Tüm Barışçı akademisyenler ve destekçileri 22 Nisan Cuma günü 14:00’te Çağlayan Adliyesi’ndeki Muzaffer-Meral-Kıvanç- ve Esra’nın duruşmasında buluşacağız. Can Dündar ve Erdem Gül’ün duruşmasından hemen sonra ve aynı savcı, İrfan Fidan bey ile birlikte.
Bu hafta hedef Bakırköy... T.C. Adalet Bakanlığı İstanbul-Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nun yolunu da bilmiyorum. Sağa-sola sorup öğrenmeye çalışıyorum. Her kafadan bir ses. Sonra biri “En kolayı metrobüs ile gitmek” dedi.
Gel gör ki bu metrobüs denen şey metro mudur, büs müdür, bus mudur? Nedir? Ne kadar güvenlidir? Niye ikide bir kaza yapar, durduk yerde yanar, ya da patlar? Bilmem. Sadece ayrılıkçı otoyollarda özel-şahsi bir konuma sahip olduğunu görürüm kimi zaman. Nerden kalkar nereye varır? Durağı-oturağı vesairesi var mıdır? Raydan çıkan Marmaray’dan ne kadar farklıdır, mıdır?
Her neyse sahil yolundan (Kennedy caddesi imiş) vardım Bakırköy, akıl sağlığı hastanesi ile nerdeyse iç içe, içim açıldı- yeşiller içinde bir cezaevi, hatta yüksek duvarların içinde bile ağaçlar var...
Demir kapısı aralanınca baktım ufak pencereli enine uzunca, birkaç katlı bir bina, duvardan görünmüyor. Yaklaşık 15-20 dakikada bir, tepeden, alçaktan geçen uçak sesi- hapis olsam şikayet ederim kesin - cezaya ek ceza- sinir bozucu.
Boğaziçi Üniversitesi’nden bir grup, çoğu hoca, genç hocalar, daha orta yaşlı hocalar, bir kaçı emekli bile olabilir. Yeşim Arat, Sevda, Selçuk Esenbel şu an isimlerini hatırladıklarım ama başkaları da var. Önlerinde balonlar-çiçekler-bol simit-bol pasta-açmalar-çilekler. Hepsi herkese ikram.
İstanbul Üniversitesi’nden Zeynep Kıvılcım. CHP'nin Üsküdar şubesinden bir jipi ve ilçeden destek için gelenler. Aka-Der ve Kaldıraç Dergisi’nden gençler. Bu sefer şarkılar, müzik ve tef onlardan ve bir de sempatik, güzel sesli, bisikletli bir Bakırköylü hanımdan.Bunu yazmak bile utanç verici ama işte doğru. Maalesef. İlk defa gidiyorum onları uzaktan görmemeye! Oysa Esra Mungan’ı yıllardır tanırım- belki bilirim demek daha doğru... Doksan derece demeyim ama, dik, epey epey dik yokuşlardan bisikletle yukarı tırmandığı günleri unutmak pek olası değildir. Şimdi bekliyorum çıksın da o enerjik, insanı hem kendinden utandıran hem de şevklendiren hızlı yürüyüşü, ya da bisikleti ile yokuşları tırmandığı, veya geç saatlerde üniversiteden dönerken bindiği ve içinde uyuyakaldığı otobüslü günler geri gelsin diye.. yokuş-dağ-dere-tepe (ve eminim deniz-okyanus) ona ne yazar- çeşitli engelleri aşmaya devam etsin. Varsa yoksa üniversite, barış ve sevdikleri.
Bakırköy’deki diğer barışçı akademisyen Meral Camcı ile şahsen ve fiziki olarak hiç görüşmedim. Ama nerde görsem tanırım. Her yerde resimlerine baktım. Her yerde gördüm. Ezberledim sayılır.
Belli ki o da pek normal, sıradan biri değil; kimya mühendisliği’nden mezun olup, batı dilleri dili ve edebiyatılarından yüksek lisans yap, sonra da sosyal bilimler enstitüsünde çeviribilimden doktora yap. Genç yaşta evlen, şimdi Fransa’da üniversitede okuyan bir kocaman çocuğu olsun! Akademisyenlerin “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attığı gibi, bir de Avrupa’dan kendi ayağı ile gelip, mahkemesiz falan tutuklanıp cezaevine gir.
Ne diyelim? Bu devlete kolay gelsin! Bunlarla başa çıkılmaz. En iyisi bırak ne yaparlarsa yapsınlar- ne halleri varsa görsünler. Devlet-hükümet bir yana, alttan girip, üstten çıkarlar, dağı deler, kayadan sızar, otoyola varır; düzlük, tepe, yokuş, iniş demez Ankara’nın göbeğinde, Meclis’in oturumuna çıkıverirler. Yerlerinde tutamazsın, mümkün değil.
18 Nisan 2016 günü Esra ve Meral’e destek için gelenler Bakırköy Kadın Cezaevi önünde yarın-öbür gün çıkacaklar, sonra kim bilir hangi barış hareketine öncülük edecekler, kan-ölüm-yıkım ve silah yüklü topraklara gidip barış nöbeti tutacaklar. Olacak iş değil. Vatandaşlıktan çıkarırsın yeni bir pasaportla çıkarlar karşına; dünyanın çeşitli yerlerinde akademik kurumlar onlara kapılarını çoktan açtı bile. Sen istemesen onları kapışacak bir dolu ünlü akademik kurum var dünyada- hem de en iyi koşullarda.
ABD’nin neredeyse tek bağımsız radyosu (National Public Radio da bağımsız, derler, ama nereye kadar?) Demokrasi Now (Demokrasi Şimdi) kurucu ve sunucusu Amy Goodman demişti: “Hareketler fark yaratır” o minvalde bir şey. (Movements matter)
Türkiye’nin çok çeşitli barış hareketleri de fark yaratacak- barış getirecek, yarın değil belki, ama yakında. İktidarlar endişeleriyle bekleye dursun vicdani redcilerden Barış Meclisi'ne, Barış için Kadın Girişimi’nden barış isteyenlere, Barış Bloku’ndan Barış için Kadın Koordinasyonu’na, Kocaeli Barış Platformu’ndan Barış İçin Edebiyatçılar İnisyatifi’ne, Barış İçin Avukatlardan Barış İçin Hukukçulara, Barış İçin Vicdani Redcilerden, Barış isteyen fotografçılara, Barış İçin Herkes’ten Barış İçin Gazetecilere, Barış için Yayıncılardan Barış İçin Ekoloji Aktivistlerine, Barış İçin Müzisyenlerden Barış İçin Sağlıkçılara, Halk Kazanacak’tan Çocuklar İçin Barış Girişimi’ne...
Say say bitmez... Erdoğan ve Davutoğlu beyler mikrofonlardan, radyolardan her saat başı, en yüksek desibellerinde haber saatlerini doldurup boşalttıkça, saat başı yeni bir barışçılar grubu oluşuveriyor.
Tek tek sayarken kimi unuttum bilmiyorum artık! Aman kızmayın: adresim aşağıda, ya da yukarıda bir yerde; hemen yazın.
“Barış İçin Özgürlük Nöbeti” var bir de, dakikaları geriye sayıp duruyor, 22 Nisan saat 14:00’e kadar şu an, (19 Nisan sabahı, saat 11:35 civarında) 3 gün 2 saat 25 dakika ve 40 saniye var.
Not 1: 9 Nisan 2016 Cumartesi günü ta Eskişehir’den kalkıp Silivri’ye Barış Akademisyenlerinden tarihçi Doç. Muzaffer Kaya ve Matematikçi Doç. Dr. Kıvanç Ersoy için Osmangazi Üniversitesi'nden gelenleri yazmayı unutmuşum geçen hafta. Nasıl unuturum! Çok üzüldüm. Suçum affola. Anadolu Üniversitesi’nden gelenler ile birlikteydiler. Birlikte şarkılar söylediler.
Not 2: Bu arada matematikçi Kıvanç Ersoy’un Cumhuriyet gazetesinde 19 Nisan’da yayımlanan hikayesinin birinci bölümünü mutlaka okuyun. Çok hoş. Devamı da yarın.