Özgür Sevimli’nin kendi aile hikâyesinden yola çıkarak yazıp yönettiği Murtaza sert Anadolu şartlarındaki ilkel erkek dünyasının ilginç örneklerinden birini İstanbul Film Festivali kapsamında seyircisine sundu.
Murtaza’yı her zamanki oyunculuk virtüözitesiyle muhteşem canlandıran Cezmi Baskın alışageldiğimiz erkek prototipinin ötesinde çok daha hasta bir adamın vicdan muhasebesini anlaşılır kılıyor. Ancak anlatının Murtaza gibi bir karakteri anlaşılır kılarak neye hizmet ettiği sanki netleşmiyor. En sessiz ve iyi görünen erkeğin geçmişinde bile tecavüz, cinayet ve koskoca sırlar dünyası aralanmayı mı bekliyor yani? Ya da kara kaplı eski defterler açıldığında ‘bu adamlar öldürüyorlar ama aslında çok seviyorlar’ mı denmek isteniyor? Yoksa sadece ‘Murtaza gibi çok fazla sessiz ruh hastası var’ saptaması mı yapılıyor? Yönetmenin bu soruları ortada bırakması bilinçli bir tercih gibi görünüyor ve bu tercih Murtaza’yı sevdirmek için değil de anlaşılır kılmak içinse Murtaza’dan anlaşılması gerekenler çok can sıkıyor.
Film başladığında Murtaza gözleri görmeyen karısı Sabure’nin (Meral Çetinkaya) eli ayağı, gözü olarak çok yardımcı bir eş profiliyle şaşırtıyor, hatta sempati kazanıyor. Daha sonra kızının hastalandığını öğreniyor ve durumu Sabure’den sakladığı ve tüm acıyı tek başına yüklendiği görülüyor. İstanbul’a gelip kızını yoğun bakımda bulduktan hemen sonra kızı ölüyor, bu sırada bir oğlu olduğu ve oğluyla da arasının iyi olmadığı ortaya çıkıyor. Murtaza yasını adeta kendinden bile saklıyor ve dilsizliğe varan sessizliği iyice büyüyor. Komşularıyla da geçinemediği anlaşılıyor. Sanki bir tek Sabure’yi seviyor, ona kıyamıyor, pişiriyor, yediriyor, yıkıyor ve kendini tecrit ederek Sabure’nin körlüğünden kendine dilsizlikler yaratıyor. Söze dökülmeyen masalsı bir sevda komşu evlerden yükselen çocuk seslerine inat sessizlik, karanlık ve yalnızlık içinde başka türlü tanımlamalar kazanıyor.
Ne zamanki mevsimlik işçiler evlerinin yanına çadır kuruyorlar, bu iki kişilik tecrit dünyası deliniyor ve Sabure tamamen yabancı birine Murtaza’yı suçluyor. Hemcinsi genç kadın önce biraz şaşırsa da köyü terk ederken kamyonetin arkasından Sabure’ye acıyarak bakıyor. Bu bakış belki de filmin toplumsal cinsiyet söylemiyle ilgili söylemek istediklerinin tümünün özeti olabilir. Çünkü genç kadın acıyarak, anlayarak ancak isyan etmeyerek ve sessizce bakakalıyor. Ardında kalan ve önüne dayatılan yaşam koşulları içinde kadına biçilen kendi yaşamına seyirci kalmaktır. Sabure görmez, Sabure’yi gören genç kadın konuşmaz ve kirveleri olan komşuları ise haberleri bilmez, duymaz. Bu üç maymunu oynamak değil bizatihi gerçekten üç maymun olmaktır. Kaldı ki Sabure ve Murtaza’nın kızının psikiyatrik bir hasta olarak genç yaşta derin ve onulmaz ruhsal yaralar nedeniyle yaşamını kaybetmesi gören, duyan ve anlayan kadınların yaşayamadıklarını özetler sanki.
Dolayısıyla bu Murtaza da bambaşka bir Murtaza değildir! Yaşamıyor, yaşatmıyor ve çok ağır hasta erk’ek düzenin teşhis ve tedaviden ne kadar uzak olduğunun ispatıyla bitirmeyi tercih ediyor.
NOT: Meral Çetinkaya’nın oyunculuğu ayrıca büyülü bir seyir zevki sunarak mest ediyor, hayran bırakıyor.