11 Kasım 2022

Sıra TOGG'un renklerini saptamaya mı geldi?

İktidarın seçim öncesi gündemde manşetlere taşımaya çalıştığı yerli ve milli araba TOGG gerçekten büyük bir başarıyı mı simgeliyor, yoksa ilkedeki yanlışı mı? Sorun, tasarımın Vinfast marka SUV tasarımıyla çok benziyor olması, çeşitli bölümlerinin bir sürü kaynaktan edinilmesi, parça tedariği ve servis ağının oluşturulup bu konuda yıllarca çalışmış rakipleri arasında tutunmasının güçlüğü müdür? Yoksa bu yerli ve milli arabanın, ancak gelir düzeyi yüksek olanlarca edinilebileceği, halkın çoğunu mutlandıracak bir düşünce tarzı ile ele alınmamış olması mıdır?

Cumhuriyetimizin 99. yılını yeni yüz akımız olduğu söylenen TOGG ile kutladık; şimdi renkleri kırmızı mı olsun, yeşil mi gibi ayrıntıları tartışmaktayız. İktidar ve yandaşlarına göre bu olgu, sanayide varmış olduğumuz aşamanın görkemini yansıtmaktadır. 

Öyle midir?

Doğru bir karara varabilmek için meseleye değişik açılardan bakılmalı: Bunlardan biri, belki de en önemlisi, devlet otomobil yapımını bu kadar önemseyecek, teşvik edecekse konuya yaklaşım felsefesinin ne olması gerektiğini doğru saptamaktır. Devlet, ekonomik durumu ortalamanın çok üstünde olan yurttaşlarının alabileceği bir otomobil üretilmesini mi, yoksa geliri daha düşük ve giderek azalan vatandaşlarımıza yarayacak bir araç sağlamayı mı hedeflemelidir?

Doğru yol, ikinci şıkkın yeğlenmesidir. Aslında konu, seçime yaklaşıldığında parlatıldığına, gümbürtülerle duyurulduğuna göre iktidara yarar sağlayacağı düşünülmektedir. Sadece geliri yüksek olanlara değil, halkın geliri giderek azalan çoğunluğuna yarayacak bir otomobil üretmek politika açısından daha verimli olurdu.

Tasarımın Vinfast marka SUV tasarımıyla çok benziyor olması, çeşitli bölümlerinin bir çok kaynaktan yüksek oranlarda edinilmesi, parça tedariği ve servis ağının oluşturulması konularındaki sorunlar, bu alanda yıllarca çalışmış rakipleri arasında tutunmasının güçlüğü konularındaki itirazlar yerindedir ama atılımın, halkın çoğunu mutlandıracak bir düşünce tarzı ile ele alınmamış olmasını eleştirmek muhalefet açısından, daha doğru ve daha verimli olurdu.

1930'larda, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ekonomik olarak çökmüş olan Alman halkının oyu ile iktidara gelen Nazi rejimi, yandaşlarını çoğaltmak için halkın ekseriyetinin satın alamayacağı değil, bunun tam tersine, geliri kısıtlı vatandaşların da edinebileceği ucuz bir otomobil modeli üretmenin yolunu tutmuştu: "Halk arabası" yani "Volkswagen" adı verilen bu taşıt aracının satış fiyatının 1.000 Reich'ın (yaklaşık 140 dolar) altında olması amaçlanmıştı. O günlerde ortalama bir Alman işçisi, 7 ay 3 haftada kazanacağı ile yani 31 haftalık maaşıyla bu aracı edinebiliyordu. 1934 de elli kişiden ancak birinin otomobile sahip olduğu bu ülkede üretimine girişilen Volkswagen'in iki yetişkin ve üç çocuğu taşıyabilecek yakıt tasarruflu bir araç olması uygun görüldü.

Peki, bu kadar zaman sonra bizde ne oldu?

ÖTV dilimine göre hesaplandığında TOGG'un C-segment SUV modelinin satış fiyatının 900 bin - bir milyon lira civarında olacağı söylenmektedir. Türkiye'de çalışan işçinin aylık gelirinin asgari ücretin yaklaşık yüzde on üstünde yani 6500 lira civarında olduğunu, işçi ve memur emeklisinin ise aylığının 4500 lira civarında olduğunu hatırlarsak çalışmakta olan bir işçinin TOGG'u 13 sende, emekli bir memurun ya da işçinin ise bunu ancak 18.5 yılda alabileceğini anlarız.

Durumu, Haiku şairi Rosaliene Bacchus güzel anlatır:

Hiçbir fırsatı kaçırmazlar 
Görülmemiş bir kar dışında
hiçbir kutsala bağlı değillerdir aslında
 

Selçuk Erez kimdir?

Selçuk Erez lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde tamamladı.

Daha sonra New York Columbia Üniversitesi Presbyterian Tıp Merkezi’nde kadın-doğum, Houston Baylor Üniversitesinde jinekolojik onkoloji eğitimi aldı.  

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde emekli profesör.

Bilgi Üniversitesinde Yaratıcılık” dersini vermekte.

2014-2018 İstanbul Tabip Odası Başkanlığı görevini yürüttü. 

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Onur Üyesi.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kralın yalakaları

Maliye Bakanı basın toplantısında “darbe” lafının duyan gazetecilerin merakı üzerine, “Yanlış anladınız. Darp etmek, vurmak demektir, eğlenirken üstüne vurulan çalgı aletine “darbuka” deriz. İşte biz bu vergiyi, çalıp oynamayı yani neşeli bir şeyin habercisi olacağı için böyle adlandırdık” dedi.

Diktatörler ne zaman giderler?

İktidarının sonunun yaklaştığını daha kolay kavrayabilecek bir diktatörün gereksiz çatışmalara girişmek yerine muhalefetle bir şekilde uzlaşıp yerini terk etmesine, böylece belki de yanlışlarının, günahlarının tarih nezdinde daha mülayim bir üslupla irdelenmesine yol açabilir

Bu bebeklere şiddet uygulayanlar onlar mıydı?

Hastanelerde tutulan doğum tutanaklarının -bu konuda yanlışlıkları önleyecek veriler içerebileceklerinden- eksiksiz, doğru ve sonradan değiştirilemeyecek nitelikte olmasının sağlanmasının da şart olduğu kavranmalıdır

"
"