Kördüğüm zengin oyuncu kadrosu, isabetli mekan seçimleri, farklı senaryosu ve kıvamlı temposuyla ilk iki bölümde rakibi olduğu Kösem Sultanı feci sarstı. Zaten bir türlü hedeflediği başarıyı yakalayamayan Kösem Sultan ‘ı bol ‘lakin’ve ‘zinhar’lı cümleler bile zor kurtarır gibi görünüyor...
Dizinin oyuncu kadrosu seyir zevkini coşturan cinsten bir bolluk ve bereket sunduğundan her sahnesi izlemeye doyulmaz tatlar yaratıyor. Belçim Bilgin işini özveri ve aşkla yapan bir çocuk doktoru olarak dominant annesi ve tamirci kocasının imkansız görünen hayalleri arasında sıkışan melek ruhlu bir kadını oynuyor ve rolünün hakkını sonuna kadar veriyor. İbrahim Çelikkol ‘Ali Nejat’ karakteriyle soğuk, yalnız ve aslında sevmeye hazır zengin bir işadamını canlandırırken karakterin dönüşüm süreci için beklenti doğuruyor ve resmettiği sorunlu ama aslında iyi adama çok yakışıyor. Alican Yücesoy ise otomobil tutkunu, karısının doktorluk kariyeri altında kompleksli, anne ve kız kardeşinin ekonomik sıkıntılarının yüküyle ezik bir tamirciyi mükemmel yaşatıyor. Aslında tek tek tüm karakterler uzun uzun yazılması gereken renkli, güçlü ve ilginç oyunculuklarla iz bırakıyorlar. Mekan seçimleri hikayeye ve karakterlere çok katmanlı görsel kaynaklar oluşturuyor, en azından klişe bir yalı yerine özgün bir mekan metne nasıl katkı sunar çok iyi bir örnek veriyor. Yönetmen Ömer Faruk Sorak’ın zinde, temiz ve hedefe odaklanan sinema dili, senarist Yıldız Tunç’un özgün ve gerçekçi karakter ve olay örgüsü ve tabii her karesinde star ve karakter oyunculardan oluşan zengin kadrosu ile şaşırtan ve seyirciyi kilitleyen bir dizi.
Kördüğüm’ün imkansız aşk üçgeni ve yoksul zengin çatışması elbette sağlam bir zemin oluşturuyor ancak diziyi farklı kılan içerikte işlenen ebeveyn olma sorunsalıdır. Anne babaların bitmeyen vicdan azabı diziye farklı bir boyut kazandırıyor. Metin çocuklarına sahip çıkamamış, doğru düzgün sevmesini bilemeyen acılı anne babalarla dolu. Mükemmel işleyen mutlu bir aile örneği ise hem zengin hem de yoksullar için söz konusu değil. Evlatlarının ölümünde bir şekilde payı olan ve en katı görünen karakterlerin bile eninde sonunda uykularının bölünmesi, itiraf edemedikleri pişmanlıklarda kıvranmaları, çocuklarının ve torunlarının dertleriyle kahrolmaları, doğru bildiklerinin vicdanlarıyla örtüşmemesi ilginç ve hassas bir kanal oluşturuyor.
Kızını evlilik dışı bir ilişki yaşadığı için evlatlıktan ret eden babanın çektiği ıstırap ‘namus cinayetleri’nin doğal olduğu bir toplum için çok yenilikçi sayılabilir. Kızını ölüme terk eden baba, torununa sahip çıkmak zorunda kalıyor ancak yine de nasıl sarılacağını bilmiyor. Dünyanın en zor işi ‘annelik’ ve ‘babalık’ siyah beyaz karakterler aracılığıyla verilmediğinden gerçekçiliği ve derinliği güçlü bir anlatı kotarılıyor. Karakterlerin nasıl davranacaklarını bilememeleri gerçekten çok güzel ve dürüst ara tonlar sağlıyor.
Ali Nejat’ın otoriter babası çocuklarını sürekli sorumsuz, yetersiz ve sorunlu olmakla suçlasa da geceleri mutsuz, karanlık ve acı dolu yalnızlıklarla boğuşuyor. Çocuklarına sevgisini direkt ilan etmek yerine oyuncakları okşuyor. Umut’un annesi ise kızı okulu uzattığı için çalışmak zorunda kaldığında kızına sorununun ne olduğunu sormak yerine çocuğuna büyük bir mesafe koyuyor. Kızını suçluyor, kötü hissettiriyor ve sonuçta iyice bozulan ilişkilerini bir tokatla taçlandırıyor. Naz’ın annesi de gayet sorunlu bir sevgiyle kızının hayatını mahvediyor. Naz’ın evliliğine sözde katkı sunmaya çalışırken tam bir kara melek gibi damadına acımasız iğnelemeler yapmaktan kendini alıkoyamıyor. Kızının mutluluğuna en büyük engeli annesi oluşturuyor. Yani dizideki anne ve babalar çok sevseler de sevmesini bilmiyorlar. Ne yazık ki yazılı olmayan toplumsal kurallar, kalıp yargılar salt insan olmaya izin vermeyince annelik babalık sınavı da geçilmesi imkansız sırat köprülerine dönüşüyor.
Bir de doğurmayan ya da doğmadan kaybedilen bebekler ima ediliyor ve ileri ki bölümlerde açığa çıkması işaret edilen düğümler gayet acılı ve sancılı gerçekleri kodluyor. Kısacası çok sevdikleri halde sevmesini bilmeyen anne babalar ve evlatlarının kısır, hastalıklı ve acı dolu yaşamları birebir Türkiye gerçeğine de denk düşüyor ne yazık ki!