Mehmet Baydur’un nüanslarla dolu şiirsel metni sanki kendi hikayesine eşlik eden artı bir karakterle hikâyenin yanında ilerliyor. Odak noktasındaki ana karakter biraz Aylak Adam’ı biraz Tutunamayanlar’ı çağrıştırsa da özgün ve tuhaf bir şekilde oyunun içinde, dışında ve yine de oyuna ve tüm dünyaya ait değilmişçesine yabancı/laşmış duygusu uyandırıyor. Böylece ayrıksı kahramanın yolculuğu kendi izleğinde bile içinde ve dışında olmayı kotarıyor.
Geniş anlamda sahneye bakıldığında estetik, olay örgüsü ve yapısal açıdan 80/90’larda kalmış bir görsellik ve akış tercih edildiği göze çarpıyor. Bunun metnin dönemsel ruhunu yansıtmak için özellikle tercih edildiği elbette anlaşılıyor ancak müzikler metne zorla ilave edilmişçesine hem eklektik hem de birbiriyle (söz/müzik ve takip sırası itibariyle) kopuk olduğundan oyun boyunca adeta ayrı telden çalıyor ve özellikle finaldeki ayrıksı son şarkı bunun bilinçli bir tercih olduğunu ilan ediyor.
Yönetmen Hülya Karakaş belli ki metnin farklı sınıflardaki kahramanlarını çeşitleyen bir zenginlik sunmayı amaçlıyor fakat şarkı sözlerindeki uyum ve derinlik tür karmaşası yüzünden dokuyla örtüşmüyor. Ne de olsa Baydur’un zor metni bireyin var oluşsal çıkışsızlığına paralel toplumsal ve sosyal sorunlara dair güçlü tahliller yapıyor ve metnin tüm öğelerini harmanlayıp kucaklaması beklenen müzik kendi içinde çeliştiği için bazı bölümlerde çok zevk verse de içeriğe hizmette kusur ediyor.
Tüm sembolleri ayrıntılarıyla somutlaştırmayı seçen yönetmen Karakaş şematik olarak da alttakiler/üsttekiler karşıtlığını görselleştirerek bulanık ve anlaşılmaz olmamakta ısrarlı görünüyor. (Aslında müzik için aldığı riskte bunu ispatlıyor. ) Tüm oyuncuların tertemiz bir netlikte konuşması seyircinin hiçbir sözü kaçırmamasını sağlıyor ve kesinlikle anlaşılır olma kaygısının cevabı olarak hedefine ulaşıyor. Baydur’un alaycı bir dille analiz ettiği sınıf çatışması pek çok bulanık alan ve cevapsız soruyu ortaya bırakırken Karakaş’ın yorumuyla metne kazandırılan netlik yer yer göz alıyor. Oyun herkesin anlayacağı ve hissedeceği bir Baydur çözümlemesi şeklinde okunabilecek denli hafifliyor.
Kravatın icadına dair sembolik anlatımıyla yerin altında (maden ocakları) ve üstünde kalanları öksürenler ve öksürmeyenler şeklinde ayırırken merakını kaybeden yalnız adamın dramı merkezde ve yine de ayrı bir hikaye gibi paralel gelişiyor. Kravatın kömür madenlerinde icat edilişinin izahıyla, elinde silah ölümün kıyısında dolaşan bir adamın yan yana ve karşı karşıya gelişine ilaveten yukarıdan (rıhtımdaki zenginler) yükselen amaçsız aşağılama çok katmanlı, kaypak ve kaotik çatışma alanları yaratsa da hiçbiri diğerinin benzeri ya da zıttı olmadığından en azından köprü altındaki öğeler ve karakterler ayrıksı kalıyor. Belki de yönetmen bunu bile isteye yaparak oyuncuları sahne düzeneğindeki yerleştirme biçimiyle kategorize edilmesinin imkan ve imkansızlarını test ediyor.
Dilsel, biçimsel ve anlamsal özellikleri incelendiğinde müziğin dışında oyunculuklar da yer yer metnin nüanslı zenginliğini sekteye uğratıyor. Alttakiler ve üsttekiler şeklinde şematik olarak netleştirilen sınıf meselesi özellikle üsttekileri canlandıranlar tarafından abartılı oyunculuklarla nedense karakterlerinin karikatürüne dönüşüyorlar. Metinde olduğu gibi ellerinde sürekli şampanya kadehleriyle kendilerinin parodisini yaparcasına köpürterek oynamaları içeriği zedeliyor. Sanki canlandırdıkları karakterlerin yüzeysellikleri, ruhsuzlukları ve duyarsızlıklarından zorla komedi çıkarma arzularının kurbanı oluyorlar.
Oyunun genel yükünü seslendirme sanatçılığından gelme profesyonelliğini metne de taşıyan Can Ertuğrul yükleniyor ve esas adamın hikayesini ayakta, zinde ve derinden hissettirse de Eraslan Sağlam’ın düşürdüğü yerden oyunu doğrultmakta zorlanıyor. Çünkü Eraslan Sağlam cidden ses mühendislerinin yıllarca uğraşarak ulaşamayacakları muhteşem diksiyon, tonlama ve dengeyle sanki oynamıyor da okuyor gibi yabancı duruyor.
Adeta kendi yeteneğinin altında kalmayı tercih eden bir yerden oynayarak metni hissetmemekte ve dolayısıyla gerçekçi olmamakta neredeyse kararlı görünüyor. Netice de ‘Yangın Yerinde Orkideler’ Şehir Tiyatroları’nın nitelikli işlerinden biri olarak seyircisini bekliyor.