20 Aralık 2024

Yarkın Ünsal’la ‘Hiçbi Şey Olmamış Gibi’ ve ‘Mutlu Aile Tablosu’ üzerine konuştuk: Ticaret olmazsa olmaz ama yapımcılar bunu sömürü haline getiriyor

"Dünyanın ve ülkemizin içinde bulunduğu bu süreçte inadına gülümsemek, umuda dair bir inat. Ve dediğin gibi bu oyunun sahnelenmesindeki inat oyunumuzun yönetmeni Emre Kınay’a ait. Aynı inada kocaman bir ekip inanarak çalıştı"

Popüler kodları inkâr etmekten korkmayan ve sahnenin kitleyi kucaklaması gerektiğinin farkındalığıyla üreten ve belki de bu yüzden çok beğenilen Yarkın Ünsal son yıllarda oyuncu, yönetmen, eğitmen ve dramaturg olarak başarılarıyla dikkat çeken bir isim. Bugünlerde Duru Tiyatro’nun ‘Hiçbi Şey Olmamış Gibi’ oyununun yönetmeni ve ‘Mutlu Aile Tablosu’nun oyuncusu olarak izlediğimiz sanatçının dinamizmi, estetik anlayışı ve yaratıcılığı dikkat çekiyor. Kendisine bu sezon oynadığı ve yönettiği oyunları sorarken çevresine yaydığı paylaşımcı, tevazulu, enerjik ve tertemiz dünyasına tanık ettiği için teşekkür ederek başlıyoruz.

Bir dakika bir dakika; bu kadar gurur okşayan, onore eden duyguları, emeğimin görünür olduğunun hissini, peş peşe bana yaşattığınız için ben çok teşekkür ederek başlamak isterim.

Yarkın Ünsal

- ‘Hiçbi Şey Olmamış Gibi’ adlı yeni oyununuzda animasyonu andıran pürüzsüz bir evren ve plastik bir doku tercih ettiğinizi görüyoruz. Adeta dekora dair tüm detaylar metnin kendisi kadar yaşıyor. Neden böyle bir dünya yaratmayı tercih ettiniz?

Son zamanlarda sahnelerde hep hikâyeyi dinler olduğumuzu düşünüyorum. Elbette dinlemeye değer çok güzel hikayeler, bazen de kişisel olarak beni ilgilendirmeyen hikayeler olabiliyor. Ancak tiyatronun; dekoruyla kostümüyle ışığıyla hareketiyle oyuncusuyla beraber olduğu hissini birçok özel tiyatroda göremiyoruz. Prodüksiyon gücü olan tiyatrolarda bile bu etkiyi sadece bir fotoğraf olarak gördüğümü düşünüyorum zaman zaman. Elbette etkisinde olduğum ve iyi tasarlanmış oyunlarda var, sazı elime alıp herkese haksızlık yapmak istemem.

Dolayısıyla benim elime bir oyun metni düştüğü zaman birçok yönüyle, anlattığı hikâyenin derinliğiyle ve bu hikâyenin anlatım boyutuyla çok ilgileniyorum. Özellikle bu oyunda da hem dekor tasarımcımız Ceren, hem kostüm tasarımcımız İpek hem de görsel tasarımlarımızı yapan Atacan ile aynı dünyayı görmeyi başarabildik. Çünkü hepsi sahnede bir bütünlük sağladığı zaman sanırım senin bahsettiğin “metnin kendisi kadar yaşıyor” olma halini yakalayabiliyoruz.

Metni elime aldığım zaman, hikâyenin baş aktarıcısı olarak neler eklersem, neleri kurarsam daha etkili anlatabilirim diye düşündüğümde; Oyundaki renkleri ve anlatım materyallerini gördüm. Yani neredeyse bunlar olmazsa benim için olmazdı diyebilirim. Bir de üzerine Emel Çölgeçen, Kanbolat Görkem Arslan ve Ceren Çağatay’ın hünerli oyunculukları eklenince bu dünya çok canlı ve dinamik oldu.

- Sahne ve seyirci arasında arafta kalan bir alan yaratmışsınız. Bu kesişme aynı zamanda ayrışma gibi de hissediliyor. Seyirci ne kadar sahneye dahil ve neden?

Çok güzel bir soru, çok hoşuma gitti. Yapılanların bu şekilde analiz edilmesi tasarlarken düşündüğüm şeyleri yeniden hatırlatıyor bana ve bu çok heyecanlı. Bazen insan yabancılaşıp hakikaten neden yapmıştık diye sorabiliyor çünkü. Ama bunun yanıtını çok net hatırlıyorum merak etme. :)

Biraz deşifre etmek gibi olacak ama benim için seyirci birinci sahnede bir tanık, ikinci sahnede ise sanık ve jüri olmak arasında bir yerde. Dolayısıyla en aktif olduğu yer ikinci sahne diyebilirim. Çünkü burada neredeyse bir forum ve neredeyse bir tartışma var. İkinci sahnenin rejimini bu şekilde yapmaya karar verdiğimde en çok bunun için heyecan duymuştum. Çünkü bugün o kadar taraflar birbirine karıştı ki, net suçlu ve suçsuz yok. Yani belki de hep böyleydi, yoksa neden Sezen yazsın ki “masum değiliz hiçbirimiz diye…”

- ‘Hiçbi Şey Olmamış Gibi’de çok şey oluyor ve sanki tüketim kültüründe artık kendini ve birbirini tüketen bir çiftin çıldırmasına tanık oluyoruz. Nasıl bir mesaj vermeyi hedeflediniz? Mümkün olsa oyununuzdan çıkan birinin ne düşünmesi ve nasıl hissetmesini arzularsınız?

Bu soru galiba sahnede yapamadığımı açıkça söyleyebileceğim en güzel alan. :) Şaka bir yana, Peter Brook’un “güneşin altında söylenmemiş söz yoktur” sözünün tam yeri. Yepyeni bir şey söylemiyoruz aslında, ancak farklı bir şekilde söylemeyi amaçlıyoruz. Benim için tüketime zorlanmak kapital bir etki olduğu kadar faşist bir etki de… Bu yüzden nerede neye tanık oluyorsak, bunu kendi içimizde pişirip aynı şekilde davrandığımızı düşünüyorum. Bu yüzden şiddet şiddeti doğurur, faşizm faşizmİ doğurur, tüketim tüketimi doğurur…

Tabii hiçbir seyirciden bu yorumları duymadım ama şunları duydum: “her gün yaşadığımız şeyleri başka bir perspektiften gördük, bu yüzden hem bilindik hem de enteresandı.”  Ya da Fuayede bir kadının eşine şöyle seslendiğini duydum “sana tanıdık geldi mi hı? Aynı biz değil mi hı?” Yani mesajı aynı şekilde dile getirmiyoruz ama anlıyoruz diye düşünüyorum. Tiyatroda kimse görüldü atamıyor. :)

- Oyuncu seçimlerinde yönetmen olarak öncelikleriniz nelerdir? Kimlerin sizinle çalışma lüksü olamaz mesela?

Lüks… Bunu biraz sindirip üzerine düşünmem gerekecek. Soruların için çok teşekkür ederim, sadece okuyup yanıt verdiğim değil dönüp kendi üzerimde düşünmem gereken alanlar tanıdı. Sanırım kısaca denemeye cesareti olmayan kişilerle çalışmayı istemem. Bu sadece benim isteğimle olacak bir şey değil; dolayısıyla bana inanmayan, güvenmeyen oyuncularla da çalışmayı istemem elbette… Prova zamanları çok kıymetli zamanlar, kişisel duvarlarımızı yıkmak, karşılıklı iletişimde ihtiyacımız olan şeyleri karşılamak adına vakit kaybetmektense buraları çok hızlı geçip işimize bakmayı tercih ederim. Yani hem ben onu cebimde bileyim hem de o beni cebimde bilsin ve buna güvenerek birçok şeyi deneyelim isterim.

- Tiyatro bir mecra olarak kültür endüstrisine hizmet eden ve popüler kitle kültürünü besleyen bir alan mıdır? Bu korkutucu olabilir mi, öyleyse ne yapmalı?

Yanıtlaması oldukça uzun bir soru ama aklım erdiğince kısa yanıtlamaya çalışayım. Bir endüstriden bahsettiğimiz zaman tüketen ve üretenden bahsetmemiz gerekiyor. Tiyatro bence popüler kitle kültürünü beslemekten ziyade, oluşan bu kültürden beslenen bir mecra diye düşünüyorum. Ancak her bir oyun, her bir şov kendine özgü bir anlatım sunduğu için; eleştirse de, yüceltse de yine bu popüler kitle kültürünü beslemiş oluyor. Yani aslında bir döngü olduğunu söylemeye çalışıyorum sanırım. Neyi yaşıyorsak tiyatroda onu görüyoruz, tiyatroda neyi görürsek onu yaşadığımızı fark ediyoruz. Bunun korkutucu tarafları olabilir, zaten sürekli bu dönüşümü yaşıyormuşuz gibi geliyor bana. Ancak her şeyin bir modası olduğunu, modası geçtiği zaman da silinip yok olduğunu da biliyoruz. Mesela bu döngünün içinde nerede durmak istediğimizi bilirsek, süreci daha mutlu geçirebiliriz. Oyunumuzda tam da bunu anlatan çok güzel bir replik var: “Hepimiz bu sistemin içinde neye hizmet ediyorsak oyuz, neyin işine yarıyorsak o kadarız, neresinde durmak istiyorsak da tam olarak oradayız!”

- ‘Mutlu Aile Tablosu’nda sahneden taşan enerjiniz resmen daha fazlasını istediğinizi haykırıyor neredeyse! Sizi ‘Son Zenne’ gibi bir oyunda ne zaman izleyeceğiz?

Çok teşekkür ederim çok mutlu eden bir yorum. Aklımda o kadar çok proje var ki; elbette bunlar tek başıma olamıyor. Şartlar ve koşulların ışığında hangi fırsatı filizlendirebiliyorsam ona yöneliyorum bu ara. Pandemiden önceki tempomu yeni yeni yakalayabiliyorum. Coğrafyamız da çok ileriye dönük program yapmamıza pek izin vermiyor. Ancak hevesime sorarsan akşama sabaha aynı hissi paylaştığımız yeni bir oyunda buluşabiliriz.

- ‘Mutlu Aile Tablosu’ vodvil özellikleriyle ve elbette Emre Kınay’ın ve tüm ekibin şahane performansıyla seyircide tatmini yüksek bir etki yaratıyor. Ülkenin ve dünyanın trajedi rekorları kıran gerçekliğine inat bir seçim galiba. Seyircide nasıl karşılık buluyor seçiminiz?

Bugünlerde tam da bunu düşünüyordum, komedi artık bir tür olarak tüketilmekten ziyade toplumsal olarak ihtiyacımız olan bir panzehir. İnsanların anladığı yerden ya da hiç anlamadığı yerden gülmeye çok ciddi ihtiyacı var. Elbette ben bir sosyolog değilim, gözlemlerime dayalı bir yerden bunu söylemiyorum, oyundan sonra fuayede seyircilerle sohbet ettiğimde çok net bir talep olarak bunu duyuyorum. Neredeyse şunu söylüyorlar: sizler tiyatrocusunuz, yeteneğiniz var. Ağlatmak ve güldürmek üzerine gücünüz var. Lütfen bizi güldürün. Sakın şaşırtıp bizi ağlatmayın. Elbette ben bunu çok düz bir şekilde ifade ediyorum, yoksa üzülmekten çok yorgun olduklarını, ülkenin değişken gündeminden, dinledikleri haberlerden çok etkilendiklerini anlatıyor insanlar. Şu da çok dikkatimi çekiyor yeni biriyle sohbet ederken onuncu dakika da aynı duygu ve düşüncelerde buluşuyoruz. Neredeyse sohbetimiz bile standartlaştı. Dünyanın ve ülkemizin içinde bulunduğu bu süreçte inadına gülümsemek, umuda dair bir inat. Ve dediğin gibi bu oyunun sahnelenmesindeki inat oyunumuzun yönetmeni Emre Kınay’a ait. Aynı inada kocaman bir ekip inanarak çalıştı. Oyuncular olarak Emre Kınay, Pınar Altuğ Atacan, Taner Ergör, Derin Bülbül ve ben de bu inada inanınca oyun sırasında salonda kahkahamız eksik olmuyor. Seyirci de bu inada katılıyor ve salonlarımızı dolduruyor neyse ki. Mutlu Aile Tablosu önümüzdeki günlerde Karadeniz, Ege ve Güneydoğu Anadolu turneleri planlanıyor.

'Mutlu Aile Tablosu' oyunundan bir kare

- ‘Tiyatro altın çağını yaşıyor’ ve ‘tiyatro yapmak artık neredeyse imkansızdan daha zor’ diyenlerin hangisine inanalım? Ne oluyor tiyatroya?

Tiyatro sözcüğü de çok farklı anlamlarda duyulabiliyor. Bence tiyatro yapmak artık neredeyse imkansız ancak projeler konusunda tiyatro altın çağını yaşıyor. Kendim şöyle bir arkama yaslanıp nelere tanıklık ettim diyerek düşünebilirim. Bundan yaklaşık 10 yıl önce oyun çok önemliydi. İyi bir tekst, iyi bir reji, iyi bir oyuncuyla buluştuğu zaman bunu görmemek duymamak mümkün değildi. Bu oyun hangi semtte, hangi sahnede oynarsa oynasın herkes konfor alanından çıkıp o sahneye gidip o oyunu tüketiyordu. Pandemi ile beraber bu alışkanlık biraz bozuldu. Artık popüler olan biraz daha güçlendi, eğer evimizden çıkıp risk alacaksak bu riske değer oyunları tüketmeye evrildik. Son olarak da buna sahnenin bulunduğu yerin cazibe merkezi olması eklendi. Artık kimin oynadığının, hangi oyunu oynadığının öneminden ziyade nerede oynadığı daha önemli bir hale geldi. Hangi cazibe merkezinde, hangi tiyatroda, hangi güçler birleşti? Bunu eleştirdiğim bir yerden söylemiyorum bu arada, gözlemlediğim bir yerden söylüyorum. Olan küçük özel tiyatrolara oluyor tabii ki. Çünkü seyircinin tüketim alışkanlığı dengeleri değiştiriyor. Ama bu da bahsettiğimiz gibi bir moda ise; güçlü prodüksiyonları seyretmeye, güçlü projeleri tüketmeye alıştığımızda yeniden nitelik ve nicelik dengelerini düşünüp güzel oyunların peşinde koşacağız gibi geliyor. Şimdi bir anda ilgi bir tarafa çok iyi yığılmış olabilir, ama denge elbet kendisini yakalar diye düşünüyorum.

- Yıldız sisteminin tiyatroyu ticari sömürüsü söz konusu mudur, bu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yıldızlar vardır, yadsıyamayız. Tiyatrolar da vardır, kuşkusuz. Ticaret olmazsa olmaz, yoksa kimse hayatta kalamaz… O zaman bunu sömürü haline getiren tek bir yapı kalıyor o da yapımcılar. Benim için herkes tiyatro yapabilir, hatta keşke herkes tiyatro yapabilse… Ancak bunu ticari bir sömürü haline getirmek stratejik bir planlama. Bunun faturasını biraz yapımcılara kesiyorum açıkçası. Ticari bir strateji elbette kazanç sağlar, ancak akılcı bir strateji birçok açıdan kazanç sağlar diye düşünüyorum. Hem sanat, hem sanatçı, hem yapım hem de yıldız kazanabilir. O zaman sömürüden değil, doğru ve etkili bir projeden, oyundan, şovdan bahsedebiliriz.

Yazarın Diğer Yazıları

Bartleby bu sezon Cihangir Atölye Sahnesi’nde ‘durmayı tercih ediyor’

Ah Bartleby, ah insanlık, ahhh dünya! Senin ahın her ‘hayır’ demeye cüret edildiğinde aynı tazelikle duyuluyor ve bu sezon Cihangir Atölye Sahnesi seni tercih ettiği için bu ahhh çok doğru bir yerden yüreklere, akıllara değmeye zarifçe dokunuyor, izi kalıyor

Affetmeden uzlaşmak mümkün müdür ve "Uzun Yol"

"Yüzleşmek suçun gerçekliğini kanıtlamaya mı gerekçelerini anlamaya mı yaklaştırır?", "Yoksa yüzleşmek intikam ve misilleme tuzaklarından uzaklaştırarak dengeyi mi sağlar?", "Yüzleşmek suçluyu aşağılamanın medeniyet maskesiyle saldırısı mıdır?", "Bağışlama, insanın önce kendisini sonra çevresindekilerle ilişkilerini onaran bir erdem midir?" … Ya da "Affetmeden uzlaşmak mümkün müdür?"

"Tarihte Yaşanmamış Olaylar" yaşıyor!

-Oyun büyük cümleler, çarpıcı sloganlar, ağır mesajlar ya da çiğ esprilerle seyirciyi etkilemek yerine transparan ilmeklerle birbirine bağlanarak Ülkü Tamer duygu ve düşünce dünyasına hizmet ediyor

"
"