Hizmetçiler iki hizmetçi kadının hanımefendileri üzerinden kendilerini ve birbirlerini tanımlama, kimlik oluşturma, ‘ben’ ve ‘öteki’ kavramlarından kaçışsızlığı anlatan harikulade bir Jean Genet metni. Doyum olmaz psikanalitik okumaların tadına vardıran metin aynı zamanda Marksist perspektifle sınıf çatışmasına dair bol malzemeli ve zengin tatlar sunuyor. Ve en baştan belirtmekte fayda var; yönetmen Oğuz Utku Güneş bu muhteşem klasik metne hizmet eden tertemiz bir iş çıkarmayı başarıyor. Metnin görsel, işitsel öğelerini ve diyalogların işleniş biçimini yazarın absürt diline uygun bir çözümlemeyle çalıştırıyor. Yani yönetmenlik hevesine kapılıp bir takım yorumlar katmak yerine nazikçe geri planda durmayı ve bu devasa metni zedelemeden yeniden doğurmayı tercih ediyor. Olabilecek en sadık anlatımla yazarın duygu ve düşüncesini psikanalitik ya da sınıfsal tek temelli bir damardan yürütmek yerine zorlu bir dengeyle ‘kimlik’ meselesini bütüne yediriyor.
Jean Genet' in absürd metninde karakterlerin her biri salt sınıfsal çatışma nedeniyle değil zaten insana dair açıklanamaz ‘kötülük’ ile ilgili korkunç, sahte, yarım ve tehlikeli yaratıklardır. Nihayetinde cinayete giden yol da cinayet işlensin ya da işlenmesin içlerinde ‘iyi’yi temsil eden kimse yoktur; hepsi kurban hepsi katildir.
Metin, insanoğlunun kimlik edinme, kendini tanımlama ve varoluş sorunsalını yine insanın dipsiz karanlığını işaret ederek ve sert bir mizahla işler. Yönetmenin de asıl meseleye asılarak oyunu metaforik jestlerle ve böylesi bir klasik metin için minimal sayılabilecek bir dekor ve sahne tasarımıyla işlemesi odağı sağlamlaştırıyor. Örneğin ayna sahnesinde karakterlerin ‘ben’ tarifindeki hastalıklı ve kötücül çatışması, tüm sahneye serpiştirilen tekdüze çiçeklerin estetize etmekten ziyade bunaltan, mekanı daraltan ve adeta süsün burjuvazi yaşamında yaşam alanı bırakmayan engellere dönüşmesini somutlaştırması, hizmetçi kıyafetleri ve hanımefendi elbiselerinin renkleri ile düşlerin gizemli dünyasına metaforik gerçeklikler eklemlenmesi gibi… Ez cümle Genet’in absürt metni Oğuz Utku Güneş yönetmenliğinde metaforik gerçekçi bir yorumla bugünün seyircisine klasik bir metni özü ve sözünden şaşmayarak vermeyi başarıyor.
Malum seyircinin vakti az, keyfi yok ve klasiklerden kaçan kaçana! Ancak gönül rahatlığıyla Hizmetçiler; süresi, akıştaki hafifliği ve netice de evrensel ve tüm zamanlara ait kimlik meselesiyle tavsiye edilir bir oyun. (Artık oyun tavsiye etmek için çılgın olmak gerekir! Seyircinin salona girip oyuna teslim olmamak için o kadar çok haklı sebebi ve saçma bahanesi var ki!)
Oyuncular, canlandırdıkları karakter içinde başka bir kimlik kurmaya çalıştıkları için kendi kendisinin taslağı haline dönüşüyor çünkü metin bunu gerektiriyor. Elif Ürse ve Yelda Baskın matruşka gibi iç içe geçen, birbirini sarmalayan ancak hemen anında diğerine geçen girift ve 3 ayrı karakteri canlandırmıyor ancak canlandırıyorlar. Yani kendi içinden yeni bir ben taslağı çizmeye çalışan insanoğlunu tasvir etmek için sürekli taklitlerle kendilerine ‘canlandırdıkları karaktere’ dönüyorlar. Birbirinde var olmanın, yok olmanın, kişilik bulmanın ve taklitle kendi aslına yaklaşmanın harikulade figürleri, karikatürleri ve asılları arasında nazikçe cirit atıyorlar. Metnin düşüncesini bedenleri üzerinde çalışan taslak çalışmalara dönüştürüyorlar. Oyun tırmandıkça farklı ve varyasyonlu denemelerle kendine sığmayan, sevmeyen ve değişmek isteyen Claire ve Solange ideal benler çizip, yazıp, silip yeniden yaratıyorlar. İki oyuncu da bir nevi oyunun düşünsel taslağı veya bir başka deyişle dramaturgisini vücuda getiriyorlar. Nazan Koçak ise rolünün dışına taşmadan ve akışı aksatmadan Ürse ve Baskın’ın çetrefilli karakter geçişlerine verimli bir destek sunuyor.
Hegel'e göre, “İnsan ötekine yaklaşırken kendi öznesini yitirir, çünkü kendi varlığını başka bir canlıda bulur; ikinci olarak, öteki ile beraber, ötekini asıl gerçek olarak dikkate almadığından [burada, yarı öz bilinçlilik açısından gerçek anlayışı olarak düşünülmeli] bu yolla sublasyona uğrar, ancak kendini karşısındakinde bulur."[1] Lacan’nın ‘arzu’ merkezli bakışıyla Claire, Solange ve Hanımefendi’nin ‘ben’ olmak için ‘öteki’ne duydukları zaruret, fantezi ve gerçekliği iç içe geçiriyor ve ben olmak için ötekini öldürmek zorunluluğunu hicvederek dayanılır kılıyor. Böylece belki de seyircinin de kendi içindeki ötekilere ve ötekiler içindeki kendine bakma fırsatı ve davetiyesi çıkarıyor.
(Not: Ne yazık ki özellikle oyunun ilk yarısında sesteki dengesizlik yüzünden pek çok kıymetli replik ayakkabı tıkırtısında kayboluyor.)