Hayatımın "Toplumsal Hakikatler Ansiklopedisi"nde, dünyadaki 204 küsur ülkenin vatandaşı, toplam 7.8 milyar civarındaki insandan her biri, istediği, beğendiği, ait olduğu etnik grup veya kavim, kültür, topluluk, aşiret ve/ya ülkenin ismiyle, diliyle bahsedebilir veya isterse hiçbirinin adını ağzına almaz. "İsmim yeterli der", geçer.
Kime ne? Kim ne bilsin? Kim bu kadar basit bir sorunun cevabına müdahil olup, "hayır, sen o değil, şusun" veya "o, öyle değil", "doğrusu da budur" desin? Bizzat o kimliği taşıyandan daha mı iyi bilecek? Nüfus istatistiklerindeki devlet veya hükümet kafası belki.
Ama, maalesef, daha geçen hafta içinde bir yerde okudum; bir ilçede mi ilde mi tam anımsamıyorum ama bir devlet görevlisi, bir memur, bir Kürt vatandaşı, "Sen Türksün, Türkçe konuş" diye haşlayıp azarlamış! Memurlar bulundukları yerdeki yasalları bilmek zorunda değil mi? Memur bey vatani vazifesini yapmış mı oldu, yoksa haddini bilmezlik mi? Siz karar verin.
* * *
Eh ne yapalım, eğitim hayat boyudur. Üniversitede bitmez, onlar, değilse, çarnaçar çocukları veya hiç olmazsa -iste, isteme- gün gelir, torunlarının çocukları öğrenip, torunlarına da öğretir. İşte mesela öğrenilebilecek yepyeni bilgiler:
* * *
Ethnologue- Languages of The world (Gary Simons, 21 Şubat 2020) sitesine göre bugün dünyada 7 bin 117 dil konuşuluyor. Bu istatistik bile Allah'ın emri değil ve her yıl değişiyor: Örneğin, dilbilimci David Crystal, 1999 yılındaki bir makalesinde dünya da 6 bin dil konuşulduğunu yazmıştı. ("The Death of Language")
Nasıl oldu bu iş? Bir kere dünyada tanımadığımız çok farklı insanlar olduğu gibi çok sayıda ismini hatta varlığını bile bilmediğimiz etnik grup ve dil mevcut. Örneğin, Amazon ormanlarını veya güneydoğu Asya'daki onbinlerce kilometre kare ormanı, Bolsanora gibi, Trump veya Modi gibi cahil hükümetler yakıp yıkıp ağaçları kereste olarak oraya buraya, okyanus aşırı, kıta aşırı sattıkça, aç ve açıkta kalan yepyeni etnik grupların, çok farklı dilleri, kültürleri, inanç, ve ahlak ve şarkıları ile gün yüzüne çıktığını, yaşadıkları yepyeni hastalıklardan (maalesef en çok bundan) öğreniyoruz.
Bildiğimiz bazı diller ise ölüyor veya kaybolup gidiyor; çünkü o dili konuşan son kişi ölüyor (Ibıhça gibi). Dünyanın politik yüzü nasıl değişiyorsa, dünyaya egemen diller de, yaşayan ve ölen diller de farklılaşıyor. Bazen ölmekte olan bir dili büyük gayret ve eğitim sisteminde yapılacak değişikler ile yaşatmak mümkün. Bunun bilinen en başarılı örneği İbranice, literatürdeki ifadesi ile "zombi dil" olmaktan kurtarılıp bugün İsrail'in resmi dili olmuş durumda. Birleşik Krallık'ta da kısmen başarılı çalışmalar mevcut. En iyi bilinenlerden biri, sadece Korniş dili ile konuşabilen son kişi 1777 yılında ölmüş. Kornish, Gal dillerden biri. Halen konuşan sayısı bine yakın ama oralı bir şarkıcı bu dilde bir şarkı yazıp okumuş bile: Galli şarkıcı Gwenno Saunders. Yazıp okuduğu şarkının ismi de: "a eus le rag hwedhlow dyffrans?" (Farklı hikayelere yer var mı?)
Ethnologue sitesinin tahminine göre dünyadaki mevcut dillerin yüzde 40'ı yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Bazılarını konuşan insan sayısı bin kişinin altına düşmüş. Buna karşılık, dünyanın yaklaşık yarısı 23 dili konuşuyor.
* * *
Bu topraklarda "Kürtçenin yasak bir dil olması, Cumhuriyet tarihiyle birlikte başlayan bir süreç. Osmanlı İmparatorluğu'nda "Kürt" ve "Kürdistan" kavramları resmen kullanılıyordu... II. Meşrutiyet döneminde çok sayıda Kürtçe yayın vardı. Cumhuriyet'in kurulmasıyla birlikte, ...tek ulus, tek dil yaratma gayreti içinde, Kürt dili ve kültürü fiilen yasaklandı (marksist.org). Oysa Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş zeminini oluşturan Lozan Anlaşması'nın 39. Maddesi'nde, "Herhangi bir Türk yurttaşının gerek özel ya da ticari ilişkilerinde, gerek din, basın ya da her türlü yayın konusunda ve gerek toplantılarda herhangi bir dili serbestçe kullanmasına karşı hiçbir sınır konulmayacaktır" anlayışı kabul edilmişti.
Yasal olmayan yasaklar 12 Eylül 1980 darbesinin iktidarı "seçimle" devretmesine yakın, kanunlaştı. Referandum sonucu 9 Kasım 1982'de yürürlüğe giren 12 Eylül Anayasası'nın 28. maddesinin ikinci fıkrasında, "kanunla yasaklanmış her hangi bir dilde yayım yapılamaz" diyor ve 19 Ekim 1983 tarih, 2932 sayılı yasa da bu anlayışı destekliyordu. 2932- "Türkçe'den Başka Dillerde Yapılacak Yayınlar Hakkındaki Kanun"un ikinci fıkrasında yasak diller şöyle tanımlamıştı: "Türk Devleti tarafından tanınmış bulunan devletlerin birinci resmi dilleri dışındaki herhangi bir dille düşüncelerin açıklanması, yayılması ve yayınlanması yasaktır."
Çok sayıda insanı hapse attıran, hatta ölümüne yol açan yasanın ömrü, hepi-topu sekiz yıl olacak, 12 Nisan 1991 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 23 e) bendi "Türkçeden Başka Dillerle Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun"un ile yürürlükten kaldırılacaktı.
* * *
Öte yandan, siz/biz/onlar öğrendiklerimizi, istediği(nizi-mizi) düşünüp yazalım, istemediğimizi ısrarla söyleyelim Türkiye gibi diğer bazı tuhaf memleketlerde bu işler, özellikle de kimliğiniz, diliniz, coğrafi, biyolojik, genetik gerçekler, ne biyolojinizin hakikatlerine, ne de arzunuza uygun olarak değil, devlet, hükümet kanun ve kararları bağlamında "ince ince işlenip", o bağlamda değerlendirilip Tanrı Hükmü'nde karara varılıyor.
Nüfus Müdürlüğü ne der, sen ne yaparsın? "Olmaz, Berfin Türkçe bir isim değil, bebeğine onu koyamazsın. İstersen Beril yapalım, olsun bitsin" ikramını buyurmaz mı o makama taze oturtulmuş genç memur. "Bir harfi sen at, ikisini ben ekleyim" deyip adama dünyanın yuvarlak olduğunu hatırlatır mısın? Hatırlatabilir misin?
Gel de çıldırma!
* * *
Devlet niye bu işe karışsın? Ona ne? diye sorabilirsiniz. Bence ayağınızı denk alın, tercihen sormayın! Bazı ülkelerin hayatlarının, bazı dönemlerinde "kimmiş bu isim değiştiren, ona ne?" diyemezsiniz işte bu kadar. En alt düzey memur, hatta bir emir eri veya nüfus müdürlüğünde temizlik işleri yapan bir görevli bile işe karışabilir. Başka çaren yok: "Sus ve otur".
* * *
Tuhaftır: Belki Lice'nin bir köyünde Kürt bir anne-babadan doğdunuz, ömrünüzde Kürtçe'den başka bir dil öğrenemediniz, (diyelim kadın olduğunuz için çünkü erkekler askerde çarnaçar Türkçe öğrenir). Ne derseniz deyin, kiminle kavga ederseniz edin, inat inattır; siz Türksünüz, Kürt diye bir etnik kimlik yoktur ve ne konuşursanız konuşun, konuştuğunuz Allahın emri, Peygamberin kavli ile Türkçe'dir. Değilse, hemen, derhal değiştirin.
Oysa ben, bunların üstünden, 1980'lerin ve 80 yıllık Cumhuriyet inadının altından, ardından, yanından, üstünden epey sular aktığını, hiç olmazsa bazı konularda olukların, kilerin ve damların temizlendiğini, Kürtlerin de hiç olmazsa, lehçeleri Kurmanci, Sorani, Lorani, Gorani ve Zazaki (Zazaca) bağlamında rahata kavuştuğunu sanıyordum. (Aslında Kürtler ve Zazalar arasında da bitmeyen bir tartışma var sanırım. Zazalara göre Zazaca bir dil; Kürtlere göre ise, lehçe.)
Vah ki vah! (İki dili de bilmediğime, dilbilimci harikası, bir Chomsky olmadığıma göre bu konuda benim karar vermem, hiç mi hiç doğru olmaz. Chomsky bile uzun uzadıya meseleyi inceleyip bir master veya doktora tezi yazmadan bu işin içinden çıkamaz, sanırım.)
Neyse efendim, sanıyordum ki Kürtçe'nin, Farsça ile aynı dil ailesi grubunda ve Hint-Avrupa dillerinden biri olduğu dilbilimsel gerçeği herkesçe anlaşılmış ve kabul görmüştür. Sanıyordum ki, Türkçe ise bilindiği (!) üzere Macarca ve Fince ile aynı dil grubuna ait olup, o dil grubunun adı da Ural-Altay dilleridir. Ne var ki bu çok basit gerçeği, Türkiye devletli hükümet insanları 20. yüzyılda tam kavrayamadıkları gibi, belki 21. yüzyıl başlarında, şimdilerde de yeterince iyi anlayıp hazmedememişlerdir. Maalesef. Öyle olmalı ki, yazının başında bahsettiğim devletli kişi, karşısındaki başka bir kişiyi, hiç utanıp sıkılmadan, sakınmadan, konuştuğu dil nedeniyle böylesine azarlasın.
Dil konusunda Türkiye'de bir tabu olduğunu hem biliyor, hem de bilmiyordum. Ne kadar alengirli ve tehlikeli olabileceğini ancak 1983'ten sonra öğrendim. Ama bir antropolog olarak pek de aldırmadım; "bilimsel" olana ben vakıftım, nasılsa".
1980'lerde Cumhuriyet gazetesinde çalışırken, Ankara'da, ANAP'lı Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek ile makamında konuşmaya gittim; yani gazetecilik yaparken antropoloji bilgimi paylaşmakta pek mahzur görmedim. İki saatlik görüşmemiz sırasında Namık beye, Kürtlerin dilinin, şarkılarının, kitap ve gazetelerinin niye yasaklandığını bunun çok saçma olup olmadığını, değişik sözcük ve cümlelerle 23 buçuk kere falan sorup anlattım.
Türkiye'ye biraz yabancı görünüyordum o sıralar belki, 10 yıl dışarda bir yerlerde doktora yapmıştım. Namık bey, ya cahilliğime verdi ya da belki kısa akıllı bir yabancı olduğumu düşünerek, "atın şunu içeri" demek yerine, bana Türkiye politik gerçeklerini açıklamaya, anlatmaya çalıştı. Ben de ona bildiğim antropolojik gerçekleri. Hangimiz kazançlı çıktı bilmiyorum ama el sıkışıp ayrıldık.
Ama, benim amalarım bitmedi. Kürtçe, dünyadaki tüm diğer lisanlar gibi bir lisan. Türkiye'de 10-15, belki-20 milyona yakın Kürt insan yaşıyor, bir o kadar insan bu dili konuşuyor. Sonra, İran, Irak, Suriye ve Rusya'da da Kürtçe yazılıp çiziliyor.
Gel gör ki 1980'lerde güneydoğuda ve hatta Türkiye'nin batısında, sözüm ona "açık" toplumda olduğu gibi, cezaevlerinde de insanların Kürtçe konuşması, Kürtçe şarkı söylemesi, Kürtçe gazete-kitap yayınlaması yasaktı. Hatta cezaevindeki oğlunu görmeye gelen bir Kürt ananın -askerlik yapmadığı için Kürtçe dışında bir dil bilmezdi doğal olarak- oğlu ile Kürtçe konuşması yasaktı. Hangi akla sığar? Hangi beyin böyle saçmalığı kabul edebilir?
"Gerçek değişim tabandan başlar" derler ya siz, siz olun, Kürtçe konuşan bir insana rastlayıp sakın ona, hocalık yapmaya çalışan memur olmayın. Tercihen Kürtçe öğrenip, çocuklarınıza da öğretin, insanlara saygınızı, kültürünüzü, dünyanızı, ufkunuzu zenginleştirin.
Okurumuzun bir ricası için yetkililere sesleniyoruz. Okurumuzun talebi şöyle:
"Ağustos ayı SMA hastalığı ile mücadelede farkındalık ayı. Spinal Musküler Atrofi, kısa adıyla SMA, kalıtsal ve ilerleyici (progressive) bir kas hastalığıdır. İstemli kasların güçsüzlüğüne ve erimesine (atrofi) yol açan SMA, sinir-kas (nöromüsküler) hastalıkları grubuna dahildir. Motor sinir hücrelerinin bir mutasyon nedeniyle SMN (Survival of Motor Neuron) proteinini yeterli miktarda üretmemesi sonucunda ortaya çıkar bu hastalık.
Devletimiz sayesinde çocuklarımızı hayatta tutan Spinraza (Nusinersen) ödeme kapsamındadır. Ancak, yaklaşık 2 aydır ilaç anlaşmasının yenilenmemesi sebebiyle gerekli dozlar alınamamaktadır. Çocuklarımızın kazanımlarının geriye gitmemesi ve hayatlarını riske atmamak için bir an önce ilgili firmayla ilaç temini anlaşmasının imzalanması talep ediyorum. Bizlerin kaybedecek inanın bir günü bile yok."