sonuçta Oyun Atölyesi yapımı "Uzun Yol" kin ve nefretin en yakınları kutuplaştırdığı bu dönem için son derece ilginç bir yaklaşımı hatırlatması bakımından kıymetli bir nefes sağlıyor. Tamam barışmak zorunda değilsiniz ancak azıcık huzur istiyorsanız dışlamak, inkâr etmek ve nefret yerine önce anlamayı deneyebilirsiniz. Hem gerçekten ya "suçlu kim"?
[1] Carr, Alan. Pozitif Psikoloji. çev. Ümit Şendilek. İstanbul: Kaknüs Yayıncılık, 2016. S.343