29 Ocak 2025

Tilbe Saran: ‘Afife’, gölgesine saklanan değil, kuvvetli bir ışık gibi dönemi kulağımıza fısıldayan rüyaya dönüştü

"Demet Evgar ve Serdar Biliş, hakkında çok az güvenilir belge bulunan Afife’nin, nasıl bir ortamda bu işe heveslendiğini gerçek ile kurguyu iç içe sarmalayarak, oyun içinde oyun oynatarak katmanlaştırmayı tercih ettiler. Bu da bence matruşka gibi hikâye içinden hikâye üreterek hem seyir zevkini harlayan hem de bir ayağı gerçek zeminde dolaşan bir anlatı doğurdu"

Tilbe Saran

Tilbe Saran; muazzam aurası, emsalsiz oyunculuğu, seslendirme sanatına bilgi, tecrübe, derinlik ve diksiyonuyla standart kazandıran ve her daim üreten yürekli bir sanatçı. Suya sabuna dokunan bir insan, hayvan ve doğa hakları savunucusu... Öğrencilerinin elinden tutan, koruyan kollayan, onlara alan açan idealist bir eğitmen. Kocaman gülen gözleriyle bu dünyaya açılan bir güneş adeta… Ve ne kadar övsen yetersiz kalınacak bir sanat ve kültür insanı. Öncelikle bu sezonun en dikkat çeken oyunlarından Afife ile ilgili sorularımızı cevaplamayı kabul ettiği için teşekkür ediyor ve başlıyoruz.

Oyunun tartışmaya açtığı güçlü konular ve Türkiye tiyatrosunun kraliçesi Tilbe Saran’a layık olabilmek adına akademisyen/yazar Hülya Adak’tan[1] destek aldım. Değerli Hocamız Hülya Adak’ın tez niteliğindeki sorularına da ayrıca teşekkürler. Haydi buyurunuz efendim, gerçekten şahane bir söyleşi oldu…

Afife oyunundan bir kare

- Afife Jale’nin öyküsü bu kez hayali bir ‘azınlık kumpanyası’ üzerinden anlatılıyor iyi ki ve böylece çok boyutlu tarihi ve sosyolojik bir analizi hak ediyor. Çünkü bugün azınlık olarak adlandırılan Ermeni tiyatrosunun aslında Türkiye tiyatrosuna zemin oluşturan temel esas olduğunu öğreniyoruz. Yanlış anlamış olabilir miyim?

Tam da öyle! Projenin mimarları yönetmenimiz Serdar Biliş ve yazarı Selin Cankı Ceylan, Afife’nin hikayesini onun sahneye çıktığı ve indirildiği çok kısa bir dönem üzerinden içinde bulunduğu ortamı, o dönem işgal altındaki İstanbul’u ve dönemin kumpanyaları üzerinden anlatmayı tercih ettiler.

- Afife’nin trajik hikayesine Ermeni tiyatrocuların yaşadığı aşağılanma ve baskı eşlik ediyor. Bu da yetmiyor ve işgal altındaki patriyarkal toplumun bağnazlık ve özgürlük sarkacındaki sıkışmışlığı da metne dahil oluyor. Her biri oyun konusu olmaya yetecekken neden böyle bir yol izlendi? Birini diğerinin gölgesine sığdırmak biraz saklayarak gösterme arzusu olabilir mi?

Afife; tiyatro severlerin sadece adını bir ödülle eşleştirdiği, sahneye çıkan ilk Müslüman kadın olarak tanıdığı, sonunun akıl hastanesinde bittiğini bildiği trajik bir karakter. Projenin ete kemiğe bürünmesi sırasında bu işe gönlünü koyan Demet Evgar ve Serdar Biliş, aslında hakkında çok az güvenilir belge bulunan ve daha önce hem sinema filmi hem tiyatro oyunlarında bu sığ bilgiler ışığında hayatı anlatılmış Afife’nin, nasıl bir ortamda bu işe heveslendiğini gerçek ile kurguyu iç içe sarmalayarak, oyun içinde oyun oynatarak katmanlaştırmayı tercih ettiler. Bu da bence matruşka gibi hikâye içinden hikâye üreterek hem seyir zevkini harlayan hem de bir ayağı gerçek zeminde dolaşan bir anlatı doğurdu. Yoksa gölgesine saklanan değil şimdiye kadar pek de dile getirilmeyenlere tarayan kuvvetli bir ışık gibi Afife oyunu, dönemi kulağımıza bir bir fısıldayan bir rüyaya dönüştü.

Afife oyunundan bir kare

- Birbirinden trajik konuların komedi türünde karikatürize edilerek anlatılması seyircinin gerçeklerle yumuşaklık içinde yüzleşmesini sağlıyor sanki. Ne dersiniz?

Bence hayat gibi… Yıldızları görmek için karanlığa ihtiyaç var. Ya da sessizliği duyabilmek için seslere… Afife’yi izleyenler o dönemi şimdi biraz daha iyi hayal edebilecekler. Ve sadece Afife Jale’yi değil her dönemde tutkularını yaşamak isteyen korkusuz yüreklerin izini sürebilecekler.

- Dinini, milliyetini kirletmekle suçlanan Afife, sahne ve karakol arasında mekik dokurken imkânsızlıkları alt üst ediyor. Bugün tiyatroda kadın olmanın zorlukları devam ediyor mu?

Ahhh Şenay etmez mi! Tam da bu sebeple Afife sadece Afife Jale değil dünyanın her köşesinde yoluna set çekilen tüm kadınlara göz kırpıyor. “Bu dünyada kadın olmanın gereği, var olmak istiyorsan yanman gerek. Yanarken peşinden gelenlerin yolunu aydınlatman, kendini feda etmen gerek. Fedai olman gerek. Sessiz olman gerek. Aşağılanmaya razı, görmezden gelinmeye alışık, tacizlere bağışık. Ama bu kez böyle olmayacak. Ateş böceği değilim ben. Çığlığım duyulmuyor ki daralan çemberimden. Olmadı zararım kimseye kendimi soktum. Ki zaten hiç hesapta yoktum. Delinin biriydi zaten belliydi dersiniz, var olmaya çalıştığım için çok çok affedersiniz” diye bitiyor oyunumuz.

Bugünlerde yaşanan özel hayatın -sadece kadınlarınki- herkesin gözü önünde ortalığa saçılması, gene sadece kadınların bedenlerinin, yaşlarının sorun edilmesi... Hâlâ eşit işe eşit ücret alınamaması ve daha da önemlisi kadın hikayelerinin azlığı, olanların da zaten “erkek gözüyle” anlatılması….

Afife oyunundan bir kare

- Mükemmel şivenizle aniden Kınar Hanım’a geçiyor ve oyunculuk virtüözü ile seyirciyi mest ediyorsunuz. Ermeni ağzı çalışmak zor muydu, nasıl bir süreçti?

Doğrusu bu konuda çok avantajlıydım. Zira daha ortaokulda yönümü belirlememe yardımcı olan sıra dışı bir Ermeni öğretmenim vardı. Benim canım hocam: Madam Rita Araks. Onun sesi hiç kulağımdan gitmez. Kınar Hanım benim ruhumda Madam Rita ile bir oldu. Tabii bir yandan da yapım, Ermeni aksanı konusunda bizi yönlendirmeleri, çalıştırmaları için Batı Ermenicesi konusunda çalışan harika genç tiyatrocularla buluşturdu. Ve Hangardz Tiyatro Topluluğu gecenin bir yarısı arayıp akıl danıştığımız has dostlarımız oldular.

Hülya Adak soruları:

- Afife, Eliza Binemeciyan, Kınar Hanım ve olası diğer Ermeni kadın oyuncuların tarihçelerini ve İstanbul’da sahne alma veya sahneden uzaklaşma süreçlerini takip etmiyor. Burada oyun yazılırken, nasıl bir süreç izlendi? Kapsayıcılık ve feminist tarihin kesiştiği yere dair Afife bize neler söylüyor?

Afife’nin 1919 da Darülbedai seçmelerine girdiğini biliyoruz. O tarihlerde kadın hareketinde de ciddi kıpırdanışlar var. Oyunumuzda Muhsin Ertuğrul’un sözlerini tekrarlayan Mınakyan Usta şöyle diyor: “Bu ebedi uykuya daldığı zannolunan afif Türk kadınlığı arasından büyük ruhlu biri çıksa da tiyatroya intisap ederek köleleşmiş eski taassubu defaten parçalasa, işte o vakit senelerden beri kolumuzu budumuzu kımıldatmayan taassubun nasıl sahte bir heyula olduğunu ispat edecek.”

Müslüman Türk kadınlarının hak ve özgürlük arayışları henüz kitleselleşmese de, okumuş zümre arasında çokça yazılan çizilen bir şey. Zaten toplumdaki bu kıpırdanışlar sayesinde Darülbedai kadınlara çağrı yapıp eğitim açıyor. Ne yazık ki bu atılımın önü hızlıca kesiliverse de bir kez tohum toprağa düştüğü için Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte kamusal alanda görünürlük kadınlar için tabu olmaktan çıkıyor. Batılı anlamdaki tiyatro ile payitahta turne yapmış İtalyan ve Fransız kumpanyaları sayesinde 18. yüzyıl sonlarında tanışmış olan Osmanlılar, onlardan etkilenip bu sanata gönlünü kaptıran gayrimüslim sanatçılar sayesinde, padişahın koruması ve desteği ile yerel kumpanyalar oluşturuyorlar.

Böylece tiyatro sanatı bu topraklarda devletin koruması ve denetiminde gelişiyor. Yurtdışında eğitim alıp imparatorluğun her köşesine oyunlar taşıyan Ermeni ustalar sayesinde yaygınlaşıyor. Gerçi o kumpanyalarda da kadınların sahneye çıkması epey yıllar alıyor. Oyunumuzda adını andığımız “Arusyag” sahneye çıkan ilk Osmanlı kadın oyuncumuz. Umarım bir gün onun da hikâyesi anlatılır.

Afife Jale

- İstanbul’un işgal dönemini seçmek nasıl bir karardı? Bu dönemi daha sonraki yıllardan, Cumhuriyetin kuruluş döneminde tiyatronun dönemeçlerinden ve kadın oyuncuların sahneye çıkabilme özgürlüklerini düşünerek nasıl ayırt etmek istediniz?

İşgal İstanbul’u bize çok da bilmediğimiz bir dünya sundu. Çok dilli, çok dinli, çok kültürlü bir imparatorluktan ulusallaşmaya geçen Türkiye Cumhuriyet’i günlerinin hemen öncesindeki başıboş kalmış eski payitaht sokaklarında üreyen onlarca eğlence mekanları, o tuhaf zamanlar için hareketli bir arka plan oluşturdu. Dünyanın yeniden karıldığı zamanlar… İmparatorlukların dağıldığı, sınırların yeniden çizildiği, kazanların kaynayıp durduğu ilginç zamanlara oyunu yerleştirmek hem tarihsel olarak doğru hem de sahnede yaratılacak renkli dünya açısından kıvrak bir zemin oluşturdu.

- Biyografisini izlediğimizde, Afife’nin mevcut tiyatro gruplarıyla ve Müslüman kadın olarak bu gruplarla çalışmasının dinamikleri nasıl gelişti? Cumhuriyet dönemi kadınlar için kazanılmış bazı özgürlükler Afife açısından ne anlama geldi?

Afife’nin Darülbedai sınavlarına giren sekiz kadından biri olduğunu çok kısa bir süre orada çalışıp maaş aldığını ve sonra “Müslüman kadınların sahneye çıkmaları adab-ı İslamiye’ye mugayir olduğundan mütevellit, Afife Jale bundan böyle sahneye çıkamaz” ibaresi ile Şehremaneti hususi tebligatı sonucu sahnelerden indirildiğini belgelerden biliyoruz. Aynı tarihlerde tiyatro yapan Mınakyan Topluluğu’ndan Mınakyan Efendi’nin oyunculuk dersleri vermesi için Darülbedai’ye davet edildiğini, dönemin en tanınan oyuncuları Kınar Hanım ve Eliza Binemeciyan’ın da hem özel kumpanyalarda hem de Darülbedai’de çalıştıklarını maaş bordrolarından tespit edebiliyoruz.

Gerçekle kurgunun hoş bir buluşması ile bizim Afife’miz Mınakyan Topluluğu ile sahneye çıkmış oldu. Böylelikle bu sanatın gerçek kurucularına çoktan hak ettikleri ama vermeyi unuttuğumuz selamı her gece adlarını anarak bizler yolluyoruz. Oyunda Eliza’nın ağzından “Bu teatoranın temel taşları kimlerdir? Krikordur, Zabeldir, Arşagdır, Sateniktir, Ağavnidir, babam Rupen Binemeciyandır!” diye haykıran Afife/Demet unuttuğumuz ustalarımıza -belki de Haldun Taner’den sonra- ilk kez sahneden şükranlarımızı sunuyor.


[1] Prof. Hülya Adak, Max Weber Stiftung’un İstanbul merkezinde Kıdemli Araştırmacı olarak çalışmaktadır. Araştırma konuları arasında edebiyat ve dramatik edebiyat tarihi, sinema, hafıza ve travma çalışmaları, toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmaları bulunmaktadır. 2018-2020 yılları arasında Freie Universitaet Berlin’de profesörlük, 2001-2024 yılları arasında Sabancı Üniversitesinde Yardımcı Doçent ve Doçent olarak çalışmıştır. Ayrıca 2019-2022 yıllarında SU Gender (Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi)’ın Direktörlüğünü üstlenmiştir.

Yazarın Diğer Yazıları

Ne sağcıyım ne solcu, Teocuyum Teocu; Sayın Bay Rock Yıldızı!

Zaten müzik mecrasında zirvedeyken başka bir mecrada üstelikte en zorlu alanlardan ‘edebiyatta’ kendini yuhlanmaya davetiye çıkaran bir karakterle takdim ediyor. Helal sana Teo!

Yarkın Ünsal’la ‘Hiçbi Şey Olmamış Gibi’ ve ‘Mutlu Aile Tablosu’ üzerine konuştuk: Ticaret olmazsa olmaz ama yapımcılar bunu sömürü haline getiriyor

"Dünyanın ve ülkemizin içinde bulunduğu bu süreçte inadına gülümsemek, umuda dair bir inat. Ve dediğin gibi bu oyunun sahnelenmesindeki inat oyunumuzun yönetmeni Emre Kınay’a ait. Aynı inada kocaman bir ekip inanarak çalıştı"

Bartleby bu sezon Cihangir Atölye Sahnesi’nde ‘durmayı tercih ediyor’

Ah Bartleby, ah insanlık, ahhh dünya! Senin ahın her ‘hayır’ demeye cüret edildiğinde aynı tazelikle duyuluyor ve bu sezon Cihangir Atölye Sahnesi seni tercih ettiği için bu ahhh çok doğru bir yerden yüreklere, akıllara değmeye zarifçe dokunuyor, izi kalıyor

"
"