21 Temmuz 2020

Bir özür dolayısı ile 20. yüzyıl sonu Türkiye'sinin OHAL'inden dostlarım

kim bilir, uzaktaki birileri olur da bu satırları görürlerse, o can dostlarımın da belki gözleri yaşarır ve beni arar umudu. Ama hiç olmazsa onları unutamadığımı ve çok çok özlediğimi bilsinler

Önce çok önemli bir özür:

Geçen haftaki "Çokkültürlülüğün bir Türkiye Serüveni" yazımda, Türkiye'de çokkültürlülüğün yok edilişine dair andığım olaylar arasında 1980'li yıllarda 2.5 milyon Kürt ile beraber Ezidi, Süryani ve Keldani'nin de köylerinden, evlerinden, yurtlarından zorla göç ettirildiğini, evlerinin, hayvanlarının, kışlık yiyecek stoklarının, tüm köylerin, mezraların yakılıp yıkıldığını, tanıdığı olanların civardaki kasaba-kentlerde yaşayan eş-dost-akrabanın yanına, zaten kalabalık evlere dağıldığını, imkanı olanın da daha batıda, büyük kentlere yerleşmek zorunda kaldığını, bir kısmının ise yurt dışına göç ettiğini yazmayı ihmal etmişim.

Oysa 1980 ve 1990'larda herkesin OHAL bölgesi diye bildiği o canım coğrafyaya çok defa gazetecilik, bir kaç kere de Avrupalı insan hakları profesörlerine ve milletvekillerine çevirmenlik yapmak için gidip geldim.

Yakılmış, yıkılmış, terkedilmiş köyleri, artık hırsızların mekanı olan duvarları yıkık evleri, kapıları/camları kırılmış tek göz yuvaları bizzat gördüm. Geçen haftaki bu affedilemez ihmalimden dolayı çok üzgünüm ve özellikle de bu acıları bizzat yaşayanlardan çok, çok özür diliyorum.

15 yaşından sonra Türkçe ile beraber okuma yazmayı öğrenen o zeki, hazırcevap ve sert Leyla Zana'yı Diyarbakır'da tanıdım. Söylendiği kadar güzeldi. Tahminimden daha sert ve hazırcevaptı. Ve çook gençti. Bilge, dünya tatlısı Mehdi Zana ile oralarda tanıştım, konuştum. Bilirsiniz, Leyla Zana önce SHP'den, sonra bağımsız milletvekili oldu, sonra da, on yıl hapis yatarken, Mehdi Zana çocukları yetiştirmek için yurt dışına taşındı. Şimdilerde ara sıra memlekete geliyor sanırım, ama ben henüz onu göremedim.

İş insanı Yaşar Kaya'yı Özgür Gündem'de gazetecilik yaptığım kısa dönemde tanıdım. Çok hoş, hem de komikti. (Birkaç yıl önce Diyarbakır'a döndüğünde hastaydı. Ve, ne yazık ki onu bir daha göremedim. Rahmet olsun.)

1990'da, küçük bir kaplumbağa araba ile bir Diyarbakır seyahatimiz bile var: Gazetenin Diyarbakır temsilcisi gencecik Hafız Akdemir Diyarbakır'da öldürülmüştü (o yılların maalesef, sık rastlanan faili meçhul cinayetlerinden).

Cenazeyi kaldırmaya ve OHAL Bölge Valisi Ünal Erkan ile konuşmaya gittik. Sanırım 6 kişi o kaplumbağa arabaya sığmıştık. Erkeklerden bir veya iki kişi akşamüstü yola çıktığımızda arabayı kullandı. Saat oldu geceyarısı 12. Bana dediler ki: "Hadi, sıra sende".

Ben gece 12'den sonra tek iş yapabilirim oysa; yatağa girip uyumak. Kızdım biraz; ama çarnaçar direksiyona geçtim. Allahtan yollar boş, "şöför şahsım" da yarı uykuda; araba yolun sağ kıvrımından dosdoğru sol kıvrımına doğru, bir o yana, bir bu yana savruluyor; Erkeklerden biri korkudan uyumamış, iki de bir beni dürtüklüyor. Malatya'ya iki-üç saat kalmış olmalı. Artık yetti; dayanamadım. Kenarda bir ağaç altı gördüm, kimseye sormadım: arabayı ağacın altına park ettim; ben de yanına, dümdüz toprağa yattım. İki de bir yanıma gelip "hadi uyan gidelim" diyen beş erkeğe de aldırmadım. Yine de sabah çok geç olmayan bir saatte hepimizi cenazeye yetiştirdim.

1980 ve 1990'larda oralarda ve zorunlu göç ile İstanbul'a gelenler arasında tanıdıklarım, kimi yersiz-yurtsuz kalanların bugünlerde nerelerde, nasıl yaşadığını, neler yaptığını ve yapamadığını çok sık düşünüyorum. Bazısını biliyorum; ama çoğundan hiç haberim yok. Bazısını burada anabilirim, ne yazık ki çoğunun nerelerde olduğuna dair en ufak bir fikrim bile yok. Ne biçim bir insanım?

Çok sevdiğim ve kısa bir süre beraber çalıştığım bir arkadaşım, gazeteci idi. Gazeteciliği bıraktığı yıllarda, 40 yaşından sonra İstanbul Üniversitesi'nde hukuk okudu. Şimdi koca bir avukat, oğlu da hukuk okuyacakmış. Ne kadar zoru başarmış olduklarının farkındayım; ama bu süreçte onlara bir faydam oldu mu? Hiç. Koca bir hiç...

Bir kadın arkadaşım vardı; çok sevimli, çok komik, tam bir cin, her şeyi bilir, her şeyi işitir. Siyah kıvırcık saçlı, çok güzel, epey de genç, benden en az 15 yaş daha genç olmalı. Muhasebeci idi. Muşluydu diye aklımda kalmış. Evlendi. Kocası yurtdışına göç edince o da bir yıl kadar sonra onu takip etti. Oralarda bir kızı olmuş, eşinden boşanmış ve üniversiteyi bitirmiş diye işittim. Gittiği ilk yıllarda, buralara her geldiğinde mutlaka arar, beni ziyaret ederdi.

Şimdilerde epeydir nerede, nasıl, hiç haberim yok maalesef. Belki yıllar içinde geliştirdiği farklı dünyasını bilmemi istemiyor ya da ülkenin giderek zorlaşan, insanları köşeye sıkıştıran, paylaşma, konuşma ortamını bile zorlayan nedenlerle buralara uğramayı aklından geçirmiyor. 1980'leri, 1990'ları yaşarken, çünkü, bizler, çoğumuz, sonraki yılların hep daha güneşli, daha herkesi kucaklayan, dünyaya, yeni bilgilere, kalbi, gönlü, siyaseti de çokkültürlülüğe, demokrasi ve eşitliğe saygılı olacağını düşlemiştik.

1991 Irak savaşı sırasında bir Süryani arkadaşımla kısa dönem beraber çalıştık, bir yardım kuruluşunda. Gazeteci, akıllı, efendi ama çok ürkek bir insandı. Onun sayesinde birkaç kere Süryani ve Keldani kiliselerine gittim İstanbul'da, farklı Süryanileri, Keldanileri tanıdım. Arkadaşım evlendi ama diğer pek çok Süryani gibi ve İsveç'e göçtü. Nerede? Ne yapıyor? Ara sıra memlekete geliyor mu? Bilmiyorum.

Sonraları farklı Süryani ve Keldanilerle Mardin ve Diyarbakır civarlarındaki kilise ve manastırları dolaştım. Bir sefer çok şaşırmıştım. Sabah erken bir dua vakti idi. Bir kiliseden içeri girdik: Bir baktım bir grup inançlı Süryani, aynen Müslümanlık'ta olduğu gibi ama kilisede yere oturmuş kendi duasını/ayinini yapıyordu. Oturacak tek bir sıra, sandalye, koltuk yoktu koca kilisede. Camideki gibi herkes "namazını" yerde kılıyordu.

"Bu bölük pörçük hikâyeleri ne diye anlatıyorsun?" diye kızan birileri çıkacaktır muhakkak. Bir nedenim geçen haftaki unutkanlığım nedeniyle hepsini yeniden hatırlarken, bilmeyenlere de aktarmak; bilenlere de anımsatıp birilikte anmak... Ve, daha da önemlisi, kim bilir, uzaktaki birileri olur da bu satırları görürlerse, o can dostlarımın da belki gözleri yaşarır ve beni arar umudu. Ama hiç olmazsa onları unutamadığımı ve çok çok özlediğimi bilsinler.

Yazarın Diğer Yazıları

Açıkkkk

Herkese ama özellikle tüm Açık Radyo çalışanlarına bol sevgi, çok çok çok saygı ve çooook teşekkürlerimle

İnananların affına, umursamazların aklına, inanmayanların bağrına sığınarak...

Şimdilerde ise inançlı kişileri ve inançlarını korumaya almam, bunu üstüme vazife edinmem eş-dosta da biraz tuhaf geliyor olabilir.

Feleğin sillesinden geçmiş solcular, dinci sağcılara çektirilen acıları göremez iken

Dolayısı ile 21. yüzyılda ülkedeki “Kötülük Özneleri” sayısı bir arttı. Kürtler, ama artık özellikle silahlı PKK, solcular ve Alevilere, Fetullah Gülen'in silahsız hareketi “yoldaş” edildi.