Türkiye tiyatrosunun en yenilikçi ustalarından Yeşim Özsoy uluslararası sahnelerde de özgün ve yaratıcı oyunlarıyla ülkemizi gururlandıran değerli bir yazar, yönetmen, oyuncu ve eğitimci. Son olarak kendisinin yazdığı ve akademisyen, yönetmen Mark Levitas'ın yönettiği "Kum Zambakları" evlilik kurumunun imkan/sız/lılğını insan doğası ve ekoloji ilişkisi üzerinden sorguluyor. Kadın erkek ilişkisini merkezde şiirsel bir alegoriyle kuşatan oyun evreni hayati risk ve tehdit içeren git-gellerle dengede ancak her an tahterevalliden düşecek tedirginliği yaratarak tempolu bir seyir sunuyor. Hele de dekorun salıncaklı bir yap bozdan oluşan soğuk ve köşeli coğrafyası hem duyguları hem de doğanın ölümcül değişim ve dönüşümüne şahane göndermeler içeriyor.
Evrim Doğan (Duygu) metnin lirik, estetik ve dinamik diline şahane bir vücut giydiriyor ve seyir keyfini arttırıyor. Umut Kurt'un (Fikret) pozitiflik gibi duran alaycı, kolaycı, yüzeysel ve bencil erkek tiplemesi Doğan'ın vahşileştiği anları doğrulayacak paslar geliştirmesine nefis alan açıyor. Oyun dize dize akarken kadın cesaret ederse erkeğin çaresizliğinden doğan evrende taşlar yerinden oynuyor ve kurban-katil gibi tezatlıklar yerine farklı anlam kaymaları ve arayışları üretiliyor.
Yeşim Özsoy metninde, kadın erkek ilişkisi ve ülkemiz açısından neredeyse normalleşen kadına şiddet trajedisini mağdur bir kadın ve hatta erkek üzerinden anlatmak yerine mağdur çiçekler, kirlenen topraklar, sahiller, denizler, acı çeken kuşlar ve nesli tükendiği için Uluslararası Doğa Koruma Birliği tarafından 2016 yılında korumaya alınan ve genellikle Datça sahillerini cennete çeviren mis kokulu bembeyaz kum zambakları üzerinden anlatıyor. Ne de olsa 'evlilik kurumu' mağduriyetler zincirini doğallaştıran bir dizi kurallar dizgesi değil mi?
Dolaylamanın güzelliği aslında kaskatı bir gerçeği işaret ettiğinden etki derinleşiyor haliyle. Duygu ve Fikret'in evlilikle mutluluk ütopyası her ne kadar hümanist umutlar içerse de insan doğasına aynen kum zambaklarının doğasına beton sahillerin aykırı olması kadar uyumsuz kalıyor. 'İnsan kendi doğasına ve tüm canlılar birliğinin doğasına karşı daha ne kadar inat edebilir ki' gibi zor sorular oyun süresince danslı müzikli bir akışla çoğaltılarak didaktik olmayan bir üslupla soruluyor. Ayrıca cinsiyet ayrımcı dünyanın sadece belli bir dönemi, bir coğrafyayı, sınıfı ya da katmanı değil şanslı ve ayrıcalıklı kabul edilen tüm insanlığa dair bir konu olduğu ve çözümünün ekolojik ilkelere dayalı bir sistemden geçtiğine işaret edilmesi de yeni kapılar açıyor meseleye. Çanlar çalar, alarmlar bağırır ve toprak kuruyup çatlarken kendi doğasına etik yaklaşamayan insandan doğayı kurtarması beklense de ümitler azalır elbette.
Belki de artık ekolojik prensiplere dayalı bir sistem sadece nesli tükenmekte olan kum zambakları, börtü böcek, çiçek, hayvan, hava ve su için olduğu kadar kadın erkek ilişkisindeki çıkmazlar için de mecbur kılınmalıdır. Belki de tahakkümün ortadan kalkması için problemi cinsiyet odaklı olmaktan çıkarıp topyekun tüm canlıları kapsayan barbarlıktan kurtarmak adına insan ve insandışı çeşitliliğin ve birliğin ekolojik esaslarına oturtmak tek çaredir. Belki de ekolojik esaslı evlilikler kurumun işlevselliği açısından mümkündür! Belki…
İçinde güçlü ve zarif bir mizah barındıran Kum Zambakları seyirciye kahkahalar attırırken okumuş olduğunuz bu okuma belki de yanlış bir okumadır ve en iyisi herkesin izleyip kendi yorumunu yapmasıdır. Çünkü oyun şiirsel hareket akışı, sözü, dansı, müziği ile post-endüstriyel dünyada özne ve doğayı uyumlandırmaktansa doğaya ve insanın doğalına dönme zamanı çoktan geldiğini fısıldamaktadır ince ince. Ancak başka şeyler duymakta mümkündür Kum Zambakları'ndan…