Siz değerli okuyucularımı koluma takıp, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesindeki “İBB Miras”ın kapsamlı restorasyon ve yeniden işlevlendirme çalışmalarıyla yeni bir yaşam alanına dönüştürülen tarihi bir başka yapıya götürüyorum bugün. Eyüpsultan İlçesinin Defterdar Mahallesi sınırları içinde, Haliç kıyılarında yer alan, Osmanlı döneminin önemli sanayi tesislerinden biri olan Feshane-i Âmire ya da şimdiki adıyla Artİstanbul Feshane.
İBB Kültür Varlıkları Dairesi mensuplarından, daha önce de adını andığım Ayberk Soyyiğit’in refakatinde ziyarete gittiğimizde bizi İBB Artİstanbul Feshane Direktörü Bahar Çelik karşıladı. Bahar Hanım, İst. Üniv. Edebiyat Fakültesinden Sanat Tarihçisi olarak mezuniyeti ardından Yıldız Teknik Univ. Sosyal Bilimler Fakültesinde Müzecilik dalında Yüksek Lisans yapmış. Feshanenin geçmişi, “İBB Miras” kapsamındaki restorasyon süreci ve devreye alınması ardından gerçekleştirilen sergiler, söyleşiler, eğitim ve seminer faaliyetleri hakkında bilgi dolu, sular seller gibi akıcı anlatımlarıyla gönlümüzde özel bir yer kazandı. Şimdi gelin, sizler de benden dinleyin neymiş bu Feshane...
“Püsküllü bela!” fes!
Fesin Fas’tan, diğer yazılış şekliyle Fes’ten geldiğini bilir misiniz? Kaptan-ı Derya Hüsrev Paşa ta 1826’da kürek çekerken başlıklarının ağırlığı nedeniyle zorlanan kalyonculara fes giydirmiş. Derken günün birinde bunları denetlerken gören Padişah II. Mahmud, akıllıca bulup, kaldırdığı Yeniçeri Ocağı yerine kurduğu Asakir-i Mansure-i Muhammediyye (Muhammed’in Zafer Kazanmış Orduları) için yayınladığı “Kıyafet Nizamnamesi” kapsamına askerin kullandığı serpuş yerine fes giymesi kuralını da yerleştirmiş. Ama işte o zamandır tutucu çevrelerin kıyametleri koparıp, “Püsküllü bela!” diye ad taktıkları fese karşı ses yükseltmeleri. Fakat sonunda galip gelen Padişahtır, üstelik iki yıl sonra yayınladığı nizamnameyle sadece ordunun değil Osmanlı’da devletin ileri gelenlerine, bürokratlarına, ulemaya hatta halka dahi fes giymeyi zorunlu kılacaktır. İyi de, nereden bulunacak bu fesler? En iyilerinin imal edildiği Tunus’tan, Mısır’dan, Fransa’dan. Pahalı iş! Zaman içinde bu fesleri kendisinin üretmesi gerektiğine karar verecektir Osmanlı idaresi.
Art arda casuslar!
Şimdi geldik inanılmaz bir casuslar sürecine. Önce fes üretiminin tekniğini öğrenmesi gerekirdi Osmanlının elbette ve bu amaçla Mısır’daki fes tesisine bazı Osmanlı casusları işçi olarak sokulup bu bilgiyi edinmeleri sağlanır. Yani sanayi casusluğu yeni icat değil, o zaman da var! Fakat aynı zamanda Tunus’tan da bazı ustaların getirildiğini, bunların yanına 15 kalfa yerleştirilip teknik bilgiyi edinmelerinin amaçlandığını da biliyoruz. Ancak bu defa Tunus’tan gelen ustaların kendi ülkeleri adına casusluk yapıp, oradan yapılan ihracatın yavaşlamasını engellemek amacıyla çeşitli yöntemler kullanarak İstanbul’daki imalatı baltaladığına ilişkin tarihi kayıtlar var. Sonunda bir casus daha sokulacaktır devreye, Osmanlı yetkililer bunların aralarına Ankaralı bir Ermeniyi Türk kılığında bir işçi gibi yerleştirecek ve oynadıkları oyunun anlaşılmasıyla Tunuslu ustaların topu birden ülkelerine geri gönderilecektir.
Adım adım dev tesise
Önceleri başka mekânlarda başlanmış fes üretimine, ama fazla ayrıntıya girmeyeyim. Nihayet Defterdar’da, Haliç kıyılarında yanyana yer alan Hatice Sultan ve Beyhan Sultan Sahil Sarayları arazileri içinde yeni bir tesis kurulmasına karar verilecek ve inşaatın tamamlanmasıyla Feshane-i Âmire 1833’te faaliyete geçecektir. Fesin yanında aba ve halı da üreten tesisin yapısı ve teknolojisi, ilki 1843’te olmak üzere yurt dışından getirilen makine ve diğer malzeme ile kademe kademe yenilenecek, üretim artacak, ancak 1866’daki büyük yangında buhar üretim dairesi dışında her şey yok olup gidecektir. İki yıl sürmüş yeni ve daha geniş bir fabrikanın inşa edilmesi, yepyeni makinelerin getirilmesi ve devreye alınması. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) ardından fes yanında askeriyenin her türlü giysi ihtiyacının karşılamak üzere Serasker[i] emrine verilen fabrika 1921 yılına kadar bu işlevlerini sürdürmüş.
Her ne kadar günümüzde ayakta kalan sadece büyük dokuma salonu olsa da, aşağıdaki tarihi fotoğraflardan da görüleceği gibi Feshane zaman içinde ünlü Hassa[ii] Mimarlarından Krikor Balyan’ın tasarladığı pavyonların eklenmesiyle 1885’te 70 dönüm büyüklüğe ulaşan devasa bir tesise dönüşmüş. 1894 yılında fabrikanın bünyesinde “Sanayi Sıbyan Mektebi” adıyla yeni ustalar yetiştirmek amacıyla bir okul açıldığını da belirtmeden geçmeyeyim.
Feshane, tahmini 1900’lü yıllar (Salt Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi)
Üretimin yapıldığı (günümüzde mevcut bina dahil) ana binaların taşıyıcı elemanları Feshane için özel olarak Belçika'da tasarlanan ve üretilen çelik, içleri boş ayaklardan oluşuyor. Binaların birbirine kenetlenmiş profillerin meydana getirdiği çatı sistemi aracılığıyla yağmur suları toplanarak bu çelik ayakların içinden geçiyor ve binanın altındaki kanallara aktarılıyor. Böylece yapı bu drenaj sistemi sayesinde dış hava şartlarından arındırılmış oluyor. Yapıldığı dönemi düşünürsek, mühendislik açısından öncü bir sistemden bahsediyoruz.
XX. yüzyılın başlarına gelindiğinde Feshane, Hereke fabrikası ile birlikte Osmanlı ülkesinde dokuma üretiminin yarısını sağlamaktaymış. İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat, Feshane’nin çevresinde kaybettiği bazı yapılarla beraber çok büyük bir endüstriyel mirasın kütlesinin çekirdeğini oluşturduğunu, bunların İmparatorluğun gücünü temsil ederken, aynı zamanda dönüşüm arzusunu, enerjisini de gösteren yapılar olduğunu ifade ediyor. Kültür Varlıkları Daire Başkanı Oktay Özel ise XIX. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul'da 250 tane yapısı bulunduğuna, bunun gerçekten inanılmaz bir sayı olduğuna dikkat çekiyor. (Ne yazık ki günümüze sadece 43 tanesi kalmış!)
Feshane’nin Haliç’e bakan ana giriş kapısının hemen üstüne tesisin II. Abdülhamid tarafından yaptırıldığına ilişkin ve Osmanlı İmparatorluğu gücünü vurgulayan çok görkemli bir kitabe ve onun tuğrası yerleştirilmiş.
Derken…
1921 yılında “Sanayi ve Maadin Bankası”na devredilmesiyle, “Feshâne Mensucat Türk Anonim Şirketi” adıyla faaliyetini sürdüren tesisin, Cumhuriyetin ilanı ve 1925 yılında gerçekleştirilen Şapka Devrimi sonucunda fes kullanımının yasaklanmasıyla boşa çıkan fes dokuma makineleri 1940 yılında İstanbul Şehir Müzesine taşınmış. 1937 yılında yönetimi Sümerbank'a devredilen fabrika “Feshâne Defterdar Mensucat Fabrikası” adıyla 1985 yılına kadar üretime devam etmiş. O tarihte ise İstanbul Büyükşehir Belediyesine devredilecek; ertesi yıl günümüzde mevcut dokuma salonu dışındaki tüm binalar yıkılacak; 1989 yılında çağdaş sanatlar merkezi olarak kullanılmak üzere Dr. Nejat Eczacıbaşı Kültür ve Sanat Vakfına tahsis edilecek; fakat bir yıl sonra bir anlaşmazlık nedeniyle geri alınacak; derken 1994 yılında Haliç’ten yükselen suların altında kalarak kullanılamaz hale gelecek; 1998 yılında özgün mimari elemanları korunarak restorasyonuna girişilecek ve ardından "Feshane Uluslararası Fuar Kongre ve Kültür Merkezi" adı altında İBB’ye bağlı Beltur A.Ş. tarafından işletilmeye başlanacaktır. Fakat hiç de bu işe uygun donanımda değildir bina. Nitekim ben de 1995-2010 yılları arasında kongre ve etkinlik organizasyonu sektöründe çalışırken birkaç defa köşe bucak incelediğim tesisi çok yetersiz bulduğumu söylemeliyim. Zaten bir süre sonra kapatılacak, ancak 2018’te yeniden restorasyon projeleri hazırlanacaktır. Derken…
2019 yılı seçimleri ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde kurulan “İBB Miras” kapsamına alınan Feshane 2022 yılından itibaren girişilen restorasyon çalışmalarının Haziran 2023’te tamamlanmasıyla, İstanbul kentinin belli merkezlerinde yoğunlaşmış kültür sanat etkinliklerini Haliç kıyılarına taşıyacaktır.
Restorasyon sırasında Feshane
Çatı makasları onarılıyor
Özgün yapısına uygun şekilde yenilenen duvarlar ve kurulan özel aydınlatma sistemi
“İBB Miras” görevlilerinden Y. Mimar Bahar Şahin’in kontrolörlüğünde sürdürülen restorasyon kapsamında binanın temelleri güçlendirilip zemin malzemesi yenilenmiş, özgün su kanalları temizlenmiş, çelik kolonlar, duvarlar onarılmış, güçlendirilmiş, çatı makasları onarılmış ya da yenilenmiş, çatıya titanyum kaplama yapılmış, ahşap doğramalar bütünüyle yenilenmiş ve mevcut depo binaları onarılarak personel odaları, teknik odalar ile depo alanları olarak işlevlendirilmiş, ayrıca dış alanlarda da peyzaj düzenlemeleri gerçekleştirilmiş. Sonuç olarak İstanbul’un sanayi mirasının çok değerli bir eseri, pırıl pırıl halkın hizmetinde.
70x140 metre boyutlarındaki tek katlı, 8.000 m2’lik kapalı alana sahip, zamanında ana dokuma salonunun yer aldığı kâgir yapıda şimdilerde geçici sergi alanları, mağaza, konferans salonu, kütüphane ve kafe yer alıyor.
Artİstanbul Feshane kafesi
Artİstanbul Feshane sergi alanları
Oktay Özel, Feshane’de açılan bir sergi vesilesiyle, şimdiki İBB yönetiminin kültür vizyonunda kültürün bir kent hakkı olarak görüldüğünü, bu nedenle kültürel faaliyetlerin ve sanatın İstanbul’un dört bir yanına yayılması gerektiğini düşündüklerini ifade etmişti. Sanırım bu sözler, Feshane hakkında yukarıda yer alan, “İstanbul kentinin belli merkezlerinde yoğunlaşmış kültür sanat etkinliklerini Haliç kıyılarına taşıyacaktır,” ifademi doğruluyor.
Artİstanbul Feshane’de bugüne kadar beş sergi açıldı. 19 küratör ve 300 sanatçının katıldığı “Ortadan Başlamak” adlı ilk sergiyi “Asya-Avrupa Meditasyon Bienali” izledi. Ardından gelen dünyanın en önemli sanat kurumlarından Tate Modern’den özel bir seçkiyi İstanbul’a taşıyan “TATE: The Dynamic Eye: Beyond Op and Kinetic Art” bence en büyük olaydı. 21 ülkeden yaklaşık 60 sanatçının 96 eserinin yer aldığı böyle bir sergiyi yurt dışında ancak çok yüksek giriş ücretleriyle gezmeniz mümkünken, İstanbullular İBB Kültür ve “İBB Miras”ın katkılarıyla ellerini ceplerine atmadan gezebildi! Bundan sonra Feshane Türk grafik sanatının duayenlerinden, hattat ve cilt sanatçısı Prof. Emin Barın’ın eserlerinden oluşan “Emin Barın: Ne Senden Rükû Ne Benden Kıyam” sergisine ev sahipliği yaptı. Şimdilerde ise, İstanbul’un yedi ayrı mekânında aynı anda sergilenen “Bir Koleksiyoner Hikâyesi: Mustafa Taviloğlu”nun 903 sanatçının 2412 eserini barındıran muazzam koleksiyonunun bir bölümü burada, Artİstanbul Feshane’de. Sergi, İş Sanat ana sponsorluğunda, İBB, İBB Kültür Daire Başkanlığı, “İBB Miras”, MSGSÜ İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Altınmarka ve Eyüp Belediyesinin katkıları ve Contemporary İstanbul Vakfının gönüllü organizasyonu ile düzenlenmiş ve Artİstanbul Feshane dışında İstanbul Sanat, Müze Gazhane, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Tarihi Likör Fabrikası, Galeri Eyüpsultan ve İş Sanat Kibele Sanat Galerisine yayılmış. Yaşımı başımı aldım, hayatım boyunca tek bir koleksiyonerin böyle muazzam bir koleksiyonun bu kadar çok mekâna yayılmış şekilde sergilenmesini hiç görmedim. Akıllara ziyan! Sergiler 15 Aralık’a kadar açık ve ücretsiz. Henüz yapmadıysanız zaman ayırın, gidin, hepsini gezin değerli okuyucularım. Böyle fırsat bir daha ele geçmez.
“Yenilenen İstanbul’u adımlarken” başlıklı yazı dizimin bu bölümünü noktalamadan önce, güzel sohbetimiz sırasında Artİstanbul Feshane Direktörü Bahar Çelik’e, İBB yetkililerine ulaştırması ricasıyla yaptığım bir öneriye yer vereyim. 1719 yılında Padişah 3. Ahmet’in şehzadelerinin 52 gün ve gece süren sünnet düğünün Okmeydanı’ndan başlayıp Sadabad dahil Haliç’in tüm kıyılarına yayılan eğlencelerini anlatan ve Levni’nin yarattığı minyatürlerle zenginleştirilmiş Seyyid Vehbî’nin “Sûr-nâme-i Hümâyûn” adlı kitabında, Haliç üzerinde günlerce süren geçişler sırasında bir de apansız beliren, dalan çıkan, timsah görünümündeki dünyanın ilk denizaltısından bahsedilir. Eğer geçtiğimiz yaz Paris’te yer alan 2024 Olimpiyatlarının Sen Nehri üzerinde gerçekleştirilen açılış törenini izlediyseniz, aşağıdaki fotoğrafa bakınca ne demek istediğimi hemen anlayacaksanız. Merkezi Artİstanbul Feshanenin önü olmak üzere Haliç kıyılarında farklı yerlerde kurulacak tribünlerde halkın “Sûr-nâme-i Hümâyûn”da anlatılan, bir biri ardından su üzerinde akıp giden sallar ve tekneler üzerinde yeniden yaratılmış sahneleri, kişileri, olayları, havai fişekleri seyrettiğini farz edin. Ne vesileyle olursa olsun, ister önümüzdeki yıl İstanbul’da yer alacak, engellilerin yarıştığı 2025 Avrupa Para Gençlik Oyunları, ister günün birinde İstanbul’a getirilebilecek Yaz Olimpiyatları, ister de İstanbul’da gerçekleşecek çok büyük başka bir etkinliğin açılışında!
Haliç kıyılarında Art İstanbul Feshane
[i] Serasker: Başasker; Osmanlı'da 1826'da kurulan ve bugünkü Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığına denk gelen devlet kurumu.
[ii] Hassa mimarı, Osmanlı Devletinde padişah için çalışan saray mimarlarına verilen unvan.
Şefik Onat kimdir?
Şefik Onat, TED Ankara Koleji ve Londra Hendon Grammar School'da lise eğitiminin ardından A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun olmuştur. 1966 – 1982 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı mensubu diplomat olarak Bakanlıktaki görevlerinin dışında OECD İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (Paris), Jakarta ve Islamabad T.C. Büyükelçilikleri, Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliğinde (New York) görev yapmıştır.
1982 – 1983 yıllarında Başbakanlık/Devlet Bakanlığı Özel Danışmanlığında bulunduktan sonra devlet memuriyetinden ayrılmıştır.
1984 – 1995 yılları arasında özel sektörde üç farklı şirkette üst düzey yöneticilik hizmetini takiben, 1996'da TOKI tarafından gerçekleştirilen B.M. HABITAT II Konferansının Konferans Hizmetleri Koordinatörü olarak Türkiye tarihinde yapılan en büyük ve en kapsamlı uluslararası organizasyonun sorumluluğunu üstlenmiştir.
Bu konferansın ardından, 1997- 2010 yılları arasında, kendi kurduğu "ASİTANE Etkinlikler" firması eliyle, kamu kuruluşları ya da yerli ve yabancı Birlikler/Dernekler/Şirketlerin çeşitli ulusal ve uluslararası kongre, konferans, tanıtım, özel etkinlik, gösteri organizasyonlarını gerçekleştirmiştir.
Öte yandan, Mimar Prof. Suha Özkan'la birlikte, 2006 yılında tüm dünya mimarlarının çalışmalarını internet ortamında tam eşitlik ilkeleri kapsamında yayınlayabildikleri ve yarıştıkları "World Architecture Community"i kurmuştur.
2010 başından itibaren kendini tamamen emekli ederek eşiyle birlikte Bodrum'a yerleşmiş ve bütünüyle, her zaman özel merakı olan tiyatro ve tarihi roman alanlarında yazmaya yönelmiştir.
Tiyatro yazarı olarak, geçmiş yıllarda TRT'de "Radyo Tiyatrosu" ve "Arkası Yarın" programlarında, özgün + çeviri + uygulama niteliğinde 53 eseri yayınlanmıştır. Günümüze kadar sahne için 6 müzikal/müzikli oyun, 2 sahne oyunu, 5 film senaryosu yazan Onat'ın ayrıca 3 oyun çevirisi vardır.
Yayımlanmış, editörlüğünü yaptığı 2 kitabın dışında, "Son Sultan Abdülhamid" ve "Casuslar İni İstanbul" başlıklı iki belgesel tarihi romanı ve diplomasi dönemi anılarını yansıtan "Diplomasi Dedikleri" başlıklı kitabı bulunmaktadır. ONK Telif Ajansına bağlı bulunan Onat, "T24 Haftalık", "Mesele121.org" ve "EK Eleştiri Kültür Dergisi" yazarları arasındadır.
1943 Ankara doğumlu, evli ve üç çocuk sahibidir. İngilizce ve Fransızca bilmektedir. İngiliz "British Council"ın lisanslı İngilizce hocasıdır.
|